24.9.06

Sven Vath Roportaji (18.11.2005)

Trendsetter dergisinin Noize ekinde Ocak 2006 sayisinda (Sayi:45) yayinlanan Sven Vath'le yaptigim roportaj. Iyi okumalar.


Sven Vath’ten bahsetmek gerçekten zor çünkü elektronik müzik dünyasında 20 yılı aşan bir kahraman o. 18 Kasım Cuma akşamı bizlerle olan ve gerçekten tadına doyulmayacak bir gece yaşatan Sven Vath ile performansı öncesinde sohbet etme imkanı bulduk.

SG – Tekrar hoşgeldiniz. Sizi yeniden İstanbul’da görmek çok güzel. Uzatmak isterdim ama hemen konuya gireceğim. Albümlerinizin prodüksiyonunda özellikle Alter Ego, Anthony Rother ve Johannes Heil gibi isimlerle çalıştınız. Bunun belirli bir sebebi var mı?

SV – Burada olmaktan ben de çok mutluyum. Teşekkür ederim. Sorunuza dönelim. Ben Frankfurt’tanım. Onlar da 90’lı yıllarda benim Omen adlı kulübümün çok önemli isimleriydiler. Chris Liebing, Pascal FEOS, DJ Ata ve hatta DJ Hell ile de o dönemde çok güzel partiler yaşadık. Bunun sebebi olarak da bu insanlarla çalıştım. Sanırım müzikal olarak özellikle Frankfurt’ta ve çevresindeki bölgelerde birçok insanı etkiledim. O insanlar da müzik yapmaya başladı. Bu saydığın 3 isimle de çok iyi ilişkilerim vardı ve bu yüzden de benimle prodüksiyon yapmalarını istedim.

SG – Electro-house, minimal-electro ve benzeri birçok tür çıkıyor sürekli. Sizce bu tarz tanımlamalar insanların işini zorlaştırmıyor mu? Etrafta çok fazla “tür” türemedi mi?

SV – Her zaman bu problem var. Stilinizi ortaya koyduğunuz zaman illaki size bir isim takıyorlar. Bana sorarsanız ben techno-house müziğini temsil ediyorum eğer böyle bir tür varsa. Yoksa da benim için öyle. Ama aslında elektro, minimal, trance ve tribal tınıları da sürekli bu yapıya katıyorum. Yaptığım müzikte aslında birçok element var. Bana göre müziğimi tam anlamıyla isimlendirerek kısıtlamak haksızlık gibi geliyor. Hatta müziğe de saygısızlık. Genel olarak avant-garde yapısı olan elektronik dans müziği yapıyorum diyebilirim. Yaptığım pek de genele yönelik olmuyor.

SG – 40 yaşınıza girdiniz.

SV – Aslında 41 ama yuvarlıyorum.

SG – Pardon o zaman. Şimdi biraz da yeni kulübünüzden bahsetmek istiyorum. Türkiye’den böyle gelişmeleri takip etmek kolay olmuyor. Bize biraz kulübünüzü anlatır mısınız?

SV – Mutlaka web sitesini görmeniz gerekir. http://www.cocoonclub.net. Burada birçok resim var ve kulübün neye benzediği hakkında fikir sahibi olabilirler. Kulübün temelindeki felsefe ve fikirler o kadar karmaşık ki size bunu iki üç cümlede anlatamam fakat benim ve ortaklarımın beklentileri çok yüksek ve proje için 3 yılımızı harcadık. Bence bu kulüp gelecekte bir kulübün taşıması gereken nosyon ve özellikleri ortaya koyuyor. Restoranlar, güzel yemekler, dinlenme alanları, oturma bölümleri, güzel bir bar, düzgün ve temiz bir ses sistemi kurduk. Detaylara çok önem verdik. Tasarım elbette hayati bir nokta. Frankfurt’taki Cocoon Club tamamen kalite izlenimi veriyor ve tüm kulüp kültürü açısından da bir vizyonu temsil ediyor. Bence insanlar ancak oraya gidip tecrübe ettikten sonra anlayabilirler.

SG – Şimdi de daha genel bir soru. Türkiye’de sizin gibi önemli bir DJ’e bunu sormak için bekleyenler vardır. DJlikte önem verdiğiniz şeyler neler?

SV – Bence her zaman en temel nokta kalbinizi vermeniz. Eğer müziğe kalbinizi veriyorsanız, onu tüm ruhunuzla seviyor ve daha fazlasını istiyorsanız o zaman zaten müzik de size kollarını açacaktır. Ben de bu şekilde başladım. Küçüklüğümden beri dans müziğini seviyordum ve daha sonra annemin de desteğiyle DJliğe başladım.

SG – Ailenizin kulübünde değil mi?

SV – Evet. Ailemin kulübüydü. Orada başladım ve bir süre sonra başka yerlerde çalmaya, teklifler almaya başladım. Müziği o kadar seviyordum ki bu beni apayrı bir dünyaya götürdü. Kendimi bulutların üzerinde hissediyordum. Hayatım boyunca en çok isteyeceğim şeyi yapıyordum ve üzerine de para veriyorlardı. Daha sonra bu işin içine girdikçe daha da içine girmek istedim ve prodüksiyonlara başladım. Müziğe yön vermeye çalıştım ve sanırım bunda biraz başarılı da oldum. Ama şunu unutmamak gerekiyor. Ibiza’nın benim için büyük önemi var. O ada enerji dolu, güçlü ve rengarenk. 1960’larda oraya büyük partiler için gidenlerin ruhu hala orada. Ben de o ruhu takip ettim. Benim için ruh en önemli şey ve insan kendine dürüst oldukça, içindeki ruhu takip ettikçe başarılı olur. Aklıma geldi de 1989’da Çeşme Festivali’ne geldim o zamanki The Off adlı grubumla. O zamanlar bir popstardım. Şimdi bulunduğum yere bak.

SG – Ibiza’dan bahsettiniz ve müziğinize olan etkisinden. Peki ya New York veya Detroit? Biri parti konusunda çok etkindi ve diğeri de prodüksiyon merkezi konumundaydı.

SV – House müzik 1980’in başlarında ortaya çıktığında takip ettim. Soul, elektronik ve disko tarzlarının etkisini fark ettim. Daha sonra Chicago ve Detroit ile devam etti bu farkındalık. Bunları Ibiza’da ve Frankfurt’ta dinlediğimde ve insanları dans ederken gördüğümde etkilendim. Sonrasında elimizde bulunan Kraftwerk gibi daha endüstriyel, saf elektronik müzikle bunu birleştirdiğimde ortaya herkesi etkileyen bir tarz çıktı. Daha sonra o tarzlar da bundan etkilendi. Ancak şu anda görülen önemli bir nokta var. Detroit artık son evrelerinde. Carl Craig, Derrick May, Stacey Pullen ve birkaç DJ hala aynı çizgide devam ettirmeye çalışıyor ama sınırlar çizildi.

Ibiza’ya geri dönecek olursak benim için gerçekten ayrı bir yeri var. Eğlenmek için insanlar oraya gidiyor ve eğleniyorlar. Oradaki kulüpler ve insanlar da bunun farkında. Buna göre bir çalışma var her yönden. Bu Avrupa’nın çok az yerinde var.

SG – İstanbul’a birçok geldiniz ve elektronik müziğin ve dinleyicilerin devinimine de şahit oldunuz. Bu konudaki fikirlerinizi alabilir miyim? İstanbul nereye koşuyor?

SV – İstanbul bana göre çok özel bir şehir. Güzelliğini bir kenara bırakıp müziğe dönecek olursak da Avrupa’ya nazaran çok farklı bir müzikal altyapıya sahip. Bu da aslında bir bakıma güzel bir nokta. Yine de elektronik müzik açısından bakacak olursak Avrupa ve Amerika menşeili olduğundan Türk kültürüne farklı bir duruşu var. Bu sebeple de geriden takip ediyor. Ancak çok hızlı bir gelişme var. Prodüksiyon bakımından hala katedilecek çok yol var. Buradaki stüdyo çalışmalarını bilmiyorum ancak açıkçası pek Türk prodüktörün adını duyduğumu söyleyemem. Bence kendi kültürünüzün etkilerini elektronik müzikle birleştirirseniz çok özgün bir yapıya kavuşabilirsiniz. Ancak bu zaman alır. Çok fazla deneme yapılması gerekir. Yine de ben çok olumluyum Türkiye açısından. Belki Avrupa Birliği’ne girmek size bir itici güç olabilir.

SG – Bize zaman ayırdığınız, fikirlerinizi ve tecrübelerinizi paylaştığınız için çok teşekkür ederim. 41 yaşındasınız ve hala dünyayı değiştirmeye çalışıyorsunuz. Bu konuda örnek alınması gereken insanlardan birisiniz ve umarım sizden öğreneceğimiz şeyleri bize sunmaya devam edersiniz.

Hiç yorum yok: