Trendsetter dergisinin Noize ekinde Ocak 2006 sayisinda (Sayi:45) yayinlanan Sven Vath'le yaptigim roportaj. Iyi okumalar.
Sven Vath’ten bahsetmek gerçekten zor çünkü elektronik müzik dünyasında 20 yılı aşan bir kahraman o. 18 Kasım Cuma akşamı bizlerle olan ve gerçekten tadına doyulmayacak bir gece yaşatan Sven Vath ile performansı öncesinde sohbet etme imkanı bulduk.
SG – Tekrar hoşgeldiniz. Sizi yeniden İstanbul’da görmek çok güzel. Uzatmak isterdim ama hemen konuya gireceğim. Albümlerinizin prodüksiyonunda özellikle Alter Ego, Anthony Rother ve Johannes Heil gibi isimlerle çalıştınız. Bunun belirli bir sebebi var mı?
SV – Burada olmaktan ben de çok mutluyum. Teşekkür ederim. Sorunuza dönelim. Ben Frankfurt’tanım. Onlar da 90’lı yıllarda benim Omen adlı kulübümün çok önemli isimleriydiler. Chris Liebing, Pascal FEOS, DJ Ata ve hatta DJ Hell ile de o dönemde çok güzel partiler yaşadık. Bunun sebebi olarak da bu insanlarla çalıştım. Sanırım müzikal olarak özellikle Frankfurt’ta ve çevresindeki bölgelerde birçok insanı etkiledim. O insanlar da müzik yapmaya başladı. Bu saydığın 3 isimle de çok iyi ilişkilerim vardı ve bu yüzden de benimle prodüksiyon yapmalarını istedim.
SG – Electro-house, minimal-electro ve benzeri birçok tür çıkıyor sürekli. Sizce bu tarz tanımlamalar insanların işini zorlaştırmıyor mu? Etrafta çok fazla “tür” türemedi mi?
SV – Her zaman bu problem var. Stilinizi ortaya koyduğunuz zaman illaki size bir isim takıyorlar. Bana sorarsanız ben techno-house müziğini temsil ediyorum eğer böyle bir tür varsa. Yoksa da benim için öyle. Ama aslında elektro, minimal, trance ve tribal tınıları da sürekli bu yapıya katıyorum. Yaptığım müzikte aslında birçok element var. Bana göre müziğimi tam anlamıyla isimlendirerek kısıtlamak haksızlık gibi geliyor. Hatta müziğe de saygısızlık. Genel olarak avant-garde yapısı olan elektronik dans müziği yapıyorum diyebilirim. Yaptığım pek de genele yönelik olmuyor.
SG – 40 yaşınıza girdiniz.
SV – Aslında 41 ama yuvarlıyorum.
SG – Pardon o zaman. Şimdi biraz da yeni kulübünüzden bahsetmek istiyorum. Türkiye’den böyle gelişmeleri takip etmek kolay olmuyor. Bize biraz kulübünüzü anlatır mısınız?
SV – Mutlaka web sitesini görmeniz gerekir. http://www.cocoonclub.net. Burada birçok resim var ve kulübün neye benzediği hakkında fikir sahibi olabilirler. Kulübün temelindeki felsefe ve fikirler o kadar karmaşık ki size bunu iki üç cümlede anlatamam fakat benim ve ortaklarımın beklentileri çok yüksek ve proje için 3 yılımızı harcadık. Bence bu kulüp gelecekte bir kulübün taşıması gereken nosyon ve özellikleri ortaya koyuyor. Restoranlar, güzel yemekler, dinlenme alanları, oturma bölümleri, güzel bir bar, düzgün ve temiz bir ses sistemi kurduk. Detaylara çok önem verdik. Tasarım elbette hayati bir nokta. Frankfurt’taki Cocoon Club tamamen kalite izlenimi veriyor ve tüm kulüp kültürü açısından da bir vizyonu temsil ediyor. Bence insanlar ancak oraya gidip tecrübe ettikten sonra anlayabilirler.
SG – Şimdi de daha genel bir soru. Türkiye’de sizin gibi önemli bir DJ’e bunu sormak için bekleyenler vardır. DJlikte önem verdiğiniz şeyler neler?
SV – Bence her zaman en temel nokta kalbinizi vermeniz. Eğer müziğe kalbinizi veriyorsanız, onu tüm ruhunuzla seviyor ve daha fazlasını istiyorsanız o zaman zaten müzik de size kollarını açacaktır. Ben de bu şekilde başladım. Küçüklüğümden beri dans müziğini seviyordum ve daha sonra annemin de desteğiyle DJliğe başladım.
SG – Ailenizin kulübünde değil mi?
SV – Evet. Ailemin kulübüydü. Orada başladım ve bir süre sonra başka yerlerde çalmaya, teklifler almaya başladım. Müziği o kadar seviyordum ki bu beni apayrı bir dünyaya götürdü. Kendimi bulutların üzerinde hissediyordum. Hayatım boyunca en çok isteyeceğim şeyi yapıyordum ve üzerine de para veriyorlardı. Daha sonra bu işin içine girdikçe daha da içine girmek istedim ve prodüksiyonlara başladım. Müziğe yön vermeye çalıştım ve sanırım bunda biraz başarılı da oldum. Ama şunu unutmamak gerekiyor. Ibiza’nın benim için büyük önemi var. O ada enerji dolu, güçlü ve rengarenk. 1960’larda oraya büyük partiler için gidenlerin ruhu hala orada. Ben de o ruhu takip ettim. Benim için ruh en önemli şey ve insan kendine dürüst oldukça, içindeki ruhu takip ettikçe başarılı olur. Aklıma geldi de 1989’da Çeşme Festivali’ne geldim o zamanki The Off adlı grubumla. O zamanlar bir popstardım. Şimdi bulunduğum yere bak.
SG – Ibiza’dan bahsettiniz ve müziğinize olan etkisinden. Peki ya New York veya Detroit? Biri parti konusunda çok etkindi ve diğeri de prodüksiyon merkezi konumundaydı.
SV – House müzik 1980’in başlarında ortaya çıktığında takip ettim. Soul, elektronik ve disko tarzlarının etkisini fark ettim. Daha sonra Chicago ve Detroit ile devam etti bu farkındalık. Bunları Ibiza’da ve Frankfurt’ta dinlediğimde ve insanları dans ederken gördüğümde etkilendim. Sonrasında elimizde bulunan Kraftwerk gibi daha endüstriyel, saf elektronik müzikle bunu birleştirdiğimde ortaya herkesi etkileyen bir tarz çıktı. Daha sonra o tarzlar da bundan etkilendi. Ancak şu anda görülen önemli bir nokta var. Detroit artık son evrelerinde. Carl Craig, Derrick May, Stacey Pullen ve birkaç DJ hala aynı çizgide devam ettirmeye çalışıyor ama sınırlar çizildi.
Ibiza’ya geri dönecek olursak benim için gerçekten ayrı bir yeri var. Eğlenmek için insanlar oraya gidiyor ve eğleniyorlar. Oradaki kulüpler ve insanlar da bunun farkında. Buna göre bir çalışma var her yönden. Bu Avrupa’nın çok az yerinde var.
SG – İstanbul’a birçok geldiniz ve elektronik müziğin ve dinleyicilerin devinimine de şahit oldunuz. Bu konudaki fikirlerinizi alabilir miyim? İstanbul nereye koşuyor?
SV – İstanbul bana göre çok özel bir şehir. Güzelliğini bir kenara bırakıp müziğe dönecek olursak da Avrupa’ya nazaran çok farklı bir müzikal altyapıya sahip. Bu da aslında bir bakıma güzel bir nokta. Yine de elektronik müzik açısından bakacak olursak Avrupa ve Amerika menşeili olduğundan Türk kültürüne farklı bir duruşu var. Bu sebeple de geriden takip ediyor. Ancak çok hızlı bir gelişme var. Prodüksiyon bakımından hala katedilecek çok yol var. Buradaki stüdyo çalışmalarını bilmiyorum ancak açıkçası pek Türk prodüktörün adını duyduğumu söyleyemem. Bence kendi kültürünüzün etkilerini elektronik müzikle birleştirirseniz çok özgün bir yapıya kavuşabilirsiniz. Ancak bu zaman alır. Çok fazla deneme yapılması gerekir. Yine de ben çok olumluyum Türkiye açısından. Belki Avrupa Birliği’ne girmek size bir itici güç olabilir.
SG – Bize zaman ayırdığınız, fikirlerinizi ve tecrübelerinizi paylaştığınız için çok teşekkür ederim. 41 yaşındasınız ve hala dünyayı değiştirmeye çalışıyorsunuz. Bu konuda örnek alınması gereken insanlardan birisiniz ve umarım sizden öğreneceğimiz şeyleri bize sunmaya devam edersiniz.
2005 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
2005 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
24.9.06
29.8.06
Johannes Heil Röportajı
Trendsetter'da yayimlanan Indigo'da yaptığı performans sonrası Johannes Heil ile yaptığım röportaj:
Elektronik müzik konu olduğunda, özellikle de söz elektro ve tekno türlerine geldiğinde adından mutlaka söz edilen insanlardan biri Johannes Heil. Bugüne kadar Türkiye’ye gelmemiş olması bir kayıptı ancak 14 Ekim 2005 gecesi tüm bu kayıp zamanı telafi etmeye çalıştı. Performans sonrası da çok sıcak bir sohbet eşliğinde sorularımızı yanıtladı.
SG - Öncelikle Türkiye’ye ilk defa geldiğin ve bize zevkli dakikalar yaşattığın için teşekkürler. Şimdi bu yağdan sonra sorumuza geçelim. İnsanlardaki genel kanı Tekno’nun “güm güm güm”lerden oluşan sert bir müzik olduğu yönünde. Bu konudaki fikirlerin neler?
JH – Bu aslında seks “güm güm güm” demekle aynı şey. Tamamen yanlış. Bu insanların sadece ne görmek istedikleriyle alakalı. Açıkçası gerçekle alakası bile yok. Sekste nasıl aşk varsa bunda da var. Olayı böyle basite indirgemek bence çok komik. Böyle söyleyenler gerçekten bir şey bilmiyorlar. Herhalde güzel bir tekno parçasını hiç dinlememişler.
SG – Diğer soruya geçelim. Birçok eleştirmene göre Tekno’nun devri kapandı ve bundan sonrası yok. Sence Tekno gerçekten döngüsünü tamamladı mı yoksa döneceği daha başka noktalar var mı?
JH – Bence Tekno daha bitmedi. Bunu söyleyen bazı insanlar eskisi kadar kazanamadıkları için söylüyor olabilirler, bu doğru. Eğer Tekno’ya bu şekilde bakıyorlarsa bitmiş olabilir. Müzikal açıdan bitmedi ve bitmeyecek. Eğer Missy Elliot’ı veya Neptunes’u dinlerseniz, oradaki Elektro ve Tekno tarzlarının ciddi etkisini görebilirsiniz. O kadar çok şey oluyor ki, bir sonraki adımı kestirmek zor. Bazı insanların Tekno’yu canlı görmesi için Puff Daddy tarzı ile birleşmesi gerekiyor.
SG – Birçok kişiye göre “Future Primitive” albümü ile “Reality To Midi” ve “Illuminati” arasındaki müzikal boşluğu doldurmuşsun. Bu konudaki fikirlerin neler?
JH – Bu aslında benim 80’ler konseptine ilgi duymamla başladı. Kendimi küçükken Samatha Fox dinlerken hatırlıyorum. O dönemdeki sesler ve melodiler insana bir hafiflik hissi verirdi. Ben bu 80’ler konseptinin üzerine bir şeyler yapmak istedim. Bunu yaratacağım parçalar için bir platform haline getirdim. Aslında benim için üç albümü yaparken de bir farklılık yoktu. Resimdeki tek farklılık kullandığım renkler. Gerisi zaten yaptığım şeyler.
SG – Parçalarından bir çoğunu insan psikolojisiyle ve dünyanın gidişatıyla ilgili tanımlamalarla isimlendirdin. Bunun sebebi nedir?
JH – Dünya uzun bir süredir materyalist bir dönem içerisinde. Bana göre bu hayvanlık dönemi. İnsanlıkla hiçbir alakası yok. Çevremizdekilerin bazıları gerçekten insan ama insan olmayanlar çoğunlukta. Çoğu için en önemli şey daha çok güç elde etmek. Diğer insanların beynini esir alıyorlar. Bunu politikayla ve dinle yapıyorlar ve özgürlükleri ellerinden alınıyor. Herkesin beyni yıkanıyor. Televizyonu açtığınızda beyninizi yıkamaya başlıyor. Eğer bunun bir adım ötesine geçip neler olduğunu düşünmelisiniz. Örneğin 11 Eylül’den sonra birçok kişi bu İslami terör ortaya çıktı demeye başladı. Bu tamamen saçmalık. Bu çok uzun zamandır vardı ama sadece ucu onlara dokununca fark ettiler. Bu aslında insanların değil politikanın bir sorunu. Bir güç savaşı. Jimi Hendrix’in dediği gibi, eğer aşkın gücü, güç aşkına üstün gelirse, insanlık özgürlüğe ulaşır. İnsan kendisine karşı dürüst olmalı. Her şey kendinde başlar. Doğu mistisizminde de bu böyle. İnsanların düşünmesi gerekiyor. Bu hayat onlara verilen bir hayat mı yoksa bunu kendileri mi seçtiler. Ailem elektronik mühendisi olmamı istiyordu ama öyle olsaydım üzgün bir hayatım olurdu. Her şeyi, dini, politikayı boşverin. Aşkın gücüne inanın.
SG – Son albümün Anthony Rother’ın Datapunk plak şirketinden çıktı. Bu Kanzleramt dışında bir başka plak şirketinden çıkan ilk albümündü. Bunun özel bir sebebi var mı? Anthony Rother’ın bir etkisi oldu mu?
JH – Anthony Rother çok uzun süredir benim dostum. Prodüktörlüğe başlamadan 2-3 yıl önce arkadaş olmuştuk. Anthony benden daha önce başladı ve o bana yaptığım işte yalnız olmadığımı hissettiren çok önemli bir insan. Teklif aslında ondan geldi. Plak şirketinden bahsettiğinde bir albüm yapmak ister misin dedi ve onu kıramazdım. Kendimi tekrarlamak da istemiyordum ve bu sebeple Kanzleramt sayfasını da kapatmıştım. Kanzleramt benden kendi tarzlarına uygun bir şeyler bekliyor ve ben sınırları aşmak istiyorum. Beklenmeyeni sunabilmek daha önemli. Zaten bu albüm Kanzleramt’tan da çıkamazdı çünkü onlar tamamen Detroit’e yönelikler ve albüm çok farklı bir yapıda.
SG – Heil ve Rother karşılaştırması hakkında ne diyorsun? Sizin dost olduğunuzu biliyoruz ancak müzikal açıdan böyle bir karşılaştırma var. Fikirlerin neler?
JH – Bize göre böyle bir şey yok. Ancak bunun olmasını da doğal karşılıyoruz. Sonuçta ikimiz de elimizden geleni yapıyoruz ve genel kanı başarılı olduğumuz yönünde. Bu da karşılaştırmayı getiriyor.
SG – Anthony Rother hakkında neler düşünüyorsun? Onu “Kraftwerk’in varisi” olarak adlandırdıkları düşünüldüğünde sencen bu ne kadar doğru?
JH – Doğrusu Anthony Rother benim bu endüstride gördüğüm en yetenekli prodüktörlerden biri. Tek başına yaptığı işleri birçok kişi bir araya gelip yapamıyor. Kraftwerk konusunda gelince de onların Rother’ı sevmediğini biliyorum.
SG – Evet buraya geldiklerinde grup elemanlarıyla görüşme imkanım oldu ve Rother’dan pek övgüyle söz etmediler.
JH – Doğru bunu birkaç kez ben de duydum. Bence bunun temel sebebi onların döneminin geçiyor olması ya da Rother’ın onların 4 kişi yaptığından çok daha iyisini tek başına yapıyor olması. Gerçekten Rother apayrı bir yetenek. Son albümü “Art Is A Technology”’den söz etmeye gerek bile yok. Jean Michelle Jarre’dan beri dinlediğim en başarılı kompozisyonlardan biri.
SG – İstanbul’a gelip bize seni tanıma fırsatı verdiğin için çok teşekkürler. Son eklemek istediğin bir şey var mı?
JH – İstanbul’a gelmeden önce çok saçma şeyler vardı aklımda. Daha doğrusu şimdi saçma olduklarını gördüm. Muhteşem bir kent ve eğer bir dahaki sefere ayarlama imkanım olursa daha uzun süreli kalmayı çok isterim.
10/2005
Elektronik müzik konu olduğunda, özellikle de söz elektro ve tekno türlerine geldiğinde adından mutlaka söz edilen insanlardan biri Johannes Heil. Bugüne kadar Türkiye’ye gelmemiş olması bir kayıptı ancak 14 Ekim 2005 gecesi tüm bu kayıp zamanı telafi etmeye çalıştı. Performans sonrası da çok sıcak bir sohbet eşliğinde sorularımızı yanıtladı.
SG - Öncelikle Türkiye’ye ilk defa geldiğin ve bize zevkli dakikalar yaşattığın için teşekkürler. Şimdi bu yağdan sonra sorumuza geçelim. İnsanlardaki genel kanı Tekno’nun “güm güm güm”lerden oluşan sert bir müzik olduğu yönünde. Bu konudaki fikirlerin neler?
JH – Bu aslında seks “güm güm güm” demekle aynı şey. Tamamen yanlış. Bu insanların sadece ne görmek istedikleriyle alakalı. Açıkçası gerçekle alakası bile yok. Sekste nasıl aşk varsa bunda da var. Olayı böyle basite indirgemek bence çok komik. Böyle söyleyenler gerçekten bir şey bilmiyorlar. Herhalde güzel bir tekno parçasını hiç dinlememişler.
SG – Diğer soruya geçelim. Birçok eleştirmene göre Tekno’nun devri kapandı ve bundan sonrası yok. Sence Tekno gerçekten döngüsünü tamamladı mı yoksa döneceği daha başka noktalar var mı?
JH – Bence Tekno daha bitmedi. Bunu söyleyen bazı insanlar eskisi kadar kazanamadıkları için söylüyor olabilirler, bu doğru. Eğer Tekno’ya bu şekilde bakıyorlarsa bitmiş olabilir. Müzikal açıdan bitmedi ve bitmeyecek. Eğer Missy Elliot’ı veya Neptunes’u dinlerseniz, oradaki Elektro ve Tekno tarzlarının ciddi etkisini görebilirsiniz. O kadar çok şey oluyor ki, bir sonraki adımı kestirmek zor. Bazı insanların Tekno’yu canlı görmesi için Puff Daddy tarzı ile birleşmesi gerekiyor.
SG – Birçok kişiye göre “Future Primitive” albümü ile “Reality To Midi” ve “Illuminati” arasındaki müzikal boşluğu doldurmuşsun. Bu konudaki fikirlerin neler?
JH – Bu aslında benim 80’ler konseptine ilgi duymamla başladı. Kendimi küçükken Samatha Fox dinlerken hatırlıyorum. O dönemdeki sesler ve melodiler insana bir hafiflik hissi verirdi. Ben bu 80’ler konseptinin üzerine bir şeyler yapmak istedim. Bunu yaratacağım parçalar için bir platform haline getirdim. Aslında benim için üç albümü yaparken de bir farklılık yoktu. Resimdeki tek farklılık kullandığım renkler. Gerisi zaten yaptığım şeyler.
SG – Parçalarından bir çoğunu insan psikolojisiyle ve dünyanın gidişatıyla ilgili tanımlamalarla isimlendirdin. Bunun sebebi nedir?
JH – Dünya uzun bir süredir materyalist bir dönem içerisinde. Bana göre bu hayvanlık dönemi. İnsanlıkla hiçbir alakası yok. Çevremizdekilerin bazıları gerçekten insan ama insan olmayanlar çoğunlukta. Çoğu için en önemli şey daha çok güç elde etmek. Diğer insanların beynini esir alıyorlar. Bunu politikayla ve dinle yapıyorlar ve özgürlükleri ellerinden alınıyor. Herkesin beyni yıkanıyor. Televizyonu açtığınızda beyninizi yıkamaya başlıyor. Eğer bunun bir adım ötesine geçip neler olduğunu düşünmelisiniz. Örneğin 11 Eylül’den sonra birçok kişi bu İslami terör ortaya çıktı demeye başladı. Bu tamamen saçmalık. Bu çok uzun zamandır vardı ama sadece ucu onlara dokununca fark ettiler. Bu aslında insanların değil politikanın bir sorunu. Bir güç savaşı. Jimi Hendrix’in dediği gibi, eğer aşkın gücü, güç aşkına üstün gelirse, insanlık özgürlüğe ulaşır. İnsan kendisine karşı dürüst olmalı. Her şey kendinde başlar. Doğu mistisizminde de bu böyle. İnsanların düşünmesi gerekiyor. Bu hayat onlara verilen bir hayat mı yoksa bunu kendileri mi seçtiler. Ailem elektronik mühendisi olmamı istiyordu ama öyle olsaydım üzgün bir hayatım olurdu. Her şeyi, dini, politikayı boşverin. Aşkın gücüne inanın.
SG – Son albümün Anthony Rother’ın Datapunk plak şirketinden çıktı. Bu Kanzleramt dışında bir başka plak şirketinden çıkan ilk albümündü. Bunun özel bir sebebi var mı? Anthony Rother’ın bir etkisi oldu mu?
JH – Anthony Rother çok uzun süredir benim dostum. Prodüktörlüğe başlamadan 2-3 yıl önce arkadaş olmuştuk. Anthony benden daha önce başladı ve o bana yaptığım işte yalnız olmadığımı hissettiren çok önemli bir insan. Teklif aslında ondan geldi. Plak şirketinden bahsettiğinde bir albüm yapmak ister misin dedi ve onu kıramazdım. Kendimi tekrarlamak da istemiyordum ve bu sebeple Kanzleramt sayfasını da kapatmıştım. Kanzleramt benden kendi tarzlarına uygun bir şeyler bekliyor ve ben sınırları aşmak istiyorum. Beklenmeyeni sunabilmek daha önemli. Zaten bu albüm Kanzleramt’tan da çıkamazdı çünkü onlar tamamen Detroit’e yönelikler ve albüm çok farklı bir yapıda.
SG – Heil ve Rother karşılaştırması hakkında ne diyorsun? Sizin dost olduğunuzu biliyoruz ancak müzikal açıdan böyle bir karşılaştırma var. Fikirlerin neler?
JH – Bize göre böyle bir şey yok. Ancak bunun olmasını da doğal karşılıyoruz. Sonuçta ikimiz de elimizden geleni yapıyoruz ve genel kanı başarılı olduğumuz yönünde. Bu da karşılaştırmayı getiriyor.
SG – Anthony Rother hakkında neler düşünüyorsun? Onu “Kraftwerk’in varisi” olarak adlandırdıkları düşünüldüğünde sencen bu ne kadar doğru?
JH – Doğrusu Anthony Rother benim bu endüstride gördüğüm en yetenekli prodüktörlerden biri. Tek başına yaptığı işleri birçok kişi bir araya gelip yapamıyor. Kraftwerk konusunda gelince de onların Rother’ı sevmediğini biliyorum.
SG – Evet buraya geldiklerinde grup elemanlarıyla görüşme imkanım oldu ve Rother’dan pek övgüyle söz etmediler.
JH – Doğru bunu birkaç kez ben de duydum. Bence bunun temel sebebi onların döneminin geçiyor olması ya da Rother’ın onların 4 kişi yaptığından çok daha iyisini tek başına yapıyor olması. Gerçekten Rother apayrı bir yetenek. Son albümü “Art Is A Technology”’den söz etmeye gerek bile yok. Jean Michelle Jarre’dan beri dinlediğim en başarılı kompozisyonlardan biri.
SG – İstanbul’a gelip bize seni tanıma fırsatı verdiğin için çok teşekkürler. Son eklemek istediğin bir şey var mı?
JH – İstanbul’a gelmeden önce çok saçma şeyler vardı aklımda. Daha doğrusu şimdi saçma olduklarını gördüm. Muhteşem bir kent ve eğer bir dahaki sefere ayarlama imkanım olursa daha uzun süreli kalmayı çok isterim.
10/2005
Etiketler:
2005,
Johannes Heil,
Noize,
Roportaj,
Trendsetter
18.8.06
Muslimgauze - Elektronik Müziğin İslami Yüzü
2005'te Trendsetter dergisinin Noize eki için yazdığım bir inceleme yazısı. Muslimgauze'un bu yazıdan sonra bir albümü daha çıktı Manchester camii'ndeki canlı bir performansının master edilmesiyle. Iyi okumalar.
Asıl adı Bryn Jones ancak ilk bakıldığında Muslimgauze adının Müslüm Gürses’e olan benzerliğiyle dikkat çekiyor. Albüm üretkenliği konusunda da Müslüm Gürses’le ortak yönleri var, hatta biraz nebze geçiyor da. Muslimgauze’un ilginçliği bununla da bitmiyor. Muslimgauze katı bir müslüman olmamasına ve ortadoğuya hiç gitmemiş olmasına rağmen, Filistin Kurtuluş Örgütü’ne ciddi destek verdi ve bu gerek müziğine ve gerek prodüksiyonlarının isimlerine açık şekilde yansıdı. Zaten Muslimgauze projesinin kuruluşu da İsrail’in Lübnan’ı işgal edişine (1982) dayanıyor. Ancak asıl önemli olan Muslimgauze’un elektronik müzik açısından etkisi elbette.
1961-1999 yılları arasında yaşayan ve prodüksiyon yaşantısı 21 yaşında başlayan Muslimgauze 17 yılda 120’den fazla albüm ve 60’tan fazla plak bıraktı. Hala çalıştığı plak şirketi Staalplatt’tan bıraktığı çalışmalarını içeren yeni albümler çıkıyor. Eski albümlerinin yeniden basımları ise diğer bütün albümler gibi 500-1000’erlik seriler halinde basıldığından bulunması imkansız bir hal alıyor.
Muslimgauze’u yılda yaklaşık 7 albüm üretmeye iten elbette ki müzikal dehasının yanında matematiksel yeteneği ve politik görüşü. Albümlerinin her birinin bir politik fikre ya da tarihsel bir kanıta dayandığını söylüyor bir röportajında. Fatah Guerilla, The Rape Of Palestine, United States of Islam, Vote Hezbullah, Hebron Massacre ve Izlamaphobia gibi birçok özgün isimli albüme sahip ancak özgünlük sadece albümlerin isimlerinde değil.
Tabla gibi birçok etnik vurmalı ve üflemeli müzik aletinin elektronik müzikle tanışması Muslimgauze sayesinde oldu. Görüş açısından Ortadoğu’ya ve Arap dünyasına olan ilgisinin temel bir göstergesi olan bu ikili iletişim, sonraki dönemde Rootsman, Tabla Beat Science ve Talvin Singh gibi önemli isimlere örnek oldu.
Müzikal açıdan prodüksiyonlarının çoğunda deneysel bir tarzı benimseyen Muslimgauze’un müziğini tanımlamak oldukça zor. Ambient, endüstriyel, minimal, dub, breakbeat ve idm gibi birçok türde eserleri var. Bunun sebebi de Muslimgauze’un türlere bağımlı olarak üretkenliğini yönlendirmekten ziyade hayata, okuduklarına, gördüklerine ve düşündüklerine dayanarak müzik yapması. Sample kullanımı, daha ziyade Muslimgauze’da bu kayıt parçaları oluyor, oldukça yoğun. Vokallere gelince, tüm sözlerin içeriksel bir etkinliği var ancak ritm ve melodi açısından da bir bütünün parçaları olarak işlenmişler. Çok sesli vuruşların ve sakin bir elektronik altyapının hakim olduğu şarkılarının genelinde her zaman bir hikaye ya da fikri anlatmaya çalıştığından birçok noktada (Hikayenin önemli bir noktasında) da vuruşları ünlem olarak kullandığı hissini dinleyene açıkça aktarıyor.
Muslimgauze’un bir diğer özelliği ise kışkırtıcı albüm kapakları. Betrayal (İhanet) albümünün kapağında Yaser Arafat ile İzhak Rabin’in barış görüşmeleri sırasında el sıkışırken çekilen resmi var. Yazı ise Yaser Arafat’in elinin üzerinde.
Sayısı 120’yi aşan albüm ve plaklarını incelemek için kitap çıkarmak gerekeceğinden hiç o konuya girmeyeceğim ancak kendimce size bir fikir verebilecek bir en iyi 10 albüm sıralaması yaptım, umarım faydalı olur. Albümlerini edinme imkanı kısıtlı olduğundan internet bu konudaki tek kaynak olarak önümüzde duruyor.
Muslimgauze adı fazla bilinmeyen ancak elektronik müziğin gelişiminde önemli rol oynayan kişilerden biri. Özgün kişiliği ve bunun eserlerine olan etkisi gerçekten onu dikkatlice incelenmesi gereken biri haline getiriyor. Diğer birçok ünlü müzisyen gibi genç yaşta kanındaki bir bakteriden ölmüş olması ise çok önemli bir kayıp. Kalan eserlerini dinleyip ondan bir miktar da olsa ilham almamız gerekiyor.
En iyi 10 albümü:
1) City of Djinn (Rootsman’le birlikte)
2) Dome of The Rock
3) Ayetollah Dollar
4) Chapter of Purity
5) Kashmiri Queens
6) Citadel
7) Box of Silk and Dogs
8) Baghdad
9) Vote Hezbullah
10) Izlamaphobia
Sühan Gürer
Asıl adı Bryn Jones ancak ilk bakıldığında Muslimgauze adının Müslüm Gürses’e olan benzerliğiyle dikkat çekiyor. Albüm üretkenliği konusunda da Müslüm Gürses’le ortak yönleri var, hatta biraz nebze geçiyor da. Muslimgauze’un ilginçliği bununla da bitmiyor. Muslimgauze katı bir müslüman olmamasına ve ortadoğuya hiç gitmemiş olmasına rağmen, Filistin Kurtuluş Örgütü’ne ciddi destek verdi ve bu gerek müziğine ve gerek prodüksiyonlarının isimlerine açık şekilde yansıdı. Zaten Muslimgauze projesinin kuruluşu da İsrail’in Lübnan’ı işgal edişine (1982) dayanıyor. Ancak asıl önemli olan Muslimgauze’un elektronik müzik açısından etkisi elbette.
1961-1999 yılları arasında yaşayan ve prodüksiyon yaşantısı 21 yaşında başlayan Muslimgauze 17 yılda 120’den fazla albüm ve 60’tan fazla plak bıraktı. Hala çalıştığı plak şirketi Staalplatt’tan bıraktığı çalışmalarını içeren yeni albümler çıkıyor. Eski albümlerinin yeniden basımları ise diğer bütün albümler gibi 500-1000’erlik seriler halinde basıldığından bulunması imkansız bir hal alıyor.
Muslimgauze’u yılda yaklaşık 7 albüm üretmeye iten elbette ki müzikal dehasının yanında matematiksel yeteneği ve politik görüşü. Albümlerinin her birinin bir politik fikre ya da tarihsel bir kanıta dayandığını söylüyor bir röportajında. Fatah Guerilla, The Rape Of Palestine, United States of Islam, Vote Hezbullah, Hebron Massacre ve Izlamaphobia gibi birçok özgün isimli albüme sahip ancak özgünlük sadece albümlerin isimlerinde değil.
Tabla gibi birçok etnik vurmalı ve üflemeli müzik aletinin elektronik müzikle tanışması Muslimgauze sayesinde oldu. Görüş açısından Ortadoğu’ya ve Arap dünyasına olan ilgisinin temel bir göstergesi olan bu ikili iletişim, sonraki dönemde Rootsman, Tabla Beat Science ve Talvin Singh gibi önemli isimlere örnek oldu.
Müzikal açıdan prodüksiyonlarının çoğunda deneysel bir tarzı benimseyen Muslimgauze’un müziğini tanımlamak oldukça zor. Ambient, endüstriyel, minimal, dub, breakbeat ve idm gibi birçok türde eserleri var. Bunun sebebi de Muslimgauze’un türlere bağımlı olarak üretkenliğini yönlendirmekten ziyade hayata, okuduklarına, gördüklerine ve düşündüklerine dayanarak müzik yapması. Sample kullanımı, daha ziyade Muslimgauze’da bu kayıt parçaları oluyor, oldukça yoğun. Vokallere gelince, tüm sözlerin içeriksel bir etkinliği var ancak ritm ve melodi açısından da bir bütünün parçaları olarak işlenmişler. Çok sesli vuruşların ve sakin bir elektronik altyapının hakim olduğu şarkılarının genelinde her zaman bir hikaye ya da fikri anlatmaya çalıştığından birçok noktada (Hikayenin önemli bir noktasında) da vuruşları ünlem olarak kullandığı hissini dinleyene açıkça aktarıyor.
Muslimgauze’un bir diğer özelliği ise kışkırtıcı albüm kapakları. Betrayal (İhanet) albümünün kapağında Yaser Arafat ile İzhak Rabin’in barış görüşmeleri sırasında el sıkışırken çekilen resmi var. Yazı ise Yaser Arafat’in elinin üzerinde.
Sayısı 120’yi aşan albüm ve plaklarını incelemek için kitap çıkarmak gerekeceğinden hiç o konuya girmeyeceğim ancak kendimce size bir fikir verebilecek bir en iyi 10 albüm sıralaması yaptım, umarım faydalı olur. Albümlerini edinme imkanı kısıtlı olduğundan internet bu konudaki tek kaynak olarak önümüzde duruyor.
Muslimgauze adı fazla bilinmeyen ancak elektronik müziğin gelişiminde önemli rol oynayan kişilerden biri. Özgün kişiliği ve bunun eserlerine olan etkisi gerçekten onu dikkatlice incelenmesi gereken biri haline getiriyor. Diğer birçok ünlü müzisyen gibi genç yaşta kanındaki bir bakteriden ölmüş olması ise çok önemli bir kayıp. Kalan eserlerini dinleyip ondan bir miktar da olsa ilham almamız gerekiyor.
En iyi 10 albümü:
1) City of Djinn (Rootsman’le birlikte)
2) Dome of The Rock
3) Ayetollah Dollar
4) Chapter of Purity
5) Kashmiri Queens
6) Citadel
7) Box of Silk and Dogs
8) Baghdad
9) Vote Hezbullah
10) Izlamaphobia
Sühan Gürer
Etiketler:
2005,
Dergi Yazilari,
Muslimgauze,
Noize,
Trendsetter
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)