30.10.07

Robert Plant & Alison Krauss - Raising Sand (Rounder, 2007)

Bir tarafta Robert Plant, diğer tarafta evinde Grammy koyacak yeri kalmayan Country şarkıcısı Alison Krauss. Birlikte albüm çıkarmışlar. Bekler miydim, evet diyemem. Ama olmuş bir kere. Sonuç önemli elbette. Tabii şunu da belirtmek gerekir, albümdeki parçaların hepsi eski Country, Blues ve Folk şarkıları. Yapılarında ufak değişiklikler ve vokal yorumlamaları ile hazırlanmış albüm.

Albüm aslında gayet sessiz çıktı. Robert Plant'in son dönemde müzik dünyasına geri dönüş sinyalleri, konser turnesi (Ki Türkiye'ye de geldi dememe gerek yok herhalde) aslında bir beklenti içine girmemizi sağladı. Ama bu şekilde olacağı sürpriz oldu bana.

Albümdeki müziğin kıvamı pamuk helvası benzeri. Hani derinden fon müziği misali dinleniyor. Varlığını hissettirmeyecek kadar yumuşak. Bir tek "Gone Gone Gone"'da albümün çizgisini aşıp coşuyor, bir de Doors/Beach Boys karışımı bir hissiyatı yaratan "Fortune Teller" var. Eğer çok zorlarsam Southern Pop Rock'a sokabileceğim "Let Your Loss Be Your Lesson" var ama o fasülye gibi arada.

Alison Krauss'un albümün müzikal yapısında ağırlığı var diyebilirim bu sebeple de. Ancak müzikal altyapının güzelliği kesinlike Robert Plant'ten geliyor diyerek taraf tutacağım. E bana ne kardeşim, Robert Plant'e biraz fazla paye vermem lazım.

İki kuş tüyü yastık yapısındaki vokal zaten dinlendiren parça yapılarıyla birlikte çok güzel bir ikili oluşturmuş. En ufak zorlama, en ufak kulağa batma yok. "Killing Blues" bu konudaki en iyi örnek. Ama yapısal anlamda beni en çok etkileyen "Sister Rosetta Goes Before Us" oldu. Alison Krauss'a da burada vokali için kucak dolusu tebrikler. Hani albümdeki genel Country yapısına biraz modern bir bakış diyebiliriz rahatça ama kendi başına çok etkileyici olduğu kesin. Kemanın bu güzel tabloya ustaca yerleştirilmesi beni bitiren nokta oldu tabii.

Açıkçası baştan biraz çekingendim. Benden önce albümü dinlemiş olan Misak Tunçboyacı'nın sanırım Country ile arasının sıcak olmamasından gelen beğenmemişliğinin de biraz bunda etkisi vardı. Yine de ben beğendim. Hatta çok beğendim. Ama bu demek değilki Robert Plant böyle devam etsin.

MP3: Robert Plant & Alison Krauss - Killing The Blues
MP3: Robert Plant & Alison Krauss - Rosetta Goes Before Us

Raising Sand albümünün resmi sitesi
Albümü satın almak için

29.10.07

Susumu Yokota - Love Or Die (Skintone/Lo Recordings, 2007)

Susumu Yokota hakkında gerek burada gerek diğer birçok mecrada demediğimi bırakmadım. Proodos'ta 2006 yılında çıkardığı "Triple Time Dance" albümüyle de yer almıştı zaten kendisi. Japonya'nın yetiştirdiği bana göre en önemli elektronik müzik sanatçısı.

Ciddi anlamda farklı bir kişiliğe sahip. Sosyalleşmeyi pek sevmiyor. Hakkında pek röportaj bulamamıştım ve ben yapmaya heveslendim ancak 3 kere ulaşmaya çalıştığım halde bir tek ses gelmedi. Sonra niye pek röportajı bulunmadığını anladım tabii geç de olsa. Bunun yanında inanılmaz bir müzikal zeka ve beğeniye sahip.

Susumu Yokota tonlarca albümüne bir yenisini ekliyor. Aslında albüm Japonya'da Temmuz ayında çıktı ancak Avrupa'ya dağıtılmadı ve 6 Kasım'da Avrupa macerasının da başlaması bekleniyor. Ben de Avrupa'ya dağıtılan promosunu Equinox Müzik'in bana ulaştırması sayesinde edindim.

Albümde Susumu Yokota'nın klasik tarz değişimlerinden birine maruz kalıyoruz. Son albümünde Techno türünü vurgulayan sanatçı bu sefer piyano temelli yumuşak bir Ambient'la bizi karşılıyor. Ancak "Triple Time Dance"le ortak olarak albümdeki tüm çalışmalar üç ritmli. Bunun haricinde zaman zaman aksak ritmlere giriyor ve Kruder & Dorfmeister tarzı bir Ambient'la karşılıyor bizi. Gitarı da çok yoğun olmasa da piyanoya ek olarak kullanmış ve filtrelemesi sayesinde albüme işlemiş olan havayı destekliyor.

Albümde dikkat çeken bir nokta da parça isimlerinin destansı olması. Bu sebeple her parçadan 2 kelimeyle bahsetsem bile 2-3 paragraf tutar en azından. Albümde en beğendiğim parçayı söyleyeyim, siz anlarsınız "For The Other Self Who Is Far Away That I Can Not Reach". "Symbol" albümü hariç pek bu uzun isimlendirmelere de girmemişti daha önce ki o albümde de bu derece değildi açıkçası.

Bu büyük Japon sanatçısıyla tanışmamış olanlar için güzel bir girizgah olabilir. Sonuçta "Triple Time Dance"'e göre çok daha yumuşak başlı bir tanışma sefası olabilir. Tanıyanlar için de yeteneklerinin biraz daha tadına varma imkanı elbette.

MP3: Susumu Yokota - For The Other Self Who Is Far Away That I Can Not Reach
MP3: Susumu Yokota - The Sin Of Almighty God, Respected And Believed By The Masses

Susumu Yokota'nın resmi sitesi
Albümü satın almak için

28.10.07

Devendra Banhart - Smokey Rolls Down Thunder Canyon (XL, 2007)

Phonem geliyor. Gümbür gümbür geliyor. Halihazırda Akbank Caz Festivali de var. Herkese tavsiye edip Soil & Pimp Sessions'ı da kaçırmışım. Üstüne herkes geri aramış konserden sonra ve güzelliğini yüzüme vurmuş. Biraz kendime geleyim dedim ben de. Ve karşımızda Phonem kapsamında 3 Kasım Cumartesi akşamı Garajistanbul'da konser verecek olan Devendra Banhart var.

Devendra Banhart benden küçük bir folk müziği sanatçısı. Country demedim dikkat çekerim. Hatta Folk'a da gerçekten farklı bir yaklaşımı var. Bazen sürrealist, bazen naturalist. Albümlerinde genel olarak dingin bir havayla ilerlemesinin yanında bazı noktalarda inceden Rock N Roll esintileriyle de dinleyenleri hareketlendiriyor.

Amerika'daki farklılığa olan ısınmanın yavaşlığı düşünüldüğünde ve Folk'un Country versiyonu hatta bunun da daha çok Pop'a yakın noktaları byük beğeni kazandığından Devendra Banhart'ın Avrupa'da daha çok beğenilmesine şaşmamak lazım. Bu beğeni özellikle Fransa'da daha da dikkat çekici bir hal alıyor.

Sözleri açısından hani doğru bir betimleme olur mu bilemem ama bazı noktalarda Jimmy Morrison'ı andırıyor. Bazen vokalde de ona benziyor ya da sözler benzer temalarda yer aldığı için bana da öyle geliyor olabilir. Ancak sözlerin yoğunluğu dikkat edilesi bir öğe her zaman. Hayatı, toplumu ve ilişkileri sürrealist bakış açılarıyla yarattığı hikayelerle anlatmaya çalışıyor dinleyiciye. Bunun için zaman zaman gerçek, zaman zaman fabl türü karakterler kullanıyor. Ama tarz genelde benzer ve etkileyici.
Albüm çok güzel dinleniyor. Hani dinlerken deneysel ve kendine has bir Folk dinleyeceğinizi baştan özümserseniz o zaman muhteşem bir şekilde gidiyor albüm. Albüm aslında ikiye bölünebilir. Rockabilly'ler ve Folk'lar. Genelde güzel incelenmiş iki yönü de. Folk bölümü daha çok rahatlatma ve dururken zevk aldırma tabanlı çalışmalardan oluşurken Rockabilly ise havayı biraz daha yumuşatmak ve eğlenceyi artırmak için. Elbette söylediğim gibi "Shabop Shalom" ile Rockabilly'ye el uzatması albüme enerji ve alternatif his katmış ama ne gerek var Elvis triplerine şimdi. Orjinallik bozulmuş bence burada. "Lover" gibi bir Rockabilly çok daha uygun kalıyor albüme hafif Pop havasını çaktırmadan gözardı edersek. Ama albümde bir "Seahorse"'un yarattığı havadan çok uzaklar. O hava ne öyle. Ağzım açık dinledim. Daha hareket sahibi parçalardan da en beğendiğim İspanyolca vokalli "Carmencita" oldu.

Sonuçta hem oturarak, hem de hafifçe sallanarak dinlenebilecek güzel bir albüm. E Phonem kapsamında Türkiye'ye de geliyorlar. Garajistanbul'da kendileriyle biraz duygulanıp biraz dansetmek için gün sayıyorum ben de. Güzel müzik dinlemek ve bu arada eğlenmek isteyenler için uygun bir konser olacak. Bu arada aşağıda Conan O'Brian'ın şovunda "Love" adlı parçasının performans kaydı da var. Konser öncesi ufak bir göz atmak isteyenlere.

Albümden örnekler:

MP3: Devendra Banhart - Seahorse
MP3: Devendra Banhart - Carmencita

Ayrıca:

MP3: Devendra Banhart - Don't Look Back In Anger
Video: Devendra Banhart & The Spiritual Boner - Lover (Conan O'Brian Show 26.09.2007) @ YouTube

Devendra Banhart resmi sitesi
Devendra Banhart @ MySpace
Albümü satın almak için

25.10.07

Edwyn Collins - Home Again (EMI, 2007)

"Girl Like You" parçasıyla bizlere kendini tanıtmış, klibindeki gölgede duran seksi kadın figürüyle ergenlik dönemimizde dikkat çekmişti. Aradan uzun yıllar geçti. Albüm çıkardı, sesi çıkmadı, yine o başarıyı yakalamaya çalıştı ama dikkatleri üzerine çekemedi. Sonuç olarak da 12 yıl geldi geçti.

Edwyn Collins Eylül ayının 2. yarısında yeni albümü "Home Again"'i çıkardı. Aslında bu albümü çıkarması pek de kolay olmadı. 2 kere beyin ameliyatı oldu kanama sebebiyle. Ölümden döndü. Uzun süre yürüyemedi ve konuşamadı. Albümdeki parçaları önceden hazırlamıştı ancak sağlık problemleri sebebiyle beklemedeydi. Ve sonunda uzun bir terapinin ardından aldı eline gitarı ve albümü tamamladı.

Bu sefer "Girl Like You" ile olduğu gibi tek parçayla vurmak yerine tüm albümle bir şeyler yapmayı hedeflemiş görünüyor. Genel olarak Blues ekseninden Rock ve Pop'a dirsek temasıyla devam etmiş albümde. "Superstar Talking Blues" albümün en hareketli ve eski Blues havasını yansıtıyor temelinde. Folk'la birlikte karşımı güzel olmuş. "7th Son"'da da benzerlikler var ancak onda Folk daha baskın bir noktada.

Albümde Indie Pop olarak tek parça var, "Then I Cried" ama onda da derinden Folk yapısı ağır hissediliyor. Blues ve Folk'u albümde oldukça güzel kullandığını söyleyebilirim. Hani albüm olarak şaheser değila am dinlenebilirliği gayet yüksek. Hatta araba kullanırken veya kitap okurken çok da güzel dinlenir, en ufak rahatsızlık hissi vermez. Hele "You'll Never Know (My Love)"'da biraz daha Chris Rea tarzı bir vokal yaratabilseydi o zaman benim için tam olurdu.

Edwyn Collins bu albüm sayesinde 1995'te yaşadığı popülerlik patlamasına kesinlikle ulaşamaz. Ama çok daha sağlam bir adım atmış oldu profesyonel müzik hayatı açısından ve ileride kendisinden bir beklentim olmasını sağladı. Umarım böyle devam eder. Tek parçalık albüm yapmaktansa öne fırlayan bir parça olmadan bir bütün albüm yapmak çok daha iyi bana göre.

Beğendiğim parçalar:

3) You'll Never Know (My Love)
4) 7th Son
7) Superstar Talking Blues
10) Written In Stone
12) Then I Cried

MP3: Edwyn Collins - You'll Never Know (My Love)
MP3: Edwyn Collins - 7th Son

Edwyn Collins resmi sitesi
Edwyn Collins @ MySpace
Albümü satın almak için

24.10.07

Keith Jacobson - Turn On The Charm (CD Baby, 2007)

Smooth Jazz seven var mı? E illa vardır. Keith Jacobson ismi yabancı gelebilir, gelmeyebilir. Geçen sene çıkardığı "I Wanna Be With You" albümüyle dikkatleri ziyadesiyle çekmişti kendileri. Elektronik müzikten sadece vuruşlar için faydalanan bir yapıdaydı albüm, bunun yanında saksafonun güzel melodileriyle döşenmişti geri kalanı.

Bu albümde kaldığı yerden devam etmemiş ama. Birkaç gömlek üste çıkmış. Hani Michael Bolton'ın birçok şarkısındaki o saksafon soloları vardır, içimiz erir. Asıl bir de bunu dinlemek lazım. Vokal olmadan, Michael Bolton'ın o hipnoz edici sesi olmadan safi saksafon. Hiç altta kalır yanı da yok hani.

Albüm boyunca çok güzel bir Smooth Jazz dinletisi sunuluyor bizlere. Hani hemen gidip akşam yemeği hazırlayasım, 2 mum yakasım ve karşıma da kız arkadaşımı alasım var. Aman ne diyorum ben saat olmuş gecenin bir yarısı, kız arkadaşım binlerce kilometre ötede. Sağlıklı emareler değil bunlar. Neyse.

Her şey bir yana, cidden muhteşem bir dinleti sunuyor. Keith Jacobson'ın saksafonda tüm ihtişamı yanında gitar zaman zaman etkin rol oynuyor duygusallık açısından. Albümde de beğendiğim parça moduna girmeyeceğim, haksızlık olur. Tüm albümü bir oturuşta zevkle dinledim.

MP3: Keith Jacobson - Zip In My Zap
MP3: Keith Jacobson - Rendezvous

Keith Jacobson resmi sitesi
Keith Jacobson @ MySpace
Albümü satın almak için

22.10.07

The Verve

Uzun bir aradan sonra gündemdeki geri dönüş akımına kapılıp birleşen gruplar arasına girdi The Verve de. Aslında işin ilginç yanı grup birleştiğinde açıklama yapmadı. Doğrudan stüdyoda buluştular ve çalışmalara başladılar. Sonucunda ise şu anda ismi açıklanan 6 parça var. Bunlardan bir tanesi "The Thaw Sessions" ise NME dergisinin Internet sitesinde 1 hafta süreyle dinleyicilere sunuluyor. Bu fırsatı kaçırmayın ve The Verve'ün geri dönüşünü kutlayın derim.

"The Thaw Sessions" konusuna gelince. 14 dakikalık çok güzel bir çalışma. Zevkle dinledim biraz deneysele kaçan Rock türündeki parçayı. Biraz çağdaş ozan havası var vokalde ve gerçekten etkileyici bir halde dönüyor The Verve. Diğer parçalar da bu şekildeyse eğer, The Verve ortalığı bir hayli sallayacağa benziyor. Mutlaka dinleyin derim.

Bunu geç okuma ihtimali olanları göz önünde bulundurarak parçayı ayrı bir yere de yükledim. Oradan da edinebilirsiniz.

İsmi açıklanan parçalar şöyle:

Sit And Wonder
Judas
Appalachian Springs
Mona Lisa
Rather Be
The Thaw Sessions

Buradan formu doldurup "The Thaw Sessions"'ı indirebilirsiniz
Alternatif olarak buradan da formsuz indirebilirsiniz

The Verve resmi sitesi
The Verve @ MySpace

The Orb - The Dream (Traffic Inc, 2007)

3 haftalık süre içerisine bu kadar güzel müzik sıkıştırıp bizleri şapşala çevirmenin sebebi ne gerçekten çok merak ediyorum. Radiohead, Mark Knopfler ve Beirut sanki yılda başka zaman yokmuş gibi ard arda albümlerini çıkardılar ve şimdi de The Orb onları izliyor. Bu kadar güzel müziğe böylesine kısa sürede maruz kalmak psikolojimizi bozabilir.

The Orb Alex Paterson ve eski KLF üyesi Jimmy Cauty'nin kurmuş olduğu bir grup. 1990'lar boyunca bana elektronik müziği sevdirmede önemli bir mihenk taşı. Daha sonra Jimmy ayrılıyor ve birkaç değişimden sonra The Orb son halini alarak Thomas Fehlmann'la devam ediyordu. Bunun bir açılımı olarak da bundan önceki albümlerini Kompakt'tan yayınlamışlardı zaten. Derken bu albüm için Fehlmann'ın da ayrıldığını öğrendikten sonra grubun şu anda eski üyesi Orbster Youth ve Dreadzone'dan Tim Brian ile yola devam ettiğini söyleyelim. Ancak değişim sadece 2. elemanlarda oldu her zaman. Albümlerin prodüktörü ve müzik yönetmeni Alex kaldığından The Orb değişimlere rağmen müzik anlayışında her zaman sabit kaldı. Techno ve Ambient'ın eşsiz bir bileşimi.

The Orb'un müziğini tanımlamak için en uygun şey After Party müziğidir. Ama bunu elbette basit olarak algılamamak lazım. Kruder & Dorfmeister'le birlikte en güzel parti sonrası rahatlama müziğinin yaratıcılarıdır kendileri. Hatta daha da ileri gitmek gerekirse Türkiye'de 2002'de Solar Beach'te düzenlenen Bughole festivalinde yer aldıklarında onları seyreden bir avuç insandan biriydim. Aldığım haz o denli yüksekti ki kendimi bir anda yanımda tanımadığım 45-50 yaşında bir adamla The Orb'u tartışırken buldum. Oradaki herkes hipnoz olmuş gibi bu güzel müziği dinliyordu.

"The Dream"' gelelim şimdi de. Grup bildiğimiz müziğini yapıyor. Dönemsel olarak oryantal öğeler katmışlar parçalarına. Ama temelde bildiğimiz ve sevdiğimiz The Orb. Albümde yine Alex Paterson'un yönetmenliği mevcut. Vokaller yine her zamanki o uzaysal melodiler hazırlayacak biçimde yer alıyor. Techno asla atlanan bir öğe değil ancak Ambient'ın havasını da bozmayacak bir biçimde varlığını sürdürüyor. Zaman zaman yerini diğer türlere de bırakıyor. Örneğin DDD (Dirty Disco Dub)'da biraz trip hop moduyla başlıyor ve tabla vuruşları da eşlik ediyor. Daha sonra synth'lerle durumu biraz eşitliyorlar. Benzeri "Lost & Found"'da da var. Ama bu sefer biraz daha Dub ağırlıklı. Biraz Rootman esintisi var diyelim. "Mother Nature"'da ise hip hop etkisi oldukça açık. Zaten vokal de bu yönde.

Melodisel anlamda yine dinleyeni alıp başka yerlere götürmesi an meselesi. Dikkat etmek gerekiyor. Çabucak kapılabiliyorsunuz albümün yörüngesine. Aman kapılın ne olacak. Böyle albümler insanın karşısına her zaman çıkıyor. Tadını çıkarmak lazım.

Beğendiğim çalışmalar:

1) The Dream
2) Vuja De
4) A Beautiful Day
5) DDD (Dirty Disco Dub)
11) Katskills
12) High Noon
14) Codes

MP3: The Orb - Vuja De
MP3: The Orb - A Beautiful Day

The Orb resmi sitesi
The Orb @ MySpace
Albümü satın almak için (Tükenmiş ama gelecek)

Not: Albümün Japonya'da yayınlanan versiyonunda "Let The Music Set You Free" adlı bir bonus parça var. Ama bir şey kaybetmiş değilsiniz. Sevmedim hiç.

21.10.07

Proodos Setleri

Herkese selam,

İş değiştirme safhasında evde otururken boş durmama amacıyla 2 adet set hazırladım. Aslında bunları daha önce Eksiwave adlı Internet bazlı bir radyoda düzenlemiş olduğum "Dark Side Of The Moog" ve "Light Side Of The Moog" programlarını baz alarak yaptım. İlgilenenler için aşağıda setlerle ilgili bilgiler ve linkleri var.

Dark Side Of The Moog seti - Electro, Tech House, Techno

Parça listesi:

01) Wink - Thick As Thieves
02) Levan - Dresscode (Original Mix)
03) Swat-Squad - Complicaciones
04) Ulysse - Sometimes
05) Maximilian Skiba - Transphormer
06) Moonbeam - Eclipse
07) Adam Beyer - China Girl
08) Guy Gerber - X-Factor
09) Swen Weber - Bassmann (Chris Count´s Access Mix)
10) Alex Carbo - Scorpio
11) A2Z Aka Acquaviva & Zenker - Swimming With Sharks (Olivier Giacomotto Remix)
12) Pryda - Armed
13) Alex Connors - Trust (Original Mix)
14) Roberto Rodriguez - The Days We Lost
15) Alex Gopher - Brain Leech (Bugged Mind Remix)
16) Zeta - Disco Daddy (Keller Dub Mix)
17) Justice - D.A.N.C.E (Mstrkrft Remix)
18) Kavinsky - Wayfarer
19) Kavinsky - Testarossa (SebastiAn Remix)

Set süresi: 124:12
Ses kalitesi: 192 Kbps

1. Parça
2. Parça

Seti dinleyebilmek için iki parçayı da indirmeniz gerekmektedir.

Light Side Of The Moog seti - Minimal House ve Minimal Techno

Parça listesi:

01) Luna City Express - Freaky Suckers (Dave Shokh Treatment 1)
02) Terje & Anders - Timian (Nicolas Stefan Remix)
03) Davide Squillace - U Are Like Sunray
04) The Viewers - Blank Images (Lazy Fat People Remix)
05) Pele - Mars Marijh
06) Anja Schneider - Loop De Mer (Original Mix)
07) Delon & Dalcan - Freak (Martin Eyerer Remix)
08) Ash turner - Under Par (Original Mix)
09) Danilo Vigorito - Chastity
10) Spektre - Chiral
11) Pier bucci - Hay Consuelo (Original Edit)
12) Brian Sanhaji - Reaction
13) Joseph Capriati - Microbiotik (Massi DL Remix)
14) Paul Ritch - Winter Ceremony
15) Swat-Squad - Mania
16) Guido Schneider - Transmission
17) Axel Bratsch - Dark
18) Yapacc - Boutique Minimal (3 Channels Remix)
19) Tigerskin - Crazy
20) Davide Squillace - Bcn Slices

Set süresi: 123:15
Ses kalitesi: 192 Kbps

1. Parça
2. Parça

Seti dinleyebilmek için iki parçayı da indirmeniz gerekmektedir.

Yorum yazmak, atıp tutmak serbest.

20.10.07

PJ Harvey - White Chalk (Island, 2007)

Albümün haberi ilk geldiğinde şöyle bir yerime oturup düşünmüştüm karşımıza çıkacak diye. Sonuçta bahsettiğimiz kişi PJ Harvey. Rolling Stone dergisinin gelmiş geçmiş en iyi 500 albüm listesinde 2 albümü olan biri. 2 kez yılın sanatçısı ödülünü almış tabii bununla beraber.

Tarz olarak İngiliz olmanın verdiği agresifliğe sahip olan PJ Harvey, protest sözleri ve melodileriyle de bazen hissettirerek, bazen hiç hissettirmeden bize aşıladı duygularını.

Açıkçası antisosyal ve sessiz olması, tüm duygularını müziğiyle dışarı vurmasını sağlıyor. Bunlar da genel olarak kızgınlık ve hayal kırıklığı olarak karşımıza çıkıyor çünkü dışa vurulma ihtiyacı bu duygularda en çok kendini gösteriyor. Bunun yanında bu albüme göre eskilerde daha sert bir bakış açısıyla yaklaşıyordu her zaman. Ancak gerek müziği, gerekse yazdıkları o derece etkileyici ki insanların hepsini bir gerçek olarak algılamasına şaşılmamalı. "Down By The Water" şarkısının sözleri yüzünden bazı eleştirmenler PJ Harvey'nin bir çocuğu olduğunu ve onu suda boğarak öldürdüğünü yazmışlar. Gaza gelmek bu olsa gerek.

Albüme gelince, albümde hala bazı noktalarda aynı dışavurum dikkat çekse de genelinde eskiye oranla daha sakin bir albüm. Bunun temel sebebi de PJ Harvey'in geçtiğimiz sene içerisinde sosyal anlamda biraz daha olgunlaşması. Ayrıca geçen senenin büyük bölümünde Los Angeles'taki bir grupta bas gitar çalarak geçirmiş ve turne sırasında insan ilişkilerinin geliştiğini söylüyor. İnsanlara kendini daha yakın hissettiğini ve artık konuşmaktan çekinmediğini söylemiş.

Bunun dışında albümde yoğun etkisi bulunan klasik müzik konusu var. Bach, Beethoven, Handel, Arvo Part gibi isimleri yoğun bir dinleme safhasından sonra pek de uzmanı olmadığı piyanonun başına geçip beste yapmaya koyulmuş. Zaten albümde de bunu görüyoruz. Parçaların çoğu ya piyano temelli, ya da piyanonun önemli rolü var.

Albümde sözler açısından karanlık hava bazı noktalarda yine baskın. Özellikle vokalin vurgusuyla oldukça kararıyor hava. Elbette alışkanlıklar ve karakter öyle 1-2 yılda değişmiyor. "The Devil", "Dear Darkness", "Broken Harp", "Silence" ve "Before Departure" bu konuda etkin rol oynuyor albümde. Aslında piyanonun kullanımının artması sanırım duygularının ifadesinde de daha etkin bir ortam yaratmış.

"Grow Grow Grow" eski albümlere göre çok tanıdık geliyor. Sanki daha önce, bir yerlerde duymuştuk. Ya da yaşamış mıydık? Bir deja vu hissi veriyor ama nerede ve nasıl sorularının cevabı parça çalarken daldığınız hayallerde saklı. Piyano melodisi sayesinde dalga dalga geliyor hayaller.

"When Under Ether" ise kafası güzel bir insanın hikayesini anlatıyor. Oldukça duygusal bir altyapıdan giriyor ve çarpık duygu hallerini iletiyor bize.

"Broken Harp" ve "The Piano" benim albümde yüzümü biraz olsun ekşitmeme sebep oldular bana göre başarısız yapıları ve müzikal anlayışlarıyla. Açıkçası hani laf etmeye dilim varmıyor ama dinlemekten pek hazzetmedim bu ikisini ve dinlesem de bir şey kaybetmezmişim.

MP3: PJ Harvey - The Devil
MP3: PJ Harvey - Grow Grow Grow

PJ Harvey resmi sitesi
PJ Harvey @ MySpace
Albümü satın almak için

19.10.07

SuperMayer - Save The World (Kompakt, 2007)

Kompakt elektronik müzikle alakalı olanların yakından tanıdığı bir plak şirketi. Kompakt adının yanında Kompakt Extra ve Kompakt Pop gibi uzantıları da var ve geçen sene itibariyle Kompakt Mp3 adlı siteyi de kurarak elektronik müzik açısından önemli bir satış mecrası haline geldi.

E bunların başında kim var, Michael Mayer. Bu oluşumda önemli bir pozisyonda yer alan bir diğer kişi kim, Superpitcher. Ortalamalarını al, SuperMayer. Elbette Minimalist elektronik müziğin bu denli iki önemli ismi bir oluşuma giriştiklerinde bu gerçekten dikkat çekici bir hal alıyor. Elbette kendilerinin de gaza gelip SuperMayer, Save The World gibi Superman moduna girmeleri de ayrı bir mesele.

Elbette ikiliden beklenen doğal olarak minimalist eksende inanılmaz çalışmalar ortaya koymalarıydı. Aslında ilk başlarda ortaya koydukları setler ve düzenlemelerle bu yönde bir sinyal verdiler. Daha sonra albümlerinin çıkacağı haberi beklentilerin yükselmesine yol açtı.

SuperMayer'in albümü 17 Eylül'de piyasaya çıktı ve genel anlamda şaşırtıcı bir yapısı var. Albümde Indie pop'tan, Minimal House'a, Synth Pop'tan, Disco'ya kadar çeşitli türler mevcut. Aaa pardon Minimal Tekno'yu unutmuşum. Albümdeki en beğendiğim parça olan "Two Of Us"'ı nasıl unuturum, ayıp oldu şimdi.

Evet albüm biraz çorba. Müzikal açıdan genel olarak beklenen seviyelere yaklaştıysa da albümün kendi içindeki tutarsızlığı bir nebze rahatsız ediyor. Ancak açıkça söylemek gerekirse ikilinin uzman oldukları türlerde yaptıkları çalışmalar dikkat çekici. "Saturndays" ve "Two Of Us" çok başarılı. Bunun yanında "The Lonesome King", "Us And Them" ve "Planet Sunrise" oldukça sıradan çalışmalar. Indie Pop türündeki "The Art Of Letting Go" ise farklı ve kaliteli tek deneme olarak dikkatimi çekti.

Sonuç olarak plak olarak çıksa da çok üzülmeyeceğim, fazla bir şey kaybetmeyeceğim bir çalışma olmuş. Keşke böyle iki arada bir derede kalacağına minimalist olanları bir plakta birleştirip tamamen farklı bir albüm çıkarsalardı. Neyse artık başka bahara diyoruz.

MP3: SuperMayer - The Art Of Letting Go
MP3: SuperMayer - Two Of Us (Extended Version)

SuperMayer @ MySpace
Albümü satın almak için

16.10.07

Israel Vibration - Stamina (RAS, 2007)

Ey güneşin çocukları. Gelin! Toplanın! Dünyanın en güzel ve güzide müziklerinden birine giriyoruz şimdi. Bu girişimize ön ayak olacak grup ise yeni albümü "Stamina"'yı yayınlayan Israel Vibration.

Önce hemen belirteyim, Israel Vibration eğlenceye yönelik ortaya çıkan Dancehall Reggae akımından değil. Rastafari hareketine mensuplar ve Bob Marley benzeri dinlenmesi ve oturduğun yerden zevk alınması için çalışma yapıyorlar. Ha bunda da dans edemez misin, edersin. Ama zıp zıp değil.

Israel Vibration, rehabilitasyon merkezinde tanışan Lascelle "Wiss" Bulgin, Albert "Apple Gabriel" Craig ve Cecil "Skeleton" Spence'ten oluşuyor. 1978'de ilk albümünü çıkaran grup ancak 3 albüm dayanabildi ve daha sonra Dancehall akımını sebep göstererek Amerika'ya yerleştiler ve albüm çıkarmadaki maddi problemleri sebep göstererek grubu dağıttılar. Daha sonra 1988'de baskı üzerine birleştiler ve çalışmalarının sonucunda efsanevi "Strength Of My Life" albümü çıktı. O zamandan beri 20 albüm çıkardılar ve 21. de hoş geldi. Ama atlamadan Albert'ın gruptan ayrıldığını ve solo kariyer peşinde olduğunu söyleyelim.

Gelelim albüme. Güneşin çocukları diye boşuna demedim. Güneşli bir albüm tamamen. Her ne kadar sözlerinde genel olarak yoksulluktan, Jah'dan ve sosyal sorunlardan bahsetse de elinize kitapçığı almadıkça sözleri pek anlayamadığınız için bu sorunları da anlayamıyorsunuz.

Bunun yanında güzel bir dub reggae dinleme imkanı sunuyor albüm istisnalar hariç. İlk yarısında genel olarak aynı ritmde gidiyor. Bu da aynı ritmle sallanmanızı sağlıyor. Trompet oldukça sık kullanılmış. Bu da biraz ekstra enerji katmış. Ama rahatlamanızı engelleyecek ölçüde değil orası kesin.

"Far Beyond" ile çok güzel başlıyoruz. Ritmimiz uygun, keyfimiz yerinde. Albümün yarısına kadar da bu şekilde gideceğiz zaten. Sonra biraz sapıtacak ama olsun. Bunu henüz bilmiyoruz. "Herb Is The Healing" bu arada en dikkat çeken çalışma oluyor. Ritm ve vokalin ahengi çok güzel.

Albümün 2. yarısı "Stamina" ile başlıyor ve şaşırmaya da başlıyorum. Hız olarak albümün ilk bölümüne fark atıyor. Biraz fazla Dancehall geldi ve açıkçası sırf bu yüzden beğenmedim. "Little Children"'da ilginç bir şekilde Ska havası var. Hani İngiltere'deki Reggae ve Ska hareketinin beraber yürüdüğü düşünülürse anlaşılabilir bir hedef kayması. "Cleanliness" ise albümün yüz karası bana göre. 89'daki albümlerini dönüp bir dinlesinler mümkünse. "Free Loafter" ise Fransa'daki hayranlarını memnun etmeye yönelik diye tahmin ediyorum. Gerçek Israel Vibration sevenleri değil. Keza Sautez Reggae de aynı şekilde.

Mümkünse albümün ilk yarısını zevkle dinleyin, 2. yarısına da göz atın sadece. Bu kadar fark nasıl oldu bilmiyorum ama albümün beğenisini düşürüyor. Keşke 7-8 parçayla çıksaydı albüm. Yine de ilk yarısı uğruna dinlenecek bir albüm. Zaten o 8 parçayı bugünlerde mumla aradığımızı düşünürsek kaçırmamak en iyisi.

MP3: Israel Vibration - Far Beyond
MP3: Israel Vibration - Herb Is The Healing

Israel Vibration @ RAS Records
Israel Vibration @ MySpace
Albümü satın almak için

15.10.07

Beirut - The Flying Club Cup (Ba Da Bing, 2007)

Amerikalı genç yetenek Zach Condon'ın kurduğu Beirut grubu şimdiki konuğumuz. İlk albümünü 15 yaşında çıkaran ve o zamandan beri durmadan çalışan, üreten bir yetenek. Onun müziğini şekillendiren şey ise 16 yaşında Avrupa'ya yaptığı bir gezi sırasında tanıştığı Balkan müzikleri.

2006'da çıkardığı "Gulag Orkestar" albümüyle dikkatleri çekti dünya çapında. Arkasından başlayan turnede yolu ülkemize kadar uzandı ve 30 Haziran 2007'de Radar Live festivalinde sahne aldı. Sadece sahne almadı, izleyenleri mest etti. Ben izleme şansı bulamadım ancak Misak Tunçboyacı'nın ballandırarak anlatışını birkaç kere dinledim.

Yeni albümü "The Flying Club Cup" da bir önceki albümünün yarattığı etkiyi devam ettirmeyi amaçlıyor. Amacına da ulşacak gibi görünüyor. Balkanların o kendine özgü havasını koklayacağınız yoğunlukta size sunuyor. Ve bunu biraz nostalji, biraz romantizm, biraz da melankoli katarak yapıyor.

Albüm nostaljik "Nantes" ile başlıyor. Vokalin kullanılışı sayesinde biraz daha düşünüyorum bu adam nasıl 21 yaşında diye. Ama daha çok şaşıracağım. "A Sunday Smile"'ın romantizmi geldiğinde yine hazırlıklıyım ama arkasından "Guyamas Sonora" vurduğunda işte o yine şaşırma noktası geliyor. Vokali kenara koydum, xylophone ve kemanın ortak saldırısı karşısında savunmasız kalıyorum. Andrea Corr'un parmağı var mı o kemanda merak ettim. Benzer duygu yükü var çünkü. "La Banlieu" ise %100 katıksız Balkan orkestrası ürünü gibi. Piyano sadece bozuyor saflığı ama bu halde bozmasında en ufak sakınca yok. Akordiyon ve trampet delisi "Cliquot" ise apayrı güzel geliyor.

Albümde en zayıf halkalar bence "The Penalty" ve "Forks And Knives". Onlar da hani diğerlerine bakınca zayıf kalıyor. Bunun haricinde en ilginç nokta caz etkili "In the Mausoleum" oluyor. 1960'lardan kalma bir havası var ve yapısıyla albümde sıyrılıyor. Hani ona en yakın olan da "Un Dernier Verre" genelindeki solo piyano yapısıyla. Son anda o da Balkanlara uzanıyor trompetlerle. Bu arada albümde gitar yok, yani "Gulag Orkestar"'da dikkatimizi çeken Zach'in gitara kıllığı halen geçmemiş.

Çok güzel, çok çok güzel bir albüm. Mutlaka dinlenesi bir havası var. Balkanların o oynak havasından farklı olarak diğer yüzünü de ortaya koyuyor ve taa Amerika'daki stüdyosundan. Hele "Gulag Orkestar"'dan en büyük farkı yeni albümünün stüdyoda, eskisinin de Zach'ın evinde kaydedilmiş olması. Güzellik, ahenk hala yerinde duruyor. Ne mutlu bize.

MP3: Beirut - Nantes
MP3: Beirut - Guyamas Sonora

Beirut'un resmi sitesi
The Flying Club Cup'ın resmi sitesi
Beirut @ MySpace
Albümü satın almak için

14.10.07

Mark Knopfler - Kill To Get Crimson (Warner, 2007)

Nasıl anlatılır bu adam? 1977'de git sen Dire Straits'i kur, sonra tam biz ısınmaya başlamışken 1991'de grubu dağıt ama kendi kendine çalışmaya devam et. Bu arada gelmiş geçmiş en iyi 27. gitarist seçil, film müzikleri yap, onu yap bunu yap. Arkanda benim diyen gitaristlerin bile şapka çıkardığı bir kariyer bırak.

İskoç Mark, bizde çok iz bıraktı. MTV'de yayınlanan ilk klip "Money For Nothing"'di ve son döneme kadar çok sık yayınlanırdı. Klibi o kadar çok seyrettim ki hala ezberimde. Bir "Sultans Of Swing", bir "Love Over Gold", "Brothers In Arms", "Tunnel Of Love", "So Far Away", "Walk Of Life", "Calling Elvis", "Heavy Fuel". Gider bu liste daha.

Mark Knopfler 91'den sonra solo kariyerine başladı ve içlerinde en sevdiğim "Wag The Dog"'unki olmak üzere birçok film müziğine imza attı. Bunun yanında stüdyo albümleriyle de bizi mahrum bırakmadı yeteneğinden. Geçen ayın ortasında da yeni albümüyle bizlere tekrar merhaba diyor.

"Kill To Get Crimson" bizlere anıları hatırlatmak amacıyla yapılmış bir albüme benziyor. Elbette Dire Straits enerjisinden uzak ancak bu sefer de göz pınarlarını hedef alıyor. Aile muhabbetlerinde şarkı söyleyen aile büyüğü edası var. Albüm bu derece sıcak ve samimi.

Albümün genelinde akustik gitarın ağırlığını görüyoruz. Bunlarla yağmurlu bir sonbahar gününde pencere önünde kitap dinlerken insanı mutlu edecek bir müzik yapmayı başarmış. Başarmış demeye pek gerek görmüyorum aslında, bekleneni karşılamış sadece.

Bazı noktalarda, özellikle "We Can Get Wild"'da ciddi bir Chris Rea havası var. Benzeri "Punish The Monkey" adlı çalışmada da var ama parça o kadar güzel ki bir laf edesim yok. Bunun bir sebebi de eski Dire Straits havasını da içinde barındırması. Doğrudan Dire Straits hayranlarını mutlu edeceğine emin olduğum bir parça.

Kitapçıktaki resimlerden Mark'ın artık yaşlandığını ve biraz da kilo aldığını görmek mümkün ama formundan hiçbir şey kaybetmediğini söylemeliyim. Yine aynı karizma, yine aynı yetenek, yine o tanıdık sesle kulağımıza esen güzel melodiler. Sonuçta dinlenesi, güzel bir albüm.

MP3: Mark Knopfler - True Love Will Never Fade
MP3: Mark Knopfler - Punish The Monkey

Mark Knopfler resmi sitesi
Albümün Türkiye distibütörü Topkapı Müzik
Albümü satın almak için (Türkiye'de DnR'larda var ama Internette yok)

12.10.07

Radiohead - In Rainbows (Not On Label, 2007)

Kabına sığamayan Radiohead'den yine farklı şeyler görüyoruz. Önceleri grubun resmi forumunda garip garip mesajlar yayınladılar yeni albümleriyle alakalı. Daha sonra çeşitli kaynaklardan hiçbir plak şirketiyle anlaşamadıkları haberi geldi ve endişe doğurdu. Albümü daha fazla beklememiz anlamına gelebilirdi bu. Arkasından son açıklama uzun bir zaman sonra yine foruma geldi ve albümün 10 Ekim'de satışa sunulacağını söylüyordu. Ama albümü kendileri yayınlayacak ve öncelikle İnternetten satış yapacaklardı. Bu olay Prince'in gazeteyle albümünü dağıtmasından sonra kısa sürede 2. şok oldu müzik piyasasında. Grupların kendilerine büyük plak şirketlerini es geçip yeni mecralar yaratması modası iyice gelişti.

Derken 10 Ekim geldi ve karşımıza ilginç bir durum çıktı. Albümü kutusuyla almak isteyenlerin önüne 41 Sterlin'lik bir opsiyon çıktı. 3 Aralık'tan itibaren dağıtılacak kutuda albümün kendisinin yanında 1 adet bonus disk de var. Bunda daha önce bazıları konserde çalınmış, bazıları ise hiç çalınmamış eski ve yeni parçalar var. Ama işin asıl ilginci, albümü İnternet üzerinden indirmek isteyen kullanıcılara oldu. Fiyatı kendinizin belirlediğiniz bir boşluk vardı. "Gönlünüzden ne koparsa" diye de yazıyorlar yanına çekinmeden. Helal olsun diyorum açıkçası. Albümü bedavaya da indirebiliyorsunuz eğer 0,0'ı seçerseniz. Ama gönlünüzden geçeni verebilirsiniz. Sitedeki inanılmaz yoğunluk için de uyarayım. Biraz uğraşabiliyorsunuz. Üye olmanız da gerekiyor.

Albümün şimdilik indirilebilir kısmında yani ilk diskte 10 parça var. Şimdi sıra bunları incelemekte.

Albümün genelinden başlamak gerekirse Thom Yorke'un o agresif hali gitmiş. Özellikle solo albümü "Eraser"'da görmüş olduğumuz olgunlaşma burada da aynı etkisini gösteriyor. Ama hemen gönüllere su serpmek lazım, albümün müzikal anlamda "Eraser"'la olan benzerliği alternatif ve olgun bir albüm olmasıyla sınırlı. Türleri açısından bir benzerlik taşımıyorlar. Radiohead yine bildiğimiz Radiohead.

1) 15 Step - Elektronik vuruşlarla başlaması bir anlık tedirginlik yaratmıyor değil Radiohead olması sebebiyle. Ama daha sonra gitarın girmesiyle kendime geliyorum. Aksak vuruşlarla devam eden parçada kulak gıdıklayan yumuşak Radiohead gitar melodisiyle güzel güzel gidiyor.

2) Bodysnatchers - Distortion'la giren bir gitarla başlıyor. Arkasından hareketli bir melodiyle devam ediyor. Biraz deforme olmuş Rock N Roll havası var. Albümdeki farklı bakış açılarından ilki diyebiliriz bunun için. Hani Doors dönemine uzanmış parçayla. Thom Yorke vokalde de buna uygun bir performans sergilemiş.

3) Nude - Derhal frene basıyoruz. ABS olduğu da belli, anında yavaşladı. Bir Thom Yorke baladıyla karşı karşıyayız. Romantizm yüklü, gerek melodisiyle gerek sözleriyle. Sizi alıp hayallere daldırabilecek kadar başarılı bir yapısı var.

4) Weird Fishes/Arpeggi - Tekrar "15 Step"'teki hızımıza dönüyoruz. Thom Yorke'un okyanusta çekilen belgesel edasıyla anlattığı bir aşk hikayesi. Çok güzel bir yapısı var. Orta bölümde agresifleşmesi bile sakince. Takdir ettim.

5) All I Need - Ağır aksağa geri dönüyoruz. "Streets Of Philadelphia" ayarında bir hızda. Elektronik bir melodiyle vokal giriyor. İkisi de benzer vurgularda ve puslu bir hava izlenimi veriyorlar. Sözlerin de etkisiyle melankolikleşiyor. Xylophone ise olaya sadece artı etki yapıyor biraz naiflik katarak.

6) Faust Arp - Daha da yavaşlayarak yolumuza devam ediyoruz hafif bir gitar ve keman melodisiyle. Vokal önde yer alıyor benzer yumuşaklıkla. Akustik gitar parçaya güzel bir romantizm katıyor. Vokalde Thom Yorke hikayesini anlatmaya devam ediyor durmadan.

7) Reckoner - Caz mı? Vuruşların yapısı ve niteliğiyle caz havasıyla geliyor. Arkasından gitar melodisi biraz şekillendiriyor. "Keşke"lerle dolu bir havası var adında olduğu gibi. Bir süre sonra vuruşlar geri çekiliyor ve sahneyi vokale bırakıyor. Albümdeki ve genel hayatındaki melankoliyi ayna gibi yansıtıyor Thom Yorke. Yaylılar girdiğinde ise ağzım açık dinliyor halde buluyorum kendimi.

8) House Of Cards - Hafif Folk Rock misali çıkıyor karşımıza. Thom Yorke'un arkadaki seslenişleri de bu yapıya uygun. Aksak vuruşlar ise dikkat bile çekmiyor. Aksaklığı dışında Amerikan bir gruba atfedeceğim farklı bir çalışma. Tabii vokali duymasam. Thom Yorke vokalde tonunu yükselttiğinde ise apayrı bir hissiyata sokuyor. Ağzım kapanamadı bir türlü.

9) Jigsaw Falling Into Place - Paranoid Android'in akustiği bir gitar melodisi var. Vuruşlar ise yapıyı değiştiriyor. Melodi değiştiğinde yine Folk Rock öğeleri barındırıyor. İnce Thom Yorke vokalinden eser yok. Yerine iddialı bir tondan gidiyor. Albüme oranla hareketli ve agresif bir yapıda parça. Thom Yorke vokalde alt tona indiğinde agresifliğini vokale de yansıtıyor ve şeklimizi tam anlamıyla buluyoruz. Son hali biraz Oasis ve Cardigans karışımı hissi verdi ama daha başarılı demeliyim.

10) Videotape - Albümün son çalışması piyanoyla ağlıyor. Hüzün, eski anıların akla gelmesiyle yoğunlaşıyor. Eski kasetleri seyrederken çok tehlikeli bir fon müziği. Derin bir of çekesim var. Müziğiyle duygularını bu kadar güçlü bir şekilde yansıtan bu adama ne diyebilirim bilmiyorum. Vuruşların gelişen yapısı ise duygu yükünü birkaç kat artırıyor.

Son sözüm şudur ki: eline sağlık Radiohead, eline sağlık Thom Yorke. Yine bir albümde değişim süreci geçirdikten sonra yine birçok insanı hüzünlendirecek, bir çoğunu depresyona sokacak, ağlatacak ama bazılarını da müziğine ve yeteneğine aşık edecek bir albümle karşımıza çıktılar. Son 4 saattir dinliyorum ve daha en az bir 100 saat dinleyecek gibi görünüyorum.

Radiohead - Nude
Radiohead - Weird Fishes/Arpeggi

Albümün resmi sitesi/Satın almak için
Radiohead'in resmi sitesi

10.10.07

Trio Toykeat - One Night In Tampere (Blue Note, 2007)

Trio Toykeat 1988 yılında Finlandiya'da kurulmuş olan bir Caz triosu. Enerjik yapılarıyla Finlandiya'nın beklentilerini karşılayan grup zaman içerisinde Avrupa çapında, daha sonra da dünyaya yayılan bir üne sahip oldular. Grup piyanoda Iiro Rantala, bateride Rami Eskelinen ve bas gitarda Eerik Siikasaari'den oluşuyor. Bildiğim kıt Fince sayesinde Eerik'in Siika adasından (Saari = Ada) olduğunu söyleyebiliyorum ancak.

Grup 11. stüdyo albümünü prestijli Blue Note plak şirketinden Temmuz ayında çıkardı. Albümde daha önceki albümlerinin benzeri romantik ve hareketli melodilerin karışımı yer alıyor. Aslında bunun en iyi açıklaması tutkulu bir aşk müziği olabilir. Zaman zaman sesini yükselten, bazen dinginleşip huzura kavuşan bir aşkın hikayesi var albümde. Bu arada albümün tamamen canlı kaydedildiğini söylemekte de yarar var.

Üçlüden hiçbiri albüm içerisinde sürekli ön planda durmuyor. Değişim içindeler ve bu da albümde demokratik bir hava yaratmış. Ayrıca vurguların değişik noktalarda farklı enstrümanlarla yapılması albüme müzikal açıdan derinlik kazandırmış. Özellikle "Perfect Make Out Music"'te gerçekten adına yaraşır bir şekilde görüyoruz bunu. Hani denemedim ama eminim parça böyle bir iş sırasında uygun görevi görür.

"Final Fantasy"'de ise muhteşem bir piyano yorumu dinliyoruz. Canlı seyretmek mümkün olsaydı o zaman parmakları izlemek isterdim. Hani görebilir miydim bu hızda ilerlediklerinde bilmiyorum ama yine de bakmak güzel olurdu. Güzel dinlenen, takdiri hakeden bir albüm.

MP3: Trio Toykeat - Perfect Make Out Music
MP3: Trio Toykeat - Final Fantasy

Trio Toykeat'in resmi sitesi

8.10.07

Proodos Özel ... (6) - Guts Röportajı

Guts projesiyle çıkardığı ilk solo albümü "Le Bienheureux" ile bu sayfalara konuk olan çiçeği burnundaki Fabrice ile bir röportaj yaptım. Bunun temel sebebi de yaptığı müziği ileri derecede beğenmiş olmam ve kendisini tanımak istemem. Umarım benim gibi düşünenler de çoğalır kendisi hakkında çünkü albümü bunu hakettiğini açıkça gösteriyor. Herkese iyi okumalar.

Sühan - Merhaba Fabrice. Sen bizim için yeni bir isimsin. Bize nereden geldiğini ve bizi nereye götüreceğini biraz açıklar mısın?

Fabrice - 1980'lerin sonlarında Hip Hop DJ'i olarak başladım. DMC DJ'i olarak yarışmalara katıldım. Daha sonra "Alliance Ethnik" adında bir Hip Hop grubu kurdum. Bu grup 10 yıl boyunca devam etti. New York'ta Bob Power adında bir prodüktörle çalıştık ve o dönemin önemli isimleri A Tribe Called Quest, The Roots, De La Soul ve Common gibi grupların da prodüktörlüğünü yapıyordu. "Respect With Vinia Mojica" parçamızla büyük ilgi gördük ve albüm de büyük başarı kazandı. Daha sonra De La Soul, Common, Biz Markie ve Rahzel'le birlikte çeşitli parçalar yaptık.

Daha sonra Kif Records bünyesindeki Fransız Rapçilerle çalıştım. Bu serüven 5 yıl sürdü. Son 2 yıldır solo olarak dünyaya açılmak için çalıştım. Şimdi kendimi Nightmares On Wax aka DJ Ease'in WAX ON Records ailesindeyim. DJ Ease de benim gibi İbiza'da yaşıyor ve bu hikaye daha yeni başlıyor!!!

Sühan - Wax On Records'dan promonu aldım ve açıkçası bayıldım. Nightmares On Wax'e oldukça benzer bir tarzın var. Seni etkileyen sanatçılardan bahseder misin?

Fabrice - Aslında tüm Hip Hop kültürü beni etkiledi. Ben bu kültürle büyüdüm. Rap, Breakdance, DJ'lik ve Grafiti. Tabii Public Enemy, NWA, Beastie Boys, A Tribe Called Quest, De La Soul ve Boogie Down Production gibi Hip Hop ve Rap gruplarının hepsi beni etkiledi ve bugün hala etkiliyor!!!

Soul, Jazz, Rock, Pop ve Reggae'yi daha geç keşfettim. Şimdilerde her tür müziği dinliyorum, elektronik de dahil, tıpkı jenerasyonum gibi. Günümüzün Hip Hop'unu pek dinlemiyorum çünkü biraz sıkıcı olmaya başladı. Artık daha alternatif sanatçılardan etkileniyorum diyebilirim.

Sühan - Albümün gerçekten çok iyi organize edilmiş ve bu yıl için türünün en iyileri arasında. Beklentilerin nasıldı ve tepkiler nasıl gelişti?

Fabrice - Aslında tepkiler çok iyi şu anda. Albüm Eylül ayının 24'ünde çıktı ve albümden çıkan ilk plak "And The Living Is Easy" şu ana kadar İngiltere'de BBC 1'de, Almanya'da ve Avustralya'nın da en büyük radyolarında çalındı. (Sühan notu: Misak Tunçboyacı ile birlikte biz de Dinamo FM'de geçtiğimiz Pazartesi albümden 4 tane parça çaldık) Bu parçayı birçok radyo çalıyor artık. Evvelsi hafta İrlanda ve Almanya'da birer konser verdim ve tepkiler de beklediğimden iyiydi. Mutlaka en kısa zamanda Türkiye'ye de geleceğiz!!!

Sühan - Albüm için güneş dolu tanıtımı uygun olur. İçinde birçok ruh hali var ama güneş her zaman ışıldıyor tepede. Güneşi seviyor musun?

Fabrice - Aslında benim en belirgin özelliğim ayçiçeği gibi sürekli güneşe dönüyor olmam. İbiza'ya da bunun için taşındım. Yaptığım müzik için bana enerji veriyor. Bu şekilde dinleyenlerin beynine gezintiye çıkıyorum ve bu cidden bir gezinti oluyor benim için. Albümdeki her parça sizin gününüzden bir parça veya hayatınızdan bir gün.

Sühan - Albümde gitarı romantizm temasını uygulama açısından çok etkili kullanmışsın. Sanırım senin en sevdiğin enstrüman o.

Fabrice - Evet, gitar benim en sevdiğim çalgı ve en sevdiğim ses çünkü gitarın sonsuz derecede farklı ruh halleri var. Her gitarın farklı bir tınısı var. Romanzime gelince, gitar karakterimi ve içimdeki notaları en iyi yansıtan şey.

Sühan - "Nightmare On Paris" ve "Sweet Love" benim en sevdiğim parçalar. Onların hikayesini anlatır mısın?

Fabrice - "Nightmare On Paris"'i yazdım çünkü Paris'e hem aşığım hem de nefret ediyorum. Biraz karmaşık. "Sweet Love"'a gelince ben kumsaldaki bir romantizmi şehirdeki tutkulu bir aşka tercih ederim.

Sühan - DJ olarak da performans sergiliyorsun konserlerin haricinde. DJ'lik yaparken seçimlerin neler oluyor ve insanlar nasıl bir performans beklemeliler?

Fabrice - DJ'lik yaparken açık fikirli olmanız gerekiyor. Gün içinde dinleyebileceğim her şeyi çalarım. Progresif ve geniş melodili olabilir. Kendi yaptığım mash-up parçaları, yeniden düzenlediğim başkalarının parçalarını, bilinen/bilinmeyen parçaları ve bazen de çok güzel birkaç elektronik parçayı çalıyorum. Elbette unutmadan biraz scratch de atıyorum çünkü buna bayılıyorum.

Konser verirken biraz değişik elbette. O zaman dizüstü bilgisayarımda Ableton Live programını kullanıyorum ve tabii yine pikaplarım oluyor hep.

Sühan - Son dönemde çok beğendiğin 5 plak veya albümü de söyler misin?

Fabrice - Class Of 3000 Vol 1 (OST), Justice - Cross, Outlines - Our Lives Are Too Short, Common - Finding Forever ve Dragonette - Galore.

Sühan - Çok teşekkürler. Umarım en kısa zamanda görüşebiliriz.

Fabrice - Ben de bunu çok istiyorum. İstanbul hakkında birçok şey duydum ve gelmeyi iple çekiyorum. Bakarsın bu sene albüm turnesinde gelirim. Belli olmaz.

6.10.07

Hard-Fi - Once Upon A Time In The West (Warner, 2007)

Hard-Fi Staines merkezli bir İngiliz İndie Rock grubu. Grup Richard Archer'ın vokalde, Kai Stephens'in bas gitarda, Ross Phillips'in gitarda ve Steve Kemp'in bateride yerlerini almasıyla oluşuyor. Kendilerini 2005 yılında birçok derginin en iyi albümler listesine giren "Stars Of CCTV" albümleriyle de tanıyoruz. Aslında ben Harun İzer sayesinde tanımıştım ne yalan söyleyeyim. Hem niye söyleyeyim. Kendisi Best Of 2006 listesine bile sokmaya çalışmıştı bu albümü.

İlginçtir ki 2005 yılında çıkardıkları albüm önce bir furya ile büyük ilgi gördü, daha sonra ilgi azalırken bir anda tekrar bir akım başladı ve albüm çıkışından 6 ay sonra İngiltere'de 1 numaraya fırladı. Hani açıklamakta zorlanacağım bir durum.

Grubun müziği bildiğimiz enerjik İndie Rock gruplarına ek olarak biraz Punk Rock havası da taşıyor. Sanırım beğenisindeki temel öğe de bu iki türü güzel bir şekilde birleştirmesi. Zira özellikle İngiltere'deki Punk Rock beğeni potansiyeli göz önünde bulundurulduğunda bunu moda olan İndie Rock ile birleştirmek pek de sihirli olmayan bir formül. Ama Hard-Fi gibi başarılı bir şekilde yapmak işin püf noktası. Bu arada Hard-Fi grubu The Clash hayranlıklarını da açıkça belirtiyor.

Yeni albümleri Eylül ayının 2. yarısında çıktı. Albümün kapağı bir tartışma konusu oldu. Hani daha önceki albümlerinin kapağı düşünüldüğünde bu çok da şaşırtıcı bir şey değil aslında ama yine de büyük plak şirketleri ortalığı karıştırmayı ve farklı olana karşı çıkmayı seviyorlar. Ama sonuçta vız gelmiş tırıs gitmiş. Albümde kapak resmi yok.

Müzikal açıdan eskisinin devamı bir havadalar. Bunun yanında bir nebze Killers vari enerjik İndie Poppy Rock benzerliği dikkatimi çekiyor. "Television" adlı parçayı da birine benzetiyorum ama nedense çıkaramadım. Ama birine çok feci benziyor. Albümün açılış parçası "Suburban Knights" zaten ortalığı inletiyor yeterince. Çok güzel ve enerjik bir parça. Festivaller için biçilmiş kaftan misali. Heeeeeey, Ooooooo. Gider böyle deliler gibi valla.

"I Shall Overcome" bana bir Pop şarkının altyapısını almış gibi geldi. Enrique Inglesias mı desem bilemiyorum ama güzel yakışmış parçanın üstüne sonuçta. Parçada da klasik şehir hayatının zorluklarından bahsediyor gençler. Bu onların sözlerinin en temel konusu herhalde. Nadiren romantizmin zorluklarına da giriyorlar. Zorluk nerede varsa oradalar bir bakıma. Ama sözlerle parçaları uygun kotarıyorlar.

"Watch Me Fall Apart" albümdeki ciddi anlamda tek farklı parça ve çok sevdim. Senfonik Rock türündeki parçayı gerek vokal, gerek melodisel anlamda çok iyi bir temele oturtmuşlar. "I Close My Eyes"'da ise birebir modern The Clash karşımızda. Çok güzel bu da. Amanın "Can't Get Along (Without You)"'da da var bu durum. Ama bu sefer hoş, tam güzel diyemem. E eskisini (The Clash) yaptığım gibi yenisini de kucaklıyorum haliyle. Çaktırmayın.

MP3: Hard-Fi - Tonight
MP3: Hard-Fi - Watch Me Fall Apart

Hard-Fi resmi sitesi
Hard-Fi @ MySpace
Albümü satın almak için

5.10.07

Ay Tutulması - Eylül 2007

Daha önce de söylediğim gibi her ay bittikten sonra o ay incelediğim albümlerden akılda kalan en önemli parçaları tekrar sizlerle paylaşacağım. Eylül ayının en beğendiğim parçaları liste halinde aşağıda.

1) Guts - Sweet Love
2) Guts - Nightmare Of Paris
3) Porn Sword Tobacco - Giftwrap Yourself, Slowly
4) Ben Harper - Fight Outta You
5) Modeselektor - 2000007
6) Spoon - Don't Make Me A Target
7) James Blunt - 1973
8) SWOD - Insects
9) Vector Lovers - Hush Now
10) EZ-Rollers - We Got Vibes

4.10.07

Bruce Springsteen - Magic (Sony, 2007)

I was born in the USA. Bir zamanlar üzerinde bu sözü yazan bir montum bile olmuştu. Babamın son Rock evrelerinden kalan bir armağan olarak almıştım Bruce Springsteen'i. İyi de etmişim açıkçası. Seviyorum keratayı.

Kerata derken 60 yaşına merdiven dayamış bir amcadan bahsediyoruz. Arkasında Amerikan kültürüne zekice yerleştirilmiş müzikal bir kariyer var. Öylesine ki Time dergisinin kapağı olacak kadar ileri gidiyor kendisi. Bu arada 15 Grammy'i atmış evinin köşesine.

Benden bir üst nesil onu "Born To Run" ve "Born In The U.S.A." albümleriyle tanıyor. Babamdan hariç olarak ben "Tunnel Of Love" ile tanıdım onu. Benden sonraki nesil ise "Streets Of Philadelphia" ile tanıdı onu. Daha sonra 11 Eylül saldırılarına karşı çıkardığı "The Rising" albümü geldi tabii bir de. Bana biraz parsayı toplama havasında gelmişti ama sonrasında tonlarca Country sanatçısının ülke içindeki milliyetçi piyasadan pay almaya çalıştığını görünce Amerika'nın her konuda Amerika olduğunu hatırladım.

Bruce Springsteen yeni albümü Magic'i 2 Ekim'de çıkardı. Albüm genel olarak beklenenin altında niteledi. Bence daha da altında. Bildiğim Bruce Springsteen ayrıcalığı yok albümde. Kendini belli etmiyor, hadi belli etmedi, içinde bir daha dinleme isteğimi uyandıracak bir parça da yok.

Genelinde Folk havası ciddi anlamda Rock'ı bastırmış. Çıkış parçası "Radio Nowhere"'i bile sokak arasında bir yerden dinlesem tam anlamıyla Rock demem. Popa daha çok benziyor. Hani menejerinin albümü enerjisi yüksek bir Rock albümü olarak tanımlamasını üzgünüm yiyemedim ben. Artık birileri ne olur söylesin Bon Jovi ve Aerosmith tarzı Amerikan lise kızlarına yönelik Rock anlayışı bitti.

Sıradan bir albüm. Müzikal açıdan katacağı pek bir şey yok. Hani dinlemezseniz bir şey olmaz. Ama kaçırmayayım Bruce'u diyenler için umarım hayal kırıklığı olmaz bana olduğu gibi.

MP3: Bruce Springsteen - Radio Nowhere
MP3: Bruce Springsteen - Your Own Worst Enemy

Bruce Springsteen resmi sitesi
Bruce Springsteen @ MySpace
Ola ki albümü edinmek isterseniz

3.10.07

Guts - Le Bienheureux (Wax On, 2007)

Equinox Müzik'ten bana promosu yaklaşık 4-5 ay önce gelen bir albüm bu. Albüm çıkana kadar akla karayı seçtim kendimi tutmak için. Yılın en iyi albümleri listemde doğrudan yer alacağını söyleyeyim. Albümü alıp ilk dinlediğimden beri kendimde değilim.

Şimdi Guts kim onu söyleyeyim. Adı Fabrice. Fransız bir sanatçı ve Ibiza'da yaşıyor. Daha önce Alliance Ethnik adlı grubu kurmuş ve bu grupla başarı kazanmış ama artık solo kariyerini izlemeye karar vermiş. İlk albümüyle de ortalığı ciddi anlamda karıştıracak.

Fabrice'in en iyi arkadaşlarından biri Nightmares On Wax yani DJ Ease. Türleri de çok benziyor, yaptıkları işlerin kalitesi de. Ama işin en güzel noktası bu değil. Ben bu albümün gazıyla Fabrice'le konuştum ve kendisiyle Skype'tan bir röportaj yaptım. Zaten albümü dinledikten sonra siz de neden röportaj yapma isteğiyle kavrulduğumu anlayacaksınız.

Albüm Nujazz, Groove türlerinde. Nightmares On Wax'e ciddi yakınlığı var. Onun dışında Saint Germain, Bonobo ve nadiren De-Phazz benzerliği var. Bu saydıklarım iddialı isimler elbette. Parçalar da öyle.

Şimdi bu kadar övmenin suyunu çıkarmadan parçalara geçeyim.

Albüm Intro'nun ardından "Good Morning" ile başlıyor. Jamaika merkezli bir vokalin etrafında aksak ritmler ve güzel bir gitar melodisiyle başarılı bir girizgah. Vokal gerçekten çok hoş. Arkasından "Everybody Know" ile giriyoruz artık albüme. İlk parçanın temel olarak benzeri bir yapıda vuruş ve melodilerde. Bu sefer Nujazz'e uygun bir vokal var. Vuruşlar çok etkili. "You Know Dat Shit!!!" Fabrice'in Hip Hop geçmişi konusunda izlenimler taşıyor. Albümün genelindeki aksak ritm uygulaması burada Big Beat benzeri bir havada. Naif piyano melodisiyle mükemmel uyum sağlamış. "Escucha Me" ile devam ediyoruz ve trompetler geliyor. Bir Big Beat daha. Of. Masamı sallıyor sublar. Devamında tam tersi bir havada "Metis" geliyor. Çok etkileyici melodilerle içine çekiyor. Yorum yapamıyorum. Basit ama o kadar güzel bir gitar melodisi var ki evlere şenlik. Ve şimdi de albümün öte çalışmalarından "Nightmare Of Paris" geliyor. Karşımızda yine gitar ve aksak ritm. Müziğin en güzel halleri bunlar işte. Moral bozukluğu falan hak getire. 2 kere dinleyin dünya umrunuzda olmaz. Parçanın tek eksiği kısa olması.

"Take A Look Around You" ile yolumuza bakalım biz. Atın ayak sesleriyle uyumlu bir vuruş kompozisyonu ile girip arkasından aksağına kavuşuyor. Güzelce devam ediyor. "Pura-Vida" Hispanik bir havayla giriyor vokallere de dayanarak. Arkasından Hip Hop havalı bir hale bürünüyor. Orishas vokali gelse yadırgamam. Gelmedi, yine yadırgamadım güzelliğinden dolayı. "Skunkfunk" ile biraz daha Trip Hop havası yakalıyoruz. Daha detaylı olmak gerekirse Massive Attack havası. Gerek vokal, gerek melodi bunu anlatıyor. "Cry & Smile" yine güzel bir gitar melodisiyle karşılıyor. Melodi, aksak vuruşların da önünde güzelliğini sergiliyor adeta. Sırada "And The Living Is Easy!!!" lalayların eşliğinde bir erkek vokaliyle geliyor ve eğlence kopup gidiyor. Mutlu mutlu sırıtıyorum. Albümün en uzun parçası ve kesinlikle süresinin hakkını veriyor.

Sonunda geliyor "Sweet Love" albümün son çeyreğinde. Yılın en güzel parçalarından biri. Kulağa fısıldanan Sweet Love nakaratı ilahi bir gitar melodisi ve aksak ritmlerle birleşip Nirvana'ya ulaştırıyor beni. Trompetin de hakkını yememek lazım. Ben bir daha dinleyeceğim devam etmeden önce. Bu parçayı bir kere dinleyip geçmek günah. Ancak şimdi "Endless Night"'a geçiyorum. Bitmiyor eziyet. Ağlamak istiyorum sayın seyirciler. Albümden örnek olarak koyacak parça seçemiyorum. Big beat temelli muhteşem bir melodi karşımızda. Balalayka olduğundan şüphelendiğim bir melodi ek geliyor. Nirvana'ya ulaştım inemiyorum. "Narco Trip" ile sakinleşiyoruz. Biraz De-Phazz moduna giriyoruz trompet melodisi ve ağır, aksak ilerleyen vuruşlarla. "I Love You (It's So Hard To Say)" ile "Everybody Know" benzeri bir vokal anlayışıyla Nujazz'e geri dönüyoruz giderayak. Albüm bitiyor ama Tanrı Winamp'i icat etmiş, o da repeat'i. Daha ne isterim.

Açıkçası Equinox Müzik albümü getirecek mi bilmiyorum Türkiye'ye ama umarım getirir. Getirmezse baskı yapın. Böyle güzel müzikler mutlaka Türkiye'ye de gelmeli, sanatçılar da keza. Bu arada Guts ile yaptığım röportajı da umarım en kısa zamanda hazırlayıp size sunacağım.

MP3: Guts - Nightmare Of Paris
MP3: Guts - And The Living Is Easy!!!
MP3: Guts - Sweet Love

Guts @ MySpace
Albümü satın almak için

2.10.07

Takeshi Nishimoto - Monologue (Burnt Out, 2007)

Hazır haftaya akustikle başlamışken biraz olsun böyle devam etmeye karar verdim. Ha kısa sürede cayabilirim ama olsun en azından bir adım daha atıyorum. Bu seferki adım da Takeshi Nishimoto imzalı Monologue albümü. Albüm adından da anlaşılabileceği gibi gayet monolog.

Tkaeshi Nishimoto daha önce John Tejada ile birlikte kurduğu I'm Not A Gun grubuyla dikkatleri çekti. Bu grupla alternatif modern müzik konusunda dikkat çeken çalışmalar yaptılar ve oldukça önemli bir yere sahipler. Toplamda 3 albüm çıkardılar ve hepsini de benim yakından takip etmeyi bir zevk bildiğim City Centre Offices'dan yayınladılar.

Ancak bu grup haricinde Nishimoto'nun solo çalışması bekleniyordu. Sonunda 1 Mayıs itibariyle bu çalışmaya da kavuştuk. Eline aldığı akustik gitarıyla bizlere kendine has bir şölen yaratma niyetiyle başlamış. Açıkçası Hisato Higuchi'den sonra Japon kökenli solo albüm yapan sanatçılardan beklentilerim oldukça yükseldi. Elbette Hisato Higuchi'nin elektro gitarla yöneldiği ses denizlerine Nishimoto akustikle yönelmiş ama özde bir fark yok.

Albümde dingin bir hava var. Ancak bu kesinlikle parçalarda hafif bir izlenim yaratmamalı. Nishimoto her noktaya hakettiği vurguyu yapıyor. Hiçbir notayı es geçmeden hepsinin üstüne basıyor ve size de bunu hissettiriyor. Her notaya bir anlam yüklüyor. Hal böyle olunca da etkili bir kompozisyon ortaya çıkıyor.

Albümde sadece birkaç parçada dikkat çekici bir tavır değişikliği var. "Interveave"'in yapısı diğerlerine göre oldukça farklı, basit bir melodi etafında dönüyor temel olarak. Diğer parçalar gibi uzayıp gidemiyor kendi içinde. Açıkçası genelde gitarı vokal gibi kullandığını söylemek yanlış olmaz. Çoğunlukla tekrarsız giden parçalar belli noktalarda nakaratlar misali notaları tekrarlayıp dinleyene kendini hatırlatıyor. Ama hep bir hikaye var anlatılan.

Akustik müzik sevenlere güzel bir hediye olacağı kesin.

MP3: Takeshi Nishimoto - Rider
MP3: Takeshi Nishimoto - New Morning

Takeshi Nishimoto resmi sitesi
Takeshi Nishimoto @ MySpace
Albümü satın almak için

1.10.07

Buckethead - Acoustic Shards (Avabella, 2007)

Yine Buckethead, yine güzel bir albüm. Bu sayfalarda en son 13 albümlük "In Search Of The" serisiyle yer alan çılgın gitarist şimdi de oturma odasında canlı olarak kaydettiği "Acoustic Shards" albümüyle bizlere selam ediyor.

Albümde 1991 yılında kaydedilmiş aslında. Hiçbir efekt kullanmadan tamamen doğal yollardan sunmuş bize albümü. Girmiş oturma odasına, almış eline gitarı ve başlamış döktürmeye. Hatta bazı bölümlerde o derece döktürüyorki 2. bir gitaristin olduğuna noter huzurunda yemin edebilirsiniz. Ama öyle değil işte.

Albümde Buckethead'in ünlü parçaları "For Mom" ve "Who Me?"'nin eski versiyonları var. Bunun yanında hiç duymadığımız birçok parça da yer alıyor. Açıkça söylemek gerekirse Buckethead'in alıştığımız tarzından sonra bu albüm gerçekten çok farklı bir tad sunuyor. "Little Gracy"'deki flamenko havası elektro gitar olsa doğrudan speed metal'e dönecek mesela.

Bana göre muhteşem bir gitarist olan Buckethead'i farklı açıdan dinlemek için güzel bir örnek. Ayrıca çalınan notalar sabit, müzik aleti değişken olduğunda müziğin ne kadar farklı gelebileceğini de ortaya koyuyor. Benzerini Metallica ve Apocalyptica örneğinde de görmüştük zaten. Bu da bu örneklemlerden bir tanesi olarak kulaklarımızda yerini mutlaka almalı.

Beğendiğim parçalar dersek, hepsi. Tamam çok objektif olamıyorum bu adamda ama albümü şöyle bir dinlerseniz siz de anlayacaksınız.

MP3: Buckethead - For Mom (Early Version)
MP3: Buckethead - Johnny

Albümü satın almak için