XL etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
XL etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27.7.08

Beck - Modern Guilt (Intersope/XL, 2008)


Underworld'e kendimi kaptırdığımdan Rock Werchter'de bir notasını bile dinleyemediğim Beck'e gönül borcum var. Bu sebeple incelenecek çok albüm olmasına ve sırasına aslında bir süre daha olmasına rağmen ufak bir iltimas durumu söz konusu. E olsun o kadar da.

Son 2 albümüyle bekleneni veremedi. Nerede "Odelay" nerede "Guero" ve "The Information" demek gayet mümkün müzikal açıdan. 37 yaşına gelen Beck Hansen'dan beklentiler her zaman yüksek oldu ve belki de böyle eleştirilebilmesinin sebebi de bu. Bizi yüksek bir kalite seviyesine alıştırmasaydı.

Yeni albümle eski hazzı vermeye çalışmış. Şöyle bir durum bakıyorum albümü bir hayli dinledikten sonra. Kesin olan şey son iki albümden çok daha iyi. Bir "Odelay" mi? Değil tabii, zaten onun üzerinden 10 yıldan fazla geçmiş. Üretkenlik ve müzikalite olarak bir hayli yakın ama.

Albümün prodüktörü Brian Burton bu sene bir hayli yoğundu. Gnarls Barkley, The Black Keys, The Shortwave Set derken inanılmaz bir sürede sabahlara kadar çalışıp Beck'in albümüne de imzasını attı.

Albüm Beck'in daha önceki Alternative Rock yapısından birkaç adım ötede. Tabii Beck pop yapmış demiyorum. Çok farklı tarzlardan esinlenmelerle yine kendine özgün bir ortaya karışık müzikal oluşturmuş. Mesela bir "Replica" var ki tüm albüme göğüs germiş tek düze ezberinden uzak yapısıyla parıldıyor Aphex Twinselliğiyle. O kadar yoğun olmasa da elektronik altyapılar "Volcano"'da da var. Buna bir gıdım ek olarak da marjinal Blues dalında yarışmaya katılan "Soul Of A Man" (Hayır Breakbeat değil) de var.

Albümde zevk aldığım parçalar arasında Cat Power vokalli "Orphans"'i es geçmeyeyim. Basit ve zevk dolu bir çalışma. Arkasından gelen ve Beach Boys klasiklerini andıran "Gamma Ray" de beni mest etmeyi başardı. "Profanity Prayers"'da da filtrenin suyunu çıkarıyor gitarda. Güzel de çıkarıyor ama mübarek. Hepsine rağmen albüme adını veren "Modern Guilt" sıradan bir Indie Pop parçası olmaktan öteye gidememiş. Niye albüme adını verdiyse artık anlamadım.

"Modern Guilt" çok değişik yorumlar aldı. Çok iyisi de var, bir nebze kötüsü de. Ama genele bakarsak yorumlar olumlu. Bende de pek farklı diyemem. Yılın en iyi çalışmalarından değil. Beck'in en iyi albümü de değil. Ama Beck'e uygun, yakışan bir albüm. Gerisini yorumlamak da size kalmış.

MP3: Beck - Gamma Ray
MP3: Beck - Modern Guilt

Beck @ MySpace
Albümün resmi sitesi
Albümü satın almak için

1.7.08

Ratatat - LP 3 (XL, 2008)

Ratatat daha önce Proodos'a hem "Classics" albümünün incelemesiyle, hem "Remixes" albümüyle, hem de onlarla yaptığım röportajla konuk olmuştu. Elbette bu konuk olmalardan bellidir herhalde onları çok sevdiğim.

Kendi hallerinde, gayet sıcakkanlı bu ikili ile röportajımda Ağustos 2007'de yeni albüm çalışmalarına başlayacaklarını söylemişlerdi. Albüm çalışmaları biraz geç başladı ve tüm detaylar ancak Nisan ayı sonunda bitmişti. Hal böyle olunca albüm de Temmuz ayının başında çıkacak.

Albümü daha dinlemeden plak olarak sipariş verdim. Dinlediğimde ise doğru bir hareket yaptığımı görmüş oldum. Önceden belirteyim, albümü "Classics" kadar sevemedim ama ondan çok da uzak değil. Hakkını yemeyeyim. "Classics"'te "Loud Pipes" beni benden almıştı. Normalde yapmayacak olsam da sadece o parça yüzünden albümün gerisi kötü olsa bile çok eleştiremezdim.

İlk single olan "Shiller" ile açılan albüm gayet güzel bir giriş sağlıyor. Ratatat olduğu daha ilk andan itibaren belli albümün. "Falcon Jab" ile kendi bazı özelliklerini taşıyan nükteler koymuş olsalar da bir nebze Royksopp havası sezinlemek mümkün Electro Pop edasında. "Mi Viejo" adından da anlaşılacağı gibi Hispanik ezgileri altında geliyor. Yine yumuşak başlı Ratatat'ı dinliyoruz burada. Filtreli elektrik gitar yerine klasik gitar daha çok karşımızda. Parçadaki ağırlık ise tabla benzeri vuruşlarda.

"Mirando" ile kendimize dönüyoruz. Elektronik altyapı güzelliklerin habercisi gibi. Gitar girdiğinde ise tüm endamıyla Ratatat karşımızda. Dub türündeki "Flynn" değişik bir tad bırakıyor ağızda. Ve yine Ratatat özüne dönüyor "Bird Priest" ile. Bu hava aynı şekilde "Shempi" ile devam ediyor. Dürüstçe söyleyeyim neşem de iyice yerine geliyor. "Impreials"'a geldiğimizde ise artık iyice rahatlamış durumdayım. Bir nevi fırtınadan önceki sessizlik havası var parçada. Arada bir sertleşen rüzgar ama koro bölümleri haricindeki minimalist duruş bana bunu düşündürdü. "Dura" Ortaçağ'dan kalma bir melodiyle başlıyor. Daha sonra Hip Hop vuruşlarıyla birlikte yerleşiyor ve arkasından çoştukça çoşuyor. Sonrasında "Brule3" daha da bir coşturuyor. Artık iyice Ratatat albümü oldu. "Mumtaz Khan" ise Doğu ritmleriyle birleşmiş bir parça ve kesinlikle Ratatat'ın bu albümünde sözü edilecek çalışmalardan biri olacak. Önceki dörtlüyle birlikte tabii. "Gypsy Threat" ise biraz modifiye edilmiş Roman ezgileriyle başlıyor koşarcasına. Zaten o koşu başlıyor ve akabinde de kısa olan parça bitiyor. Geldik albümün sonuna. "Black Heroes" onca harala güreleden ve enerjiden sonra sakince kapatıyor albümü. Sanırım bir albümün daha geride kalmasının hüznüyle yer alıyor en sonda bu parça.

MP3: Ratatat - Mirando
MP3: Ratatat - Dura

Ratatat'ın resmi sitesi
Ratatat @ MySpace
Albümü satın almak için

15.6.08

Sigur Rós - Med Sud I Eyrum Vid Spilum Endalaust (XL, 2008)

316.000 kişilik bir nüfus ve buradan çıkan müzik gruplarını sayarsak herhalde müzik konusunda tartışmasız dünyanın en yetenekli ülkesi diyebiliriz İzlanda'dılar için. Bir ülkeden bu kadar mı çok yetenekli grup çıkar diye düşünmemek elde değil.

Bu 316.000 kişiden 4 tanesi ise bugünün konusunu oluşturuyor, Sigur Rós. Ruha hitap eden senfonik bir Rock yapıları var. Üretkenliğin en üst düzeylerde seyrettiği grup sanatsal olarak da ruhları alabildiğine doyuruyor.

Açıkçası sözlerinden hiçbir şey anlamadığım bir grup. Haliyle İzlandaca bilmediğimden olsa gerek. Ancak burada sonsuz saygı duyuyorum. Müzikleriyle bu kadar ünlü olmalarına rağmen hala sözlerinde kendilerine bağlılıklarıyla dikkat çekiyorlar. Bu sene onları Rock Werchter'de izleyeceğim ve açıkçası hiçbir parçalarına eşlik edememek biraz koyacak ama olsun. Tabii albümün adının anlamını öğrendim en azından "Kulağımızda bir tını ile durmaksızın çalıyoruz".

Grup yeni albümünü bu ayın sonunda çıkaracak. Albümü ilk edindiğimde doğrudan dinlemeye başladım. İlk dinleyişte 2 parçaya hayran kaldım. Müziğin bir sanat olarak icrasında gelinebilecek en güzel noktalarda bunlar Şu ana kadar da 10'dan fazla dinlemiş bir haldeyim albümü ve başından sonuna inanılmaz bir zevk aldığımı itiraf ediyorum gönül rahatlığıyla. Ama "Inní Mér Syngur Vitleysingur" ve "Festival" hala apayrı yerlere sahip bende. Hele "Festival"'daki org, gitar ve baterinin hakim olduğu solo bölümü her dinlediğimde tüylerimi diken diken ediyor. Secdeye gelesim var.

Albümde daha önceki tarzlarından ödün vermeyen bir yapısı var. Tamamen canlı stüdyo çalışmalarının bir ürünü albüm. Albümdeki her çalışma 2008'de kaydedilmiş ve prodüktörleri de Nine Inch Nails'in prodüktörü Flood. Her noktasında insana gayri ihtiyari zevk veren bir albüm. Jón Þór (Jónsi) Birgisson'un Kuzey Avrupa Mitlerinden esip gelen eşsiz vokalinin yanında diğer enstrümanların desteği kelimelerin kifayetsiz kaldığı, hatta sadece saygıdan olsa gerek, açıklamaya bile yeltenmediği duygular yaratıyor insanda.

Albümün başlangıcındaki "Gobbledigook"'da alıştığımız yapıları var. İzlanda'nın kendine özgü Rock yapısı. Arkasından farklı neşesiyle "Inní Mér Syngur Vitleysingur" geliyor keman ve xylophone'un etkisiyle. "Góğan Daginn" ile melankoliye uzanıyor Sigur Rós Akustik Rock ile. Derken "Viğ Spilum Endalaust" başlıyor ve sözlerindeki şiirselliğe ve müzikalliğe hayran kalıyorum. Bana küfrediyor bile olsa böyle küfre saygı duyarım. "Festival"'e artık değinmeye gerek bile görmüyorum. "Suğ í Eyrum" yine destansı bir vokalle geliyor aksak vuruşların ve kuş tüyü yastık tarzındaki piyanonun yanında.

"Ára Bátur" ile piyano eşliğinde yumuşak duygulara devam ediliyor. Yoğun duyguların insanları bu İzlandalılar orası kesin. "Illgresi"'de Akustik Rock'a dönüş yapıyoruz. Reykyavik'te ilkbahar ve karlar eriyor. "Fljótavík" senfonik Rock için gayet uygun bir örnek. Kayıp gidiyor sakince vokal ve piyano. Albümün ortasından itibaren devam eden melankoli ve dinginlik "Straumnes"'te de şaşmıyor. Albümdeki tek vokalsiz parça yoğun bir selle alıp götürüyor duyguları. Kapanış parçası "All Alright" ise isminden anlaşılabileceği gibi ilk bakışta adını anlayabildiğim 2. parça albümdeki.

Albümü gidin alın, dinleyin, dinletin, tanıdığınız organizatör varsa sabah akşam baskı yapın. Müzik açısından ne güzel bir sene geçiriyoruz, muhteşem albümler, muhteşem konserler. Daha cuma gecesi Mark Knopfler konserinde inanılmaz dolu bir Kuruçeşme'de çocukluğumdan beri hayranı olduğum abimi dinledim. O gitarı vuran ışıkta parladıkça ulvi bir şeyin içimde koptuğunu hissettim. Bunun tadını çıkarın.

MP3: Sigur Rós - Inní Mér Syngur Vitleysingur
MP3: Sigur Rós - Festival

Bonus Mp3: Kronos Quartet Plays Sigur Rós - Flugufrelsarinn

Sigur Rós'un resmi sitesi
Sigur Rós @ MySpace
Albümü satın almak için

14.3.08

Adele - 19 (XL, 2008)

Dünyamız her sene çıtır sanatçılarla bizleri kucaklıyor. Bunlardan 2008 de nasibini alıyor haliyle. Karşımızdaki Adele Laurie Blue Adkins veya kısaca Adele ise 2008'in en çok gelecek vaadeden sanatçısı olarak zaten bize sunulmuştu. Karşılığını verip veremeyeceğini albüm ziyadesiyle gösteriyor.

Sayın dinleyiciler karşımızda Adele, Amy Winehouse'un bir nebze iri kıyımı, uyuşturucusuzu (En azından şimdilik) ve 19 yaşındaki versiyonu. Neyse bu benzetmeden 19 yaşındaki bir hanfendinin vokaline ne kadar hakim olduğunu vurgulamış olalım. Wallis Bird'den sonra beni ciddi anlamda etkileyen 2. 19'luk oldu kendileri.

Albümde çok güzel dinlenen 12 parça var. Bunlardan "Hometown Glory" olanısı daha önce plak olarak yayınlanmış ve BBC tarafından yere göğe sığdırılamamıştı. Açıkçası albümde bu parçadan çok daha güzelleri var. BBC artık çıldırmıştır herhalde.

Akustik Rock, senfonik Rock, Folk Rock arasında gidip gelen leziz bir albüm. Tadını çıkarmak için gayet uygun dizilmiş tüm çalışmalar. Albümü açan "Daydreamer", aklıma Amy Winehouse benzerliğini getiren "Best For Last", arkasından gelen ve sözleriyle etkileyen "Chasing Pavements". Bunlar daha ilk üç parça ve albümün ne kadar güzel geldiğini gösteriyor.

Bu arada albümden ilk üç parçayı saydım diye gerisi önemsiz sanılmasın. Albüm benzer güzellikle devam ediyor. Gerçekten 2008'in en güzelleri arasında yer alabilecek endama sahip bir albüm. Mutlaka dinleyin ve tadını çıkarın derim. Hazır yaz da yaklaşıyor. Şöyle camı açıp esen serin bir rüzgar eşliğinde hayallere dalın bence.

MP3: Adele - Best For Last
MP3: Adele - Chasing Pavements

Adele @ MySpace
Albümü satın almak için şimdilik Amazon ama yakında sorun çıkmazsa Equinox Music'ten de alabilirsiniz

19.1.08

Radiohead - In Rainbows (Bonus Disc) (XL, 2007)

Equinox Müzik sağolsun albümlerimiz de geldi sonunda elimize. Hala gidip rica minnet ayırttığım albümümü alamadım henüz ama arkadaşımın Disc Box'ına bir süreliğine el koydum. Ayrıca Harun İzer'e de buradan teşekkür etmek istiyorum taa Amsterdam'lardan beni düşünüp albümü plak olarak da alacağı (hala almadıysa) için.

Neyse bunca gazdan sonra konumuza dönelim. Albümün edindiğimiz kısmını incelemiştik, şimdi yeni elimize geçen Bonus Disc bölümüne de el atalım. Ayrıca ufak bir sürpriz olarak da "Jigsaw Falling Into Place"'in plağından da bir parça örneğimiz var.

Muhteşem bir albümle beraber gelen bu ikinci albümcük için söylenmesi gereken söz tamamen Radiohead hayranlarına yönelik olduğu. Buradaki parçalardan bazılarını zaten Bootleg'lerden, Youtube videolarından vs. biliyoruz ama bir de albümde dinleme şansı buluyoruz. The Killers'ın "Shadow"'u misali B-Side, Bootleg ve birkaç yeni parça karışımı.

Albüm tarz açısından albümden farklı. Şimdi incelemeye başlayalım. Ama şimdiden söylüyorum MK1 ve MK2'yi atlıyorum toplamları 2 dakika etmediğinden.

Down Is the New Up - Burada Prince'liğe soyunan bir Thom Yorke vokali var. Dünyaya hakim olmasını sağlayan kendi tarzından bir nebze de olsa uzaklaşıp bu denemeye girmesi cesaret işi. Piyano oldukça endişeli notalarda geziniyor dinlerken ayırırsak bir kenara. Bateri yumuşak ve aksak vuruşlarla piyanonun endişesini azaltmaya çalışıyor. Yaylılar ise zevk katıyor desem yeridir.

Go Slowly - Doğrudan meditasyona girme yolu mu desem yoksa Nirvana'ya kestirmeden ulaşma imkanı sağlıyor mu desem bilemedim. Gitarda Hisato Higuchi var sandım bir an. Thom Yorke'un vokali girdiğinde masalsı notalar anlam kazanıyor. Ruhum dindi. Çok güzeldi.

Last Flowers To The Hospital - Akustik hayal dünyamıza aynen devam ediyoruz. Bu parçayı bugüne kadar diğer albümlerinden niye esirgemişler anlayamadım. Çok güzel. Yumuşacık melodilerin üzerine biraz asi bir vokal yaklaşımı var Thom Yorke'ta. Parça nadiren "Paranoid Android"'i andırdı koro bölümlerinde. Boşuna beğenmemişim.

Up On The Ladder - Elektro gitara döndük artık. Biraz endüstriyel bir havada. Uzun zamandır bahsi geçen bir parçaydı kendisi ayrıca. Hani Synth'ler girse Dave Gahan vokali bekleyecektim az daha. Oldukça farklı temelde bir çalışma. İnceden de bir Folk havası var gitarda. Ben de neye benzeteceğimi şaşırdım galiba.

Bangers And Mash - Aniden şimşek gibi çakıyor parça albümde. Ne olduğumu şaşırdım. Hafif Funk Rock ve Punk Rock karışımı edası var. Gerçekten Radiohead'den beklediklerimin dışında. Bateri agresif bir şekilde saldırırken gitarlar ön ve arka melodilerde aynı hızda destekliyorlar. Parça içinde keskin iniş çıkışlar var ve dinledikçe daha çok beğenecekmişim gibi bir his edindim.

4 Minute Warning - Onca enerjiden sonra bir anda albümün genelindeki dinginliğe geri dönüyoruz. Rüya misali bir melodiyle bizi kapsıyor. Zil ve melodi biraz zıt işliyor. Biri uyuturken diğeri uyandırmaya çalışıyor gibi bahsi geçen kötü rüyadan. Rüyamızın kahramanı ise kötü rüyada kurban rolünü oynayan masum Thom Yorke vokalde tüm bunları birebir yansıtıyor.

MP3: Radiohead - Last Flowers To The Hospital
MP3: Radiohead - Jigsaw Falling Into Place (Live)

Bonus Disc'i satın almak için tüm pakedi almak gerekiyor ve buradan buyurun
Albümün kendisini satın almak için

4.1.08

Thom Yorke - The Eraser Remixes I, II, III (XL, 2008)

Proodos'ta geçen sene 10 kişinin oylarıyla 2006'nın en iyi albümü seçilen The Eraser'ın şimdi de düzenlemeleri karşımıza çıktı. Dijital ortamda albümden 2 parça Aralık ayının ortasında yayınlanmıştı. Geri kalanı da promo olarak dağıtıldı XL Recordings tarafından ve bu arada Boomkat'tan da satışa sunuldu. Çok yakında yine albümün internet sitesinden dinleyicilere kısa süreli birkaç parçanın sunulacağı bilgisi var. Thom Yorke bedava olayına bir hayli alıştı.

Thom Yorke bu düzenlemelerle alakalı olarak "The Eraser'ı dinleyen herkes için düzenlemelerin geleceğini (yayınlanacağını) söyleyebilirim. Evet. Heyecanlandım. İyice dinledim. Gerçekten çok uçuk şeyler var. Yakında karşınıza çıkabilir. Sonunda. Sadece tadımlık. Ve sonra yok olacak."

Düzenlemelerden paylaşıma sunulan 2 tanesi çoktan tedavülden kalktı. 1 haftalığına sitede yer aldılar sadece. Ama şimdi tüm düzenlemeleri inceleme şansını kullanacağım. Bu arada düzenlemeler 3 plak halinde Ocak ayının 21'inden başlayarak 1'er hafta arayla XL tarafından satışa sunulacak. Ilgilenenlere duyurulur.

1. plakta son dönemin yıldız isimlerinden Burial'ın, Modeselektor'ın ve Thom Yorke'un "The World Is Gone" plağını duyduktan sonra tutulduğu Various Production'ın düzenlemeleri var. Bana göre Modeselektor'ün düzenlemesi açık ara birinci. Burial'ın "And It Rained All Night" düzenlemesi Dubstep benzeri bir havada haliyle ama Burial'ın albümlerindeki havasını yansıtan bir sis ve melankoli perdesiyle süslü. Modeselektor'a geldiğimizde "Skip Divided"'da Beat havası sarıyor dört bir yanı. Aksak ritm ve güzel tokluktaki vuruşlar zevk katmış. Various Production'ın "Analyse" düzenlemesine geldiğimizde IDM sarıyor dört bir yanı. Ses kesitlerinin güzel kullanımı sebebiyle oldukça güzel bir hale geliyor çalışma.

MP3: Thom Yorke - Skip Divided (Modeselektor Remix)

2. plakta Four tet'ten bir, Cristian Vogel'den iki düzenleme var. Four Tet'in "Atoms For Peace" düzenlemesi uzun zamandır bekleniyordu ve beklendiği kadar da var. Muhteşem bir çalışma. Hayranlıkla dinliyorum. Minik dokunuşlarla parçayı çok güzel bezemiş. Cristian Vogel'in ilk "Black Swan" düzenlemesi Vogel'in tarzından oldukça uzak ama parçanın yapısının korunduğu güzel bir çalışma olmuş. Diğer düzenlemede ise kendini bulmuşa benziyor Vogel paşamız. Vuruşlar güçleniyor.

MP3: Thom Yorke - Atoms For Peace (Four Tet Remix)

3. Plakta karşımızda The Bug'ın "Harrowdown Hill" düzenlemesi geliyor, hem de tüm endamıyla. Hani Ripperton'ın yaptığı düzenlemeyle eşdeğer diyecek kadar beğendim. Surgeon'un "The Clock" düzenlemesi ise Detroit'te doğmadığıma pişman edercesine. Çok güzel. İlk iki parça beni benden aldı ki daha The Field var. Ve sonunda geldik The Field'ın "Cymbal Rush" düzenlemesine. Atmosferik bir yapıda parçaya çok bir şey katmadan ve çıkarmadan kendi kafasına göre takılmış bir düzenleme. Diğer iki parçanın yanında sırıtmış inceden. Ama parçanın orjinali güzel olduğu için oradan da yırtmış gibi. Çözemedim.

MP3: Thom Yorke - Cymbal Rush (The Field Late Night Essen & Trinken Remix)

The Eraser'ın resmi sitesi
The Eraser @ MySpace
Dijital plakları satın almak için:

Eraser Remixes I
Eraser Remixes II
Eraser Remixes III

28.10.07

Devendra Banhart - Smokey Rolls Down Thunder Canyon (XL, 2007)

Phonem geliyor. Gümbür gümbür geliyor. Halihazırda Akbank Caz Festivali de var. Herkese tavsiye edip Soil & Pimp Sessions'ı da kaçırmışım. Üstüne herkes geri aramış konserden sonra ve güzelliğini yüzüme vurmuş. Biraz kendime geleyim dedim ben de. Ve karşımızda Phonem kapsamında 3 Kasım Cumartesi akşamı Garajistanbul'da konser verecek olan Devendra Banhart var.

Devendra Banhart benden küçük bir folk müziği sanatçısı. Country demedim dikkat çekerim. Hatta Folk'a da gerçekten farklı bir yaklaşımı var. Bazen sürrealist, bazen naturalist. Albümlerinde genel olarak dingin bir havayla ilerlemesinin yanında bazı noktalarda inceden Rock N Roll esintileriyle de dinleyenleri hareketlendiriyor.

Amerika'daki farklılığa olan ısınmanın yavaşlığı düşünüldüğünde ve Folk'un Country versiyonu hatta bunun da daha çok Pop'a yakın noktaları byük beğeni kazandığından Devendra Banhart'ın Avrupa'da daha çok beğenilmesine şaşmamak lazım. Bu beğeni özellikle Fransa'da daha da dikkat çekici bir hal alıyor.

Sözleri açısından hani doğru bir betimleme olur mu bilemem ama bazı noktalarda Jimmy Morrison'ı andırıyor. Bazen vokalde de ona benziyor ya da sözler benzer temalarda yer aldığı için bana da öyle geliyor olabilir. Ancak sözlerin yoğunluğu dikkat edilesi bir öğe her zaman. Hayatı, toplumu ve ilişkileri sürrealist bakış açılarıyla yarattığı hikayelerle anlatmaya çalışıyor dinleyiciye. Bunun için zaman zaman gerçek, zaman zaman fabl türü karakterler kullanıyor. Ama tarz genelde benzer ve etkileyici.
Albüm çok güzel dinleniyor. Hani dinlerken deneysel ve kendine has bir Folk dinleyeceğinizi baştan özümserseniz o zaman muhteşem bir şekilde gidiyor albüm. Albüm aslında ikiye bölünebilir. Rockabilly'ler ve Folk'lar. Genelde güzel incelenmiş iki yönü de. Folk bölümü daha çok rahatlatma ve dururken zevk aldırma tabanlı çalışmalardan oluşurken Rockabilly ise havayı biraz daha yumuşatmak ve eğlenceyi artırmak için. Elbette söylediğim gibi "Shabop Shalom" ile Rockabilly'ye el uzatması albüme enerji ve alternatif his katmış ama ne gerek var Elvis triplerine şimdi. Orjinallik bozulmuş bence burada. "Lover" gibi bir Rockabilly çok daha uygun kalıyor albüme hafif Pop havasını çaktırmadan gözardı edersek. Ama albümde bir "Seahorse"'un yarattığı havadan çok uzaklar. O hava ne öyle. Ağzım açık dinledim. Daha hareket sahibi parçalardan da en beğendiğim İspanyolca vokalli "Carmencita" oldu.

Sonuçta hem oturarak, hem de hafifçe sallanarak dinlenebilecek güzel bir albüm. E Phonem kapsamında Türkiye'ye de geliyorlar. Garajistanbul'da kendileriyle biraz duygulanıp biraz dansetmek için gün sayıyorum ben de. Güzel müzik dinlemek ve bu arada eğlenmek isteyenler için uygun bir konser olacak. Bu arada aşağıda Conan O'Brian'ın şovunda "Love" adlı parçasının performans kaydı da var. Konser öncesi ufak bir göz atmak isteyenlere.

Albümden örnekler:

MP3: Devendra Banhart - Seahorse
MP3: Devendra Banhart - Carmencita

Ayrıca:

MP3: Devendra Banhart - Don't Look Back In Anger
Video: Devendra Banhart & The Spiritual Boner - Lover (Conan O'Brian Show 26.09.2007) @ YouTube

Devendra Banhart resmi sitesi
Devendra Banhart @ MySpace
Albümü satın almak için

25.6.07

Equinox Günleri - The White Stripes - Icky Thump (XL, 2007)

Evlenip boşanan birçok çift bırakın orta paydalarda buluşmayı, çoğu zaman hiç anlaşamazlar. Hele içlerinden birisi evlenmişse bu çok daha zor. Ama bazı çiftler vardır ki evlenip boşanmalarına rağmen hala birlikte zaman geçirip müzikal birlikteliklerini de devam ettirirler. The White Stripes'tan bahsediyorum haliyle. Vakti zamanında evli olan John Anthony Gillis (Jack White) ve Megan Martha White (Meg White), boşanmalarına rağmen grupları hala sapa sağlam. Jack White'in dünya güzeli model Karen Elson'la evlenmesi de buna engel teşkil etmemiş.

The White Stripes son dönemlerin kendine özgün rock gruplarının en önde geleni. Detroit kökenli grup punk rock, blues ve country türlerinden etkileniyor ve bugüne kadar bu bazda harmanladığı çalışmalarıyla 3 Grammy, 4 MTV ve 2 Brit Awards ödüllerini koleksiyonlarına eklemişler sattıkları milyonlarca albüm ve plağın yanında. Bu arada Jack White da gelmiş geçmiş en iyi 17. gitarist olarak NME'nin listesinde yerini aldı.

The White Stripes'ın bundan önceki başarılarından bahsetmek ne kadar gerekli bilmiyorum ama "The White Stripes" adlı sert ve kızdın ilk albümlerinin ardından sakinleşip "White Blood Cells"'i yayınladılar ve tüm dünyanın odak noktası haline geldiler. Arkasından bu başarıyı tasdikleyen "Elephant" ve "Get Behind Me Satan" geldi hepsi 2'şer yıl arayla. Garip takıntıları olan Jack için pek şaşırtıcı bir düzen değil.

The White Stripes'ın benim açımdan önemi son dönemdeki indie rock furyasına kapılmayıp kendilerine özgü rock duruşunu korumuş olmaları. Cidden Kaiser Chiefs modeli bir çıtır gruba dönüşmedikleri için çok memnunum. Bu albümde de bu duruşlarını daha da sert gösteriyorlar. Modern akımlara sırtlarını dönüp 70'ler havasını yoğun biçimde yakalamışlar ve o döneme imzasını vuran deneysellik iksirinden de her damlasına kadar faydalanmışlar. Gerçekten genelinde çok güzel bir albüm. Hatta The White Stripes'ı canlı dinleme isteğimi iyiden iyiye yanıp tutuşturuyor.

Albümde distortion'ı özgürce ve yoğun olarak kullanan Jack bununla punk havasını ziyadesiyle vermiş. Özellikle albümün açılış parçası ve ilk çıkan single'ı olan "Icky Thump"'ta bunu açıkça fark ediyoruz. The Doors'a atfen güzel bir org melodisi ve solosu da geliyor sonradan. Meg ise bateride yine "Ben She-ra, güç bende artık" diye bağırıyor adeta. "You Don't Know What Love Is" blues ve country pop havasında. Popluğu da biraz vokalin yapısından kaynaklanıyor. Arada bir Jack gaza bassa da ne yazık ki bir nebze American Girl Rock havası var Aerosmith ve Bon Jovi benzeri. Ama bu kadar kusur kadı kızında da olur.

"300 MPH Torrential Outpour Blues" ise adından anlaşılabileceği gibi blues kökenli yine. Sakin, dingin başlıyor. Meg bile kendini tutabilmiş. Güzel gidiyor gerçekten. Arada çıkışlarla The White Stripes elinden çıktığını hissettiriyor. Ve "Conquest" geliyor. Oh diyorum içimden. Zorro tarzı bir havası var. Meg güçle vuruyor. Bir anda sakinleşen çalışma geri geliyor ve titretiyor. Trompetler güzel bir hava katmış.

"Bone Broke" geldiğinde hazır enerjimizi almışız aynen devam ediyoruz. Jack'in yine siniri üstünde ve eski agresif vokallerini hatırlatıyor. 70'lerden alıntılar hissediyoruz çalışmanın yapısında. Gerçekten güzel. "Prickly Thorn, But Sweetly Worn" ise country'nin acımasız bir örneği. Western filmlerinde pazar akşamları kol kola dans eden çiftler akla geliyor direk. Meg de ayaklarıyla tempo tutmalarını kolaylaştırmış. Bitiş melodisinin üzerine hiç istifini bozmadan "St. Andrew" devam ediyor ancak biraz daha deneysel bir bakış açısıyla. Yaklaşık 2 dakikalık deneysel country.

"Little Cream Soda" ile kendimize geliyoruz. Distortion ve beraberindeki melodiyle etkileyici bir başlangıç. Meg ise fonda yer alıyor bu güçlü ikilinin ardında. Festivalde dinlemek için hazırlanmış bir çalışma. Ortalığı her an karıştırabilir. "Rag & Bone" bizi yine blues'a döndürüyor. Sakince dinlerken Meg'in basları geliyor ve punk yapısı takip ediyor. Eğlenceli gayet. Çeşitlemelere eskilere uzanan "I'm Slowly Turning Into You" ile devam ediyoruz. Aklıma House M.D. dizisinde Dr. Foreman'ın Gregory House'a söyledikleri geldi niyeyse şarkının adından. Distortion ile gelen güç damarlarda hissediliyor. Alttan blues esintileri geliyor melodisel olarak ama üstteki yansıması çok farklı. Parçanın yapısı çok basit ve bir o kadar da etkileyici.

So üç çalışmaya geldiğimizde "A Martyr For My Love For You" Metallica baladlarına benzer şekilde başlıyor. Folk rock ezgileri taşıyor. Derken ruh canlanıyor ve dengeler oturuyor. Gitar ve bateri kendini olaya verdiğinde deprem oluyor kulaklarımda. "Catch Hell Blues" için Blues dememe gerek var mı? Kendi edasında takılan bir gitarla başlıyor derken Meg basların ayağının altında olduğunu hatırlatıyor. Gitar klasik blues'dan çıkıp Gillis tarzına dönüyor. "Effect & Cause" ise öz blues'dan bizi alıp country'e götürüyor. Albümün kapağına uygun bir bitiş sunuyor albüm. Hani biraz daha rock hissi verse çok sevinirdim ama pek country'den öteye gidememiş.

The White Stripes resmi sitesi
The White Stripes @ MySpace

The White Stripes klipleri @ YouTube:

Icky Thump
Seven Nation Army
Fell In Love With A Girl
Blue Orchid
The Hardest Button To Button
I Just Don't Know What To Do With Myself


Alternatif video:

The White Stripes Simpsons'ın konuğu

26.8.06

Thom Yorke - The Eraser (XL, 2006)

Thom Yorke veya gercek adiyla Thomas Edward Yorke. Herkesin tanidigi haliyle Radiohead'in solisti. Aslinda onun maharetlerinden ciddi olcude bahsetmek gerekir. Elektrik gitar, akustik gitar, bas gitar, piyano ve bateri calabilen Thom Yorke ilk solo albumuyle karsimizda.

Albumun tanitimi Temmuz ayinda Londra'da yapildi. NME dergisinin ifadesiyle Radiohead albumlerine parca secerken arta kalan parcalardan olusuyor album ancak albume boyle yaklasmak buyuk bir hata olur. Albumdeki parcalardan birkaci Radiohead grubu olarak albumlerine gonul rahatligiyla koyacaklari kadar guzel. Elbette albumun Radiohead tarzindan temel farki, Radiohead'in alternatif rock muzik yapmasi ve bu albumun alternatif elektronik muzik tadinda olmasi.

Album, "The Eraser" adli albume adini veren parcayla basliyor. Kesik bir piyanonun uzerine yerlesen vuruslar. Arkasindan gelen Thom Yorke vokali ise parcaya apayri bir hava katiyor. Vokalle birlikte piyano bir ust notadan calmaya basliyor ve bu vokali daha da vurguluyor. Bu arada sahneye cikan sample'lar etkilesimi artiriyor. Parca albume adini vermis ve bosuna secilmedigini kanitliyor.

Ikinci parca "The Analyse" ise Richard Davis'i animsatiyor ancak en temel fark vuruslarin daha hafif olmasi ve vokalin gucu. Ozellikle parcanin sozleri gercekten takdire sayan. Radiohead'den aliskin oldugumuz o aglamak uzere olan yasini almis bir adamin goz kuru son saniyelerini andiran ses cok etkileyici. Parcada yine etkin bir piyano var. Bu sefer elektronik ogeler cok daha sinik denilebilir ve sadece vuruslarda varligini hissettiriyor.

"The Clock" adli ucuncu parca aksak ve kesik vuruslarla basliyor. Vuruslara ayak uyduran bir acapella takip ediyor ve bir gitar melodisi benzer sekilde eslik ediyor. Elbette hemen arkalarindan gelen vokal. Hani albumun adi "The Clock" olsa yadirgamazdim diyebilirim. Parca o derece basarili. Her aninda insani sarmalayan bir melodi. Eslik etmek, istemeden de olsa insanin icinden geliyor. Fondaki bas gitarin kullanimi cok basarili.

Arkasindan gelen "Black Swan" yine aksak ritmle ve elektrik gitarla basliyor. Vokal hemen on plana cikiyor. Thom Yorke'un aksak ritmli rock'taki basarisi elektronik muzige de aksediyor. Gitar melodisi parca boyunca ayni ritmle devam ediyor. Vokaldeki durgunluk da parcaya sakin ve huzurlu bir hava katiyor.

"Skip Divided" albumdeki altinci parca. Aksak ritmin yine hakim oldugu parcada keskin vuruslar dikkat cekiyor. Thom Yorke'un daha kalin bir tonda ortaya koydugu vokal bugulu bir hava yaratiyor. Arka vokaller de bunu benzer sekilde daha ince bir tondan destekliyor. Vokal onceki parcalarin aksine ritmden bagimsiz kendi cizgisinde ve bu da farkli bir aksaklik katiyor. Daha sonra parcaya vocoder giriyor ve ortalik bugudan gecilmiyor.

Altinci parca "Atoms For Peace" Thom Yorke'un aksak ritmden odun vermeyecegini artik acikca ortaya koyuyor. Minimalistik bir havada baslayan parca vokalsiz olsa cok rahat unlu bir plak sirketinden minimal basligi altinda piyasaya surulebilir. Vokal ise dogrudan bir imza tasiyor uzerinde. Melankolinin doruklarina cikaran bir vokalin esliginde zaman gibi akip geciyor parca.

"And It Rained All Right" adli parca deneyseli andiran bir sample'la basliyor ve arkasindan aksak vuruslar geliyor. Gitarla birlikte giren vokal parcaya aradigi enerjiyi veriyor. Vuruslardaki cesitlilik de enerjide artis sagliyor. Gitar melodisinin vokalle uyumu dikkat cekiyor.

"Harrowdown Hill" kapanistan bir onceki parca ve dogrudan gitar melodisiyle basliyor. Arkasindan gelen keskin aksak ritmin destegiyle tum bunlara tezat olmaya calisan bir vokal ortaya cikiyor. Thom Yorke'un normal tarzina oranla acelesi varmis gibi gelen vokal nakarat bolumunde ne kadar da yanildigimi ortaya koyuyor. Parcanin sozleri yine derinden vuruyor. Ozellikle parcanin ritmiyle uyumu sayesinde cok daha etkin bir hal aliyor ve dogrudan akla kaziniyor. Sozlerde bir sey kacirmamak icin insan pur dikkat dinliyor ama aslinda parca insani kendine cekiyor ve vokal de bu konuda anahtar gorevi goruyor. Parcanin sonlarinda giren piyano ise inanilmaz bir hava yaratiyor.

Albumu noktalayan "Cymbal Rush" adli parca tok aksak ritmlerin esliginde 4'luk bir sample'la basliyor. Parca adindan anlasilabilecegi gibi bir yere yetisme heyecani icinde. Vokal ve piyano da bu hisse ortak oluyor. Parca sonlara dogru gittikce daha da acele etmeye basliyor ve kalp atislari buna oranti olarak hizlaniyor. Noktayi ise bas gitar ve parcanin basindaki tok aksak vuruslar koyuyor.

Album genelinde aksak ritmlerle bezenmis piyano, gitar ve elektronik muzik ogelerinden olusuyor. Acikcasi bugune kadar temelinde yalniz kalan elektronik muzigin romantik prensi Richard Davis'in tahtini ciddi bicimde salliyor. Thom Yorke'un soz gerektirmeyen vokali cok basarili bir altyapi calismasiyla birlesince ortaya dinlenilmesi gereken bir album cikmis.