Haziran 2007 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Haziran 2007 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29.12.07

Lefties Soul Connection - Skimming The Skum (Melting Pot, 2007)

Orgone'den sonra kulaklarım daha çok Funk arar oldu. Sonunda da karşıma Lefties Soul Connection'ın yeni albümü takıldı. Bir nebze rahatladım.

Lefties Soul Connection, Alvin Bartels, Onno Smit, Bram Bosman ve Cody Vogel'den oluşan bir kuartet. İlginçtir kökenleri Amsterdam. Ama modern Funk konusunda gayet yetkinler buna rağmen. Niye rağmen dediğimi açıklamama gerek yok.

Aslında gruba hakkını vermek lazım, Avrupa'dan çıkan ve yeterli cesarete sahip 3. Funk grubu. Ayrıca bugüne kadarki başarıları konusunda tartışma gerekmiyor.

Albüme gelince modern bir Funk yaklaşımı. Gayet güzel. Dinlerken bazen insanın içinden hareketlenmek gerekiyor "Paul New Man"'de, bazen de Saint-Germain tarzında şöyle oturup bir güzel müziğin tadını çıkarmak geliyor "Skimming The Skum"'da olduğu gibi. Özellikle org kullanımı çok ilgimi çekti. Modernlik anlayışında önemli bir yeri olmasını iyi değerlendirmişler ve bu noktada kaliteli bir çizgiyi de tutturmuşlar. Dinleyin, eğlenin demekten başka çare yok. 12 parça var ve hepsi de güzel.

MP3: Lefties Soul Connection - Paul New Man
MP3: Lefties Soul Connection - Skimming The Skum

Lefties Soul Connection'ın resmi sitesi
Lefties Soul Connection @ MySpace
Albümü satın almak için

1.10.07

Buckethead - Acoustic Shards (Avabella, 2007)

Yine Buckethead, yine güzel bir albüm. Bu sayfalarda en son 13 albümlük "In Search Of The" serisiyle yer alan çılgın gitarist şimdi de oturma odasında canlı olarak kaydettiği "Acoustic Shards" albümüyle bizlere selam ediyor.

Albümde 1991 yılında kaydedilmiş aslında. Hiçbir efekt kullanmadan tamamen doğal yollardan sunmuş bize albümü. Girmiş oturma odasına, almış eline gitarı ve başlamış döktürmeye. Hatta bazı bölümlerde o derece döktürüyorki 2. bir gitaristin olduğuna noter huzurunda yemin edebilirsiniz. Ama öyle değil işte.

Albümde Buckethead'in ünlü parçaları "For Mom" ve "Who Me?"'nin eski versiyonları var. Bunun yanında hiç duymadığımız birçok parça da yer alıyor. Açıkça söylemek gerekirse Buckethead'in alıştığımız tarzından sonra bu albüm gerçekten çok farklı bir tad sunuyor. "Little Gracy"'deki flamenko havası elektro gitar olsa doğrudan speed metal'e dönecek mesela.

Bana göre muhteşem bir gitarist olan Buckethead'i farklı açıdan dinlemek için güzel bir örnek. Ayrıca çalınan notalar sabit, müzik aleti değişken olduğunda müziğin ne kadar farklı gelebileceğini de ortaya koyuyor. Benzerini Metallica ve Apocalyptica örneğinde de görmüştük zaten. Bu da bu örneklemlerden bir tanesi olarak kulaklarımızda yerini mutlaka almalı.

Beğendiğim parçalar dersek, hepsi. Tamam çok objektif olamıyorum bu adamda ama albümü şöyle bir dinlerseniz siz de anlayacaksınız.

MP3: Buckethead - For Mom (Early Version)
MP3: Buckethead - Johnny

Albümü satın almak için

27.9.07

Art Brut - It's A Bit Complicated (Downtown, 2007)

Indie sahnesinin bu senenin başına göre sessizleştiği bir dönemdeyiz. Festival fırtınası sebebiyle yeni albümler henüz karşımıza çıkmıyor. Daha doğrusu büyük topların albümleri ortada yok diyelim. Büyümeye çalışan gruplardan biri de Art Brut.

Grup adını Art Brut sanat akımından alıyor. Sınırların dışındaki sanatsal arayışları açıklayan bir terim diyeyim bilgim dahilinde. Daha çok okumak isteyenler buradan bakabilirler.

Bundan niye bahsettim diye merak edenler varsa, böyle bir ismi taşıyan gruptan da sınırların dışında, farklı şyler beklemek hakkım. "It's A Bit Complicated" albümlerini birkaç kez dinledim. Haksızlık etmek istemedim ama hiçbir sınırdışılık, farklılık bulamadım. Britanya'lı olduğunu bağıra bağıra belli eden bir nebze Franz Ferdinand, bir nebze Bloc Party kopyası olmaktan öteye gidemiyor. Hani bir nebze eğlenceli olsun demişler ama bir nebze dedikleri için olmamış. Benzeri güçlülük konusunda da geçerli.

Grup üretkenlik açısından aldığı ismin ağırlığını kaldıramamış. Bunun yanında vokal ciddi anlamda yetersiz kalıyor güç açısından. Çoğu zaman melodilerin altında ezilip büzülüyor. Örneğin "I Will Survive"'daki vokalin ne dediğini ve ne yapmaya çalıştığını hiç anlayamadım. Ya parçanın yapısını biraz daha sadeleştirip vokali öne çıkarmalılar, ya da hiç zorlamadan vokali daha efektif kullanmalılar uygun yerlerde. Parça resmen zehir oluyor bu şekilde.

Eşref saatim olmaması ihtimalini göz önünde bulundurarak 2 adet örnek parça koyacağım. Ama doğru söylemek gerekirse beğenilme ihtimalini yüksek bulmuyorum. Sonuçta elçiye zeval olmaz.

MP3: Art Brut - Pump Up The Volume
MP3: Art Brut - I Will Survive

Art Brut resmi sitesi
Art Brut @ MySpace
Albümü satın almak için

26.9.07

E-Z Rollers - Conductor (Intercom, 2007)

DnB sahnesinin başarılı üçlüsü E-Z Rollers, bugüne kadar çalışmalarıyla hiçbir zaman bu türe gönül verenleri yüz üstü bırakmadılar. Grup bu özgeçmişe bir çentik daha atma amacıyla 5. stüdyo albümlerini Haziran ayında piyasaya sürdü. Bugüne kadar birçok başarının süsü olarak ödülleri kucaklayan grup işlerine aynı hızla devam etmeyi hedefliyor. Albümde zaten buna işaret ediyor.

Albümde farklı DnB yaklaşımlarını birleştirmişler. Albüm daha en başından Apollo 440 tarzında bir progressive DnB ile başladıktan sonra hemen Fabio ve Grooverider'ın BBC'deki programlarından tanıdığımız bir melodik DnB ile devam ediyor. Zaten iki DJ bu parçayı 1.5 ay boyunca setlerinden eksik etmediler. Arkasından da çıngar kopuyor zaten.

Albümde enerji had safhada. Zaten DnB türünün sevdiğim bir özelliği. Enerji bol olduğu zaman dinleyip dağıtmak için birebir. Özellikle böyle yetenekli ellerden çıkarsa, değmeyin keyfime. Onca yoğun vuruşun arasına koyulan melodiler ince dokunuşlar olarak parçaları tamamlıyor "Carousel" ve "Play Something Jazzy"'de olduğu gibi. DnB'in özündeki bu zıtlık her zaman çok başarılı sonuçlar veriyor. Ama tabii "Crowd Rocker"'daki gibi progresif bir melodi ipin ucunun kaçmasına ve dans ederken sağın solun devrilmesine yol açıyor bir nebze. Aman dikkat! Komşular kesin benim evde kanalizasyon çalışması var sanıyorlardır.

Albümde DnB haricinde iki parçadan biri Big Beat türündeki "Revolutionize". O da oldukça güzel bir şekilde kotarılmış. Elbette vokalin parçayı bir bölümünde Hip Hop'a döndürmesi biraz soğuk duş etkisi yaptı bende ama olsun. Kadı kızı misali. Diğer parça ise albümün dibindeki "Slow Fire". Aksak ritme sahip parça ve trip hop havasında. Ortalama bir yapısı var.

DnB herkesin sevdiği bir tür değil o yüzden farklı gelebilir elbette. Ama hani dinleyecekseniz gerçekten türün güzel örneklerinden birine, hatta yılın da en iyi örneğine hazır olun. Zaten az sayıda çalışmanın çıktığı soyu tehlikedeki türlerden biri olan DnB'le geç olmadan tanışın derim ben.

Albümde beğendiğim parçalar:

2) Go Go Electro
3) Carousel
4) Rancho Notorious
6) Crowd Rocker
7) Play Something Jazzy
8) We Got Vibes
10) Coming Home
13) Keeps Me Moving

MP3: E-Z Rollers - Go Go Electro
MP3: E-Z Rollers - We Got Vibes

E-Z Rollers @ MySpace
Albümü satın almak için

8.9.07

Porn Sword Tobacco - New Exclusive Olympic Heights (City Centre Offices, 2007)

Porn Sword Tobacco, İsveç'li Henrik Jonsson'un bir projesi. 2004 yılından beri yeni albümü dahil City Centre Offices plak şirketinden 3 albümü çıktı. Elektronik müziğin genel olarak deneysel, abstrakt ve ambient yönlerinin üzerine giden prodüktör bu konuda dikkat çeken isimler arasında yer alıyor.

City Centre Offices, fazla ünlü olmayan ancak çıkardığı kaliteli albümlerle her zaman sessiz sedasız başarılı işler yapan bir plak şirketi. Swod, Ulrich Schnauss, I'm Not A Gun, Dub Tractor, Cyne ve Static gibi sanatçılarla çalışıyorlar. Porn Sword Tobacco da bu grubun içerisinde üst düzeyde yer alıyor.

Albüm hakkında inceleme yapmadan önce Henrik'ten albümü hakkında bilgi vermesini istedim ve aldığım bilgiler şu şekilde:

"Bu albümü de diğer 2 albüm gibi İsveç'te ormanın içinde bulunan Silence adlı stüdyoda kaydettim. Ben hissettiklerimi yansıtan parçalar ve albümler yapmak istiyorum. Her zaman ulaşmaya çalıştığım nokta bu. Parçalar genel olarak emprovize olarak gelişiyor ve 1 ya da 2 seferde kaydediliyor. Bir albüm için genel olarak 2 saatlik bir kayıt yapıyoruz ve bu kaydın 40 dakikası bir albüme dönüşüyor. Bu albümde de aynısı var ama biraz daha uzun kaydettik sanırım. "

Albümde huzur var. Elektronik altyapılı olması, deneyselliği hiçbir şekilde bu huzuru bozmuyor. "Giftwrap Yourself, Slowly" son dönemde dinlediğim en iyi çalışmalardan biri kesinlikle. Basit ama basit olduğu kadar üst düzeyde etkileyici.

Diğer parçalarda ise herhalde ormanda kaydetmiş olmanın verdiği bir dinginlik ve biraz da pusu var. Bu da elbette dinlerken zorlamayan, hatta aksine rahatlatan bir hava yaratıyor parçalarda. Elektronik altyapının üzerine yer yer piyano, org ve gitarın kullanımı bu noktada etkin oluyor. "Pappa! Min Karlek Ar Gravid" de ise piyanonun yanında eşlik eden xylophone çok başarılı bir sonuç vermiş. Hafif yılbaşı şarkılarını hatırlatsa da bence oldukça güzel bir havası var.

Sonuç olarak da karşımıza City Centre Offices'a yakışan güzel bir albüm çıkıyor. Elektronik müziği hala tekno diye adlandıran, duygusuz, sıradan bir müzik olarak nitelendiren kesim eğer bilgilenmek istiyorsa bu albümü dinleyebilir. Belki o zaman biraz daha mantıklı bir yaklaşım içine girerler.

Bu arada yakın zamanda City Centre Offices'dan Swod'un bugün çıkaracağı "Sekunden" albümünü inceleyeceğim.

MP3: Porn Sword Tobacco - Giftwrap Yourself, Slowly
MP3: Porn Sword Tobacco - Cubical Fever

Porn Sword Tobacco resmi sitesi
Porn Sword Tobacco @ MySpace

3.9.07

Editors - An End Has A Start (Fader, 2007)

Editors Indie Rock türünün potansiyel sahibi başarılı gruplarından. Potansiyeli hep göremiyoruz ama olsun. Vokalde Tom Smith, gitar ve klavyede Chris Urbanowicz, bas gitar ve arka vokallerde Russell Leetch ve bateri/perküsyonda Ed Lay'den oluşuyor grup. Üniversitede Müzik Teknolojisi bölümünde okurken tanışmışlar. Daha önce çeşitli kadro değişiklikleri dahilinde "The Pride" ve "Snowfield" adlarını almışlar ama en sonunda kardolarını düzenleyip Editors olarak karşımıza çıktılar.

Editors'ın ilk albümü "The Back Room" daha önce çıkan Single'larının da gazıyla Avrupa'da iki platin aldı. Amerika'da haliyle aynı başarıyı gösteremese de yine de ilk albümleri açısından hiç de kötü değil.

Grup aslında birçok ünlü grupla karşılaştırılıyor yetenekleri ve çalışmaları konusunda ancak 2. albümleri beklentilerimin altında kaldı. Birkaç parça hariç genel bir İngiltere pesimisti gözüme çarptı ve açıkçası bundan çok hazzetmiyorum. Sanırım biraz enerji eksik.

Elbette genellemiyorum bunu. Mesela "Bones" albümün önde gelen parçalarından olmasa da benim için gayet tatminkar. Keza "An End Has A Start" da öyle. Ama albümün çıkış parçası "Smokers Outside The Hospital Doors" beni çok cezbetmedi. Hafif Coldplay yönelimi var parçada. "Put Your Head Towards The Air" de keza benzer. Editors'ın yönü ise bu şekilde değildi ve ters tepki yarattı bende parçanın kendi güzelliğinden bağımsız olarak. Chris'in sanırım biraz daha sinirlenmesi lazım. O zaman bence çok daha iyi olur.

Albümü genel olarak çok benimseyemedim. İçinde güzellikler var ama bence çok daha iyi olabilirdi. İlk albümün üzerine koyulan şeyler parmakla sayılır. "The Back Room"'a göre daha bir bütünlük sahibi albüm mesela ama bu bütünlüğün yönünün farklı olmasını yeğlerdim. Sonuç, idare eder.

Albümde beğendiğim parçalar:

2) An End Has A Start
4) Bones
6) The Racing Rats
8) Escape The Nest

MP3: Editors - An End Has A Start
MP3: Editors - Bones

Editors resmi sitesi
Editors @ MySpace

24.8.07

Dopplereffekt - Calabi Yau Space (Rephlex, 2007)

Dopplereffekt, Gerald Donald, Kim Karli, Rudolf Ellis Klorzeiger ve William Scott'tan oluşan Almanya kökenli bir grup. Yaptıkları müzik ise genelinde Detroit Teknosu özünde özgün bir elektro olarak nitelendiriliyor. Hiçbir röportaj vermemeleri veya açıklama yapmamaları da onları oldukça gizemli bir hale sokuyor. Bugüne kadar birçok önemli çalışmaya imza atan grup 4 yıllık aradan sonra Haziran ayında yeni albümlerini çıkardı.

Albümde eski detroit tekno ve old skool elektro havasından ziyade daha uzaysal bir yapının üzerinde deneysel elektro çalışmalar yer alıyor. Zaman zaman abstrakta da uzanıyor. Örneğin "Hyperelliptic Surfaces" adlı parçada Pete Namlook'un ambient yaklaşımının biraz daha elektro vari bir versiyonu var.

Bunun haricinde aksak vuruşlar yine yerini koruyor. Biraz daha mekanik ama yumuşak bir hal almış Dopplereffekt. Hani bir şekilde yaptıkları hakkında konuşsalar biz de biraz bilgi edinirdik ama ne yazık ki yok.

Albüm 2000 sonrası örneğini pek görmediğimiz bir elektro denemesi. Bu açıdan gayet memnunum hala birilerinin daha popüler türlere kaymamasından ve bu türü desteklemesinden. Ama albümü çok beğendiğimi söyleyemem. Sanırım bu bir sonraki adım için geçişi oluşturuyordu çünkü eski Dopplereffekt çalışmalarına baktığımda kalite açısından da fark var. Tabii haklarını yememek lazım, parça yapıları çok olgun. Sadece parçalar bana çok çekici gelmedi. Yine de ümit kesilmez. Eski kredileri bende ziyadesiyle fazla.

MP3: Dopplereffekt - Mirror Symmetry
MP3: Dopplereffekt - Hypersurface

Dopplereffekt - Calabi Yau Space @ Juno Records

21.8.07

Xavier Rudd - White Moth (Anti, 2007)

Kimdir nedir bilmezdim. Ama biraz öğrendim. Avustralyali müzisyen Xavier Rudd'la yaşdaşız, o da 1978 doğumlu. Benden farklı olarak birçok enstrümanı çalabiliyor ve üstüne sörf yapıyor. Ama ben de yazıyorum sonuçta.

Tarz olarak reggae, folk ve pop karışımı. Roots hayranlığını zaten açıkça belirtiyor. Ancak folk-popa hafif dönük bir yanı var. Oldukça da ilginç. Ama onun en güçlü yanı albümlerinden ziyade performanslarıymış. Haliyle izleme imkanım olmadığı için bilebilecek birine sordum ve şans eseri dinlemiş ve çok beğenmiş. Kaynak: Tom Can Soleymanbik @ Melbourne. Geçen sene Rock Werchter'de de performans sergilemiş ama sanırım 1 yılla kaçırdım.

Albümdeki gitar kullanımı biraz blues ve folk karışımı geliyor bazen. Özellikle "Better People" ve "Stargaze"'de. Hatta "Better People" Norah Jones'un albümünde yer alsa hiç yadırgamam. Yoksa Norah Jones Avustralya folk müziği mi yapıyor diye düşündüm bir an. Xavier Amerikan tarzını yapıyor, bu daha mantıklı geldi. Sonuçta aborjin müziğine pek benzetemetim. Ama bir gıdım da olsa "Stargaze"'de var. "Footprint" ve "Message Stick"'te ise daha yoğun olarak aborjinlere benzettiğim noktalar çıktı. Benzetmek ne kelime. Güzel güzel aborjin melodileri var.

Heyecan yok, stres yok, hayat güzel. Sözler üzerinde sanırım biraz daha çalışabilirmiş ama bu şekilde de çok sırıtmıyor. Sadece "Come Let Go"'da biraz kulağıma battı sıradanlık aslında. Come brother, come sister bir süre sonra yakışmadı albüme. Rafet El Roman misali "Seni Seviyorum" hissi doğurdu bende. Yeni bir örnek de Hande Yener'in "Romeo"'su herhalde. Aaa Kaiser Chiefs'in "Ruby Ruby Ruby"'sini nasıl da atladım. Neyse çok ezdim Xavier'i. Abartmayayım.

Sonuçta albümü zevkle dinledim mi, dinledim. Tavsiye de ederim sakin bir eğlence için. Öyle çok iddialı değil ama iddialı olduğu söylenen birçok albümden daha güzel. Belki de böylesi daha iyi.

MP3: Xavier Rudd - Twist
MP3: Xavier Rudd - Stargaze

Xavier Rudd resmi sitesi
Xavier Rudd @ MySpace

Xavier Rudd - Better People performansı

31.7.07

Manteca - Tremendo Boogaloo (Freestyle, 2007)

Manteca, vokalist Martha Acosta ve bas gitarist Don Fiora (Javier Fioramonti)'dan oluşan Kolombiya asıllı bir grup. Edinburgh festivalindeki bir performans için bir araya gelen ikili o zaman bu grubun temellerini atmışlar. Konserlerindeki parti havası sebebiyle de Latin Funk Jazz konusunda her zaman aranan isim olmuşlar.

Martha grupta sürücü koltuğunda ve parçaları yazıp besteliyor. Salsa'ya biraz daha geniş bir açıyla bakıyor ve sınırlamalarına pek aldırmıyor. Modern müzik anlayışında onun bu tarzı çok daha beğeni kazanıyor. Böylece de ortaya bir Manteca fırtınası çıkıyor.

Açıkçası albümü dinlemek yürek gerektiriyor. Bu denli hareketli, eğlenceli ve insanı dans etmeye dürten bir albümü oturarak dinlemek imkansız gibi. Şahsen albümü ancak bir hayli dinledikten sonra oturup yazabildim şunları. Albümün tamamı bir parti edasında devam ediyor. Latin dünyasının tüm enerjisini başarıyla yansıtmış albüm.

Genel olarak salsa etkisi görülüyor. Ancak gerek melodisel, gerekse yapısal bakımdan çok daha özgür bir tavırla ele alınmış salsa. Bu da modernizm katıyor albüme. Uyarıyorum, normal bir salsa albümü dinlemeyeceksiniz. Ama salsa yapmayı biliyorsanız, aynı zevki bundan da alabilirsiniz. Hatta daha fazlasını.

Yaz için ideal bir albüm. İKSV caz festivali kapsamında Ayhan Sicimoğlu & Latino All Stars'ı dinledikten sonra aynı heyecanı artırarak devam eden bu albüm bana ilaç gibi geldi. Güney Amerika hayranı olanlar veya merak edenler için biçilmiş kaftan. Tam size göre. 2 adet MP3 örneğini de aşağıda veriyorum. Beğenmeyenler iade etsin.

Beğendiğim çalışma yok. Delisi olduğum çalışmalar var. Hem de hepsi. Çekinmeden söylüyorum. Çok mu abarttım acaba? Sanmam. Bir dinleyin ona göre konuşuruz.

MP3: Manteca - De Todo
MP3: Manteca - Fuedo

Martha Candela @ MySpace

29.7.07

Von Südenfed - Tromatic Reflexxions (Domino, 2007)

Son dönemin yükselen elektronik müzik türevlerinden biri olan elektro rock yeni bir isme kavuştu Mayıs ayında. Bu isim Von Südenfed. Andi Toma, Jan St. Werner ve Mark E. Smith'den oluşan grup Mayıs ayının ortasında "Fledermaus Can't Get It" adlı bir single yayınladılar ve endüstriyel rock etkili elektro rock tarzlarıyla dikkat çektiler. Bunu 3 hafta sonra ilk albümler "Tromatic Reflexxions" izledi.

Aslında gruptaki iki kişi bize yabancı değil. Andi Toma ve Jan St. Werner aynı zamanda ülkemize de IKSV Phonem Festivali kapsamında gelen Mouse On Mars grubunu oluşturuyorlar. Mouse On Mars'ı seven ve buradaki performanslarına bayılan biri olarak bu grubu ilk duyduğumda da oldukça olumlu bir beklenti içine girdim. Bu arada grubun 3. elemanı Mark E. Smith ise efsanevi post punk grubu The Fall'un efsanevi elemanı. Öyle efsane ki NME tarafından müzikal deha olarak nitelendirilmiş ve ödül almış biri. Yani grubu daha açık tanımlamak gerekirse Mouse On Mars + Mark E. Smith.

Albüme gelince. Albüm elektro rock havasında. Endüstriyel öğelerin yanında Mouse On Mars'tan bildiğimiz hip hop vari funk edalı vuruşlar da var. Bu tür yaklaşımlar ise albümü gayet eğlenceli bir hale getirmiş. Aslında elektro zaman zaman abstrakt noktasına yaklaşıyor ancak parçaların genel yapısı itibariyle hiçbir rahatsızlık vermiyor bu. Birçok noktada LCD Soundsystem'ı andırıyor grup. Zaten Mark E. Smith de LCD Soundsystem'ı ilk dinlediğinde sevdiğim müzik işte bu demiş. Bu etkileşimin yoğunluğu da buradan geliyor herhalde.

Grubun ensütriyele bakış açısı zaman zaman Nine Inch Nails tadı veriyor. Bunun yanında ses kesiti kullanımı ise Mouse On Mars tarafından gelen bir özellik. Üzerine elektro yapıyı da koyduğumuzda oldukça keskin ve sert bir tarz ortaya çıkıyor. Bu tarzı insanlara uygun şekilde sunmak ise vuruşların olaya girişiyle mümkün oluyor. Açıkçası birçok açıdan vuruşların bu grubun başarısındaki temel nokta olduğu söylenebilir.

Vuruşların yapısı genel olarak aksak. Örneğin "Flooded"'da breakbeat tarzı bir havayla başlayıp daha sonradan big beat'e dönüyor. Buna karşın "Serious Brainskin"'de doğrudan IDM başlıyor ve öyle devam ediyor. "The Young, The Faceless, And The Codes"'da ise melodiyle birlikte acid disko havasını uygun bir şekilde veriyor geride kalarak.

Albümde dikkat çeken çalışmalar:

1) Fledermaus Can't Get Enough
3) Flooded
4) Family Feud
6) Speech Contamination/German Fear Of Osterreich
7) The Young, The Faceless, And The Codes
9) Chicken Laiamas

MP3: Von Südenfed - Flooded
MP3: Von Südenfed - Family Feud

Von Südenfed @ MySpace

28.7.07

Ulrich Schnauss - Goodbye (Independiente, 2007)

2001 yılında çok takdir ettiğim City Center Offices'dan çıkardığı "Far Away Trains Passing By" albümüyle bizlere farklı tadlar veren Alman prodüktör Ulrich Schnauss, son dönemde karşımıza çıkan en önemli Ambient ve klasik elektronik müzik bestecilerinden biri.

İlk albümünün beklenenden çok daha fazla ilgi görmesinin ardından 2003 yılında 2. albümünü yine CCO'dan yayınladı Schnauss. "A Strangely Isolated Place" ilk albüme oranla çok daha fazla ilgi gördü ve artık Schnauss çalışmaları merakla beklenen insanlar listesine girdi.

Derken bu yılın Ocak ayında yeni albüm çalışmalarının sonlanmakta olduğu haberi geldi ve içimize bir heyecan düştü. Haziran ayının sonunda da albüm karşımıza geldi. İlk dinlemede bir durup düşündüm ancak dinledikçe bana değişik gelen "Medusa" gibi çalışmalarının da tadını almaya başladım. Şimdi ise çok beğendiğimi göğsümü gere gere söyleyebilirim.

Albümle alakalı ilk nokta 1970'lerin Krautrock'ına olan yakınlığı. Elbette çok daha farklı ve modern bir havada fakat yine de melodisel anlamda ve altyapıların düzeni açısından eskiyi hatırlatıyor. Tabii parçaların uzunluğu açısından da farklı.

"Never Be The Same" albümü muhteşem bir şekilde açıyor. Müzikal altyapının üzerindeki vokal örtüsünü takdir etmemek elde değil. Jean Michel Jarre'ın 80 öncesi havasından gelen bir melodinin üzerinde hafif melankolik geniş bir vokal. Sanırım New Age melankolik olduğunda daha etkileyici oluyor. "Shine"'da ise benzer bir parça yapısının üstünde bu sefer bir erkek vokali geliyor. Yine benzer bir etki ve ağzım açık dinliyorum. "Stars" ilk iki parçaya göre daha hızlı bir yapıda. Alt kısım yine New Age sinyalleri veriyor ancak hava bu sefer kesinlikle melankoliden uzak. Ama buğu devam ediyor hafiften.

Albümdeki 4. parça "Einfeld" yine melankoli ve buğuyla çeviriyor etrafı. Schnauss'un daha önce albümlerinden de alışkın olduğumuz bir hava bu aslında. Tizler aslında parçaya güneş gibi açıyor ama org melodisi bulutların yoğunluğunu esirgemiyor. Parça geliştikçe orgun bu hakimiyetinden bir nebze olsun kurtuluyor ve güzel bir duruş sergiliyor. "In Between The Years" ise gerçekten iflah olmayacak kadar ağır bir dengeye sahip. Ancak bir o kadar da etkileyici. Schnauss sanırım verdiği 4 yıllık arada genel olarak duygusal anılarını biriktirerek çalışmalar yapmış ve bunun da albüm üzerindeki etkisini böylece görüyoruz. "Here Today Gone Tomorrow"'da öncelikle bugünü anlatan hareketli bir yapıyla giriyor. Bugün güzel, bugün olumlu, bugün hayata bakıyor. Daha sonra parçanın hızlanması, melodinin güçlenmesi ve vokalin girmesiyle yarına geliniyor ve biraz daha üzücü bir hava hakim oluyor.

"A Song About Hope" adıyla eşgüdümlü bir umudu anlatıyor. Vuruşlar aksak ve albümde klasikleşen new age yapının yanında vokalle birlikte umudu temsil ediyor. Parça direk sarıyor insanın etrafını. Albümün yırtığı "Medusa" ise saçındaki yılanlar kadar hırçın. Rock havası oldukça baskın. Gitar ve vokal dans ediyor adeta. Gerçekten başarılı. Albüme adını veren "Goodbye"'a geldiğimizde ise albümde şu ana kadar genel olarak ne gördüysek o var. Yine başarılı bir kompozisyon. Artık alıştım. "For Good" albümün sonunu işaret ediyor. Folk rock edasıyla başlıyor ve arkasından buğulu vokalimiz gecikmiyor. Vokali enstrüman olarak kullanma özelliği Klaus Schulze'u anımsatıyor genelde. Daha sonra gitar ve vokal yerini melodiye bırakıyor. Melodi bu sefer ağır depresif. Bu şekilde de devam ediyor.

MP3: Ulrich Schnauss - Never Be The Same
MP3: Ulrich Schnauss - In Between The Years

Ulrich Schnauss resmi sitesi
Ulrich Schnauss @ Myspace

27.7.07

Beastie Boys - The Mix Up (Capitol, 2007)

Adam Horovitz (King Ad-Rock), Adam Yauch (MCA) ve Mike Diamond (Mike D)'den oluşan devasa bir grup Beastie Boys. Hani destan yazan gruplar vardır ya işte onlardan biri benim için Beastie Boys. Hip Hop'u alıp sınırlarını genişleten, genç birçok gruba öncülük eden isimler. Rap ve Rock'ı birleştiren furya çıkmadan 15-16 yıl önce (1982) Hip Hop ve Rock'ı birleştiren, günümüze kadar taşıyan bir grup.

Şimdi burada geçmişinden bahsetmeye ne gerek var. Sure Shot, Intergalactic, Sabotage, Alive, Pass The Mic, It's The New Style, Fight For Your Right, Get It Together, Body Movin' ve Ch-Check It Out desem. Yetmez mi, yeter bence.

Beastie Boys mailing listesine 1 Mayıs 2007'de düşülen not yeni albüm hakkında tüm detayları da beraberinde getiriyordu. Sonunda karşımıza enstrümental bir albümle çıkacaklardı. Aslında vokalin çok yakışabileceğini düşünmelerine rağmen bundan kaçınmışlar. Albümü dinledikten sonra hak da verdim bu konuda. Alışılagelmiş Beastie Boys vokallerinin üzerine yapışmayacağı çalışmalar var genel olarak.

Albüm 26 Haziran'da piyasaya sürüldü. Her ne kadar Beastie Boys performansını seyrettiysem de parçaların yapısı ve vokalsiz olmaları gereği canlı performanslarda çok fazla yer bulmadığını ve temelin eski yırtık parçalara ait olduğunu söylemekte yarar var. Ama tabii İstanbul konserine gelen beklenenin altındaki kitlenin de üzücü olduğunu söylemek lazım. Rock Werchter'de 10.000 kişilik çadır ve etrafında bulunan 30.000 kişi ana sahnedeki Björk'ten feragat edip gelirken ülkemizdeki insanların tek derdi olacak Pazar akşamı uykusu ne denli büyük bir faktörmüş bunu anladım.

Velhasıl gelelim albüme. Albümde Funk ve Punk büyük bir ağırlık sergiliyor. Bildiğimiz Beastie Boys olgun ve yine eskisi gibi kaliteli bir müzikle karşımızda ama frene basmış bir haldeler. Bir bakıma çoğu zaman Nightmares On Wax'in de elinden çıkabilecek veya genel anlamda Ninja Tunes etiketi alabilecek çalışmalar. Ama imza Beastie Boys olunca değişiyor tabii.

Albümün genel anlamda olumsuz tepkiler almasının sebebi de yaptıkları bu köklü değişim olsa gerek. Herkes Beastie Boys'dan yine yıkıp geçen, zıplatmaktan ayağa kramplar sokan parçalarını beklerken karşımıza değişik bir tad çıktı. Bana göre albümde gitar yapıları basit ve çok yerinde. Parçasına göre Funk ve Punk tarzında bir melodiye kapılıp gidiyor ve az, öz mesajını veriyor. Aksak vuruşlar her zamanki gibi yerinde ve grubun Hip Hop kökenine selam veriyor adeta. 14th St. Break'te The Doors'a olta atıyor mesela. Arkasındaki Suco De Tangerina'da ise Küba cazına hafif elektronik bir yorum var Senor Coconut tarzında. The Gala Event ise doğrudan lo-fi tadında.

Müzikal anlamda rahat bir dinleme sunuyor albüm. Yerinizden kalkmanıza dahi gerek yok. Sonuçta güzel müzik her ne kadar grubun tabiatına aykırı olsa da güzel müziktir. Strese gerek yok. Bence dinlenesi ve beğenilesi bir albüm. Sadece kafadaki Beastie Boys etiketini çıkarmak gerekiyor. Şu albüme 10 üzerinden 4 veren NME'ye de saygılarımı sunarım. Onlar sabah akşam albümüne 7 verdikleri Kaiser Chiefs'i dinlesinler bence.

Beğendiğim parçalar:

1) B For My Name
3) Suco De Tangerina
4) The Gala Event
5) Electric Worm
7) Off The Grid
9) The Melee
10) Dramastically Different
12) The Cousin Of Death

Beastie Boys resmi sitesi
Beastie Boys @ MySpace

15.7.07

Aril Brikha - Ex Machina (Peacefrog, 2007)

Stockholm'ün elektronik müzik dünyasına kazandırdığı yeteneklerden biri olan Aril Brikha 1976 yılında doğdu. Elektronik müziğe Depeche Mode, Front 242 ve son dönemde beklentileri karşılayamayan Jean-Michel Jarre dinleyerek ısınan Brikha, daha sonradan Detroit tekno kültürünün etkisinde kaldı. Prodüksiyona başladıktan sonra yaptığı demo plak Avrupa'dan hiçbir tepki almayınca gözünü onu etkileyen Detroit'e çevirdi ve kendini Derrick May'in kanatlarının altında buldu.

Aril Brikha ülkemize de yanılmıyorsam son 2 senedir geliyor ve performanslarıyla dikkat çeken bir isim özellikle. Detroit Teknosuna getirdiği farklı yorumla hareketli ama bir o kadar da ruha hitap eden setler ortaya koyuyor.

Bunların yanında ilk dönemine oranla son zamanlarda çıkardığı plaklarla aramın pek olmadığını da söylemem gerekiyor. Detroit teknosundan trance'e adım atan Brikha bu şekilde tüm beklentilerimi yıkarak beni hayal kırıklığına uğrattı. Özellikle Poker Flat'ten çıkan ve bu sayfalarda da incelediğim Akire adlı plağı ciddi anlamda bir kayıptı.

Yine de albümü bunu düşünmeden ve bununla karşılaşmama umuduyla bekledim. Karşıma çıkan albümde ise Akire'de yaşadığım hayal kırıklığından neredeyse eser yok. Bunun için bile sevinmeye değer bir albüm. Detroit havasına hakim, setlerindeki özgünlüğe benzer bir yapıda yer yer new age, yer yer Depeche Mode melodilerini anımsatan üst yapılarla dinlemesi güzel bir albüm. Aslında albümü en basit dilde açıklamak gerekirse Aril Brikha'nın alıştığımız setlerinde çalmak için yaptığı bir albüm.

Açıkçası Aril Brikha Detroit Teknosuna getirdiği bakış açısıyla gücü azalan bu türe yeni bir açılım kazandırmıştı. Bu da elbette Detroit'in yenilikçi kesimleri tarafından kucaklandı. Albümde ara verdiği bu geleceğe yönelik devinime devam etmesi de bu desteğin daha güçlü bir şekilde arkasında durması anlamına geliyor ve ilk tepkiler de Detroit'in bu albümü çok iyi karşıladığı yönünde. Bu arada uyarmak da lazım albüm tekno ve tech-house arasında gidip geliyor genel olarak.

Bu arada albümdeki genel hava harekete yönelik. Oldskool olarak adlandırılacak üst melodilerin varlığı bu hareketi daha da sempatik bir hale sokmuş. Gecenin orta ve son kısımlarında dinlenecek enerjilerde farklı çalışmalar var.

Albümdeki 7. çalışma "Kind Of Nitzer" de Nitzer Ebb'e ithaf edilmiş. Zaten endüstriyel havasıyla da bunu açıkça ortaya koyuyor.

Albümde beğendiğim çalışmalar:

1) Last One
2) More Human
4) Leaving Me
6) Contact
7) Kind Of Nitzer

MP3: Aril Brikha - More Human
MP3: Aril Brikha - Kind Of Nitzer

Aril Brikha @ MySpace

26.6.07

Proodos Özel ... (2) - Nouvelle Vague Röportajı


Radarlive Festivali performansı öncesinde Nouvelle Vague'dan Marc Collin ile bir söyleşi yaptım. Umarım hoşunuza gider.

SG - Merhaba Marc. Festival öncesi nabzınızı tutmak istedim. Ama hemen sorulara geçiyorum uzatmadan. Nouvelle Vague projesine ilk ne zaman başladınız ve bugün varolan tonlarca müzik türü arasından neden 80'lerin post punk çalışmalarını yeniden düzenlemeyi seçtiniz? Ayrıca bunları düzenlerken temel aldığınız tür olan Bossa Nova'yı tercih etmenizi de biraz açıklar mısınız?

MC - En baştan söyleyeyim festival için heyecanlıyım. Gerçekten ortamı merak ediyorum çünkü bu verdiğimiz konserlerden çok daha farklı olacak.

Sorunun cevabına gelince aslında sebebi o dönemi ve o dönemin çalışmalarına olan aşırı düşkülüğüm. Sonuçta gençtim o dönemde. Ayrıca bu çalışmaların birçoğu yeniden keşfedilmeyi hakediyor. Kimse "A Forest"'ın tekrar yorumunu yapmıyor mesela. Bunlar motivasyon oldu bana.

Bossa Nova konusuna gelince de bir melodi hazırlamak açısından en güzel müzik türlerinden biridir bana göre. Ona da olgunluk çağlarımda aşırı düşkün hale geldim diyelim.

SG - Çalışmalarınızı hazırlarken sürekli bir kahraman seçip onu farklı yerlerde hayal ediyorsunuz. Bu bazen Karayip'lerde dans eden bir kadın, bazen Jamaika'da sahilde güneşlenen bir adam. Böyle çalışmanızın bir faydası var mı?

MC - Bilmem. Sadece oluyor. Ben de çok irdelemedim. Ama çalışmaları hazırlarken veya yeni bir proje üzerinde çalışırken çok faydalı oluyor. Sonuçta bir vizyon. Size yol gösteriyor.

SG - Performanslarınızda olduğu gibi stüdyo çalışlamarınızda da sürekli farklı vokaller kullanıyorsunuz. Bunun hayal ettiğiniz karakterlerle bir bağlantısı var mı?

MC - Evet var, hayır yok. Vokalisti seçerken hem ses rengi hem de yorum açısından o şarkıya yakıştırdığım şeyleri alıp almadığım önemli. O elektrik olmalı. Hem hikayesel, hem de profesyonel bir seçim bu açıkçası.

SG - "Nouvelle Vague" adlı grubun adını taşıyan ilk albümünüzü 2004'te çıkardığınızda tepkileri nasıl buldunuz?

MC - Özellikle İngiltere ve Amerika'dan bu kadar olumlu bir tepki beklemiyordum. Bir hayli şaşırdım da diyebilirim. Güzel bir sürpriz oldu. Bu da hem projenin geleceği hem de bizim moralimiz açısından anlatılamayacak kadar olumlu bir etki yarattı.

SG - Post punk dönemi üzerinde Jamaika etkisinden bahsetmiştiniz daha önce. Jamaika bu yönden size de ilham kaynağı oldu mu?

MC - Aslında Jamaika müzikal açıdan her halükarda çok önemli bir kaynak. Ama benim açımdan Bossa Nova'nın tam tersi olması sebebiyle önemli bir etken oldu. Çok basit bir müzik türü ama bir o kadar da ruhla dolu. Reggae'yi her zaman çok sevmişimdir. Üstelik 1979'daki İngiliz Ska türünün yeniden canlanması sürecinde en önemli takipçilerinden biriydim.

SG - Birçok sanatçıdan farklı çalışmalar seçiyorsunuz. Stüdyo çalışmalarınıza da plak ve albüm dinleyerek başladığınızı da biliyorum. Düzenleyeceğiniz çalışmaları seçerken karar mekanizmanız nasıl işliyor? En garip seçiminiz neydi ve nasıl sonuçlandı?

MC - Evet stüdyo çalışmalarımıza bir hayli müzik dinleyerek başlıyoruz. Ama düzenli dinlediğimizi de söyleyebilirim. Müziği sadece stüdyoya girince dinlemiyoruz tabii. Stüdyoda farklı bir şekilde dinliyoruz. Hayal ediyoruz. Bela Lugosi'nin "Dead"'ini yapmak kolay olmadı. Japan'in "Ghost"'unun ise altından kalkamadım!

SG - Albümleriniz ve performanslarınız çok farklı. Konserlerinizde çok daha enerjiksiniz ve doğaçlamaya önem veriyorsunuz. Bunun üzerinde nasıl çalışıyorsunuz?

MC - Bu gerçek bir grup olmadığı için albümü canlı olarak çalmanın da imkanı yok. Farklı bir konsept düşünmemiz gerekiyordu ve tabii farklı bir şeyler yapmalıydık. Belki de biraz şans ama şu anda bizimle birlikte çok yetenekli sanatçılar var. Böyle olunca da değişim ve gelişim kendi kendine ortaya çıktı.

SG - Türkiye'deki son iki konserinizi düşündüğünüzde tecrübeleriniz neler? Sonuç beklentilerinizi karşıladı mı? Radarlive Festivali'ndeki performansınızı da düşünürsek neler beklemeliyiz?

MC - Aslında ilk performansımız çok iyi değildi. Ama bu sefer önemli bir festivalde yer alacağımız için en iyisini yapmaya çalışacağız mutlaka. Türkiye'deki başarımızdan dolayı biraz şaşırdık desem doğru olur. Belki yeni bir iki çalışmayı da çalabiliriz. Kim bilir belki daha da büyük bir sürpriz olabilir. Yeni çalışma üretmek için çok zamanım olmadı ama seyirciyle elektriğe göre her an her şey olabilir.

SG - Şu anda orjinal bir projeniz ve konseptiniz var. Geleceğe dönelik bu projeyle alakalı bir beklentiniz var mı? Başka yeni projelerle de sizi görecek miyiz?

MC - Şu anda 80'lerin film müziklerini düzenleme amacıyla kurduğum Renaissance adlı yeni bir proje üzerinde çalışıyorum. Bunun yanında Nouvelle Vague aynı şekilde devam edecek. Elektronik müzikle de yakından ilgiliyiz ikimiz de ama henüz bu yönde bir projeye niyetlenmedik.

25.6.07

Equinox Günleri - The White Stripes - Icky Thump (XL, 2007)

Evlenip boşanan birçok çift bırakın orta paydalarda buluşmayı, çoğu zaman hiç anlaşamazlar. Hele içlerinden birisi evlenmişse bu çok daha zor. Ama bazı çiftler vardır ki evlenip boşanmalarına rağmen hala birlikte zaman geçirip müzikal birlikteliklerini de devam ettirirler. The White Stripes'tan bahsediyorum haliyle. Vakti zamanında evli olan John Anthony Gillis (Jack White) ve Megan Martha White (Meg White), boşanmalarına rağmen grupları hala sapa sağlam. Jack White'in dünya güzeli model Karen Elson'la evlenmesi de buna engel teşkil etmemiş.

The White Stripes son dönemlerin kendine özgün rock gruplarının en önde geleni. Detroit kökenli grup punk rock, blues ve country türlerinden etkileniyor ve bugüne kadar bu bazda harmanladığı çalışmalarıyla 3 Grammy, 4 MTV ve 2 Brit Awards ödüllerini koleksiyonlarına eklemişler sattıkları milyonlarca albüm ve plağın yanında. Bu arada Jack White da gelmiş geçmiş en iyi 17. gitarist olarak NME'nin listesinde yerini aldı.

The White Stripes'ın bundan önceki başarılarından bahsetmek ne kadar gerekli bilmiyorum ama "The White Stripes" adlı sert ve kızdın ilk albümlerinin ardından sakinleşip "White Blood Cells"'i yayınladılar ve tüm dünyanın odak noktası haline geldiler. Arkasından bu başarıyı tasdikleyen "Elephant" ve "Get Behind Me Satan" geldi hepsi 2'şer yıl arayla. Garip takıntıları olan Jack için pek şaşırtıcı bir düzen değil.

The White Stripes'ın benim açımdan önemi son dönemdeki indie rock furyasına kapılmayıp kendilerine özgü rock duruşunu korumuş olmaları. Cidden Kaiser Chiefs modeli bir çıtır gruba dönüşmedikleri için çok memnunum. Bu albümde de bu duruşlarını daha da sert gösteriyorlar. Modern akımlara sırtlarını dönüp 70'ler havasını yoğun biçimde yakalamışlar ve o döneme imzasını vuran deneysellik iksirinden de her damlasına kadar faydalanmışlar. Gerçekten genelinde çok güzel bir albüm. Hatta The White Stripes'ı canlı dinleme isteğimi iyiden iyiye yanıp tutuşturuyor.

Albümde distortion'ı özgürce ve yoğun olarak kullanan Jack bununla punk havasını ziyadesiyle vermiş. Özellikle albümün açılış parçası ve ilk çıkan single'ı olan "Icky Thump"'ta bunu açıkça fark ediyoruz. The Doors'a atfen güzel bir org melodisi ve solosu da geliyor sonradan. Meg ise bateride yine "Ben She-ra, güç bende artık" diye bağırıyor adeta. "You Don't Know What Love Is" blues ve country pop havasında. Popluğu da biraz vokalin yapısından kaynaklanıyor. Arada bir Jack gaza bassa da ne yazık ki bir nebze American Girl Rock havası var Aerosmith ve Bon Jovi benzeri. Ama bu kadar kusur kadı kızında da olur.

"300 MPH Torrential Outpour Blues" ise adından anlaşılabileceği gibi blues kökenli yine. Sakin, dingin başlıyor. Meg bile kendini tutabilmiş. Güzel gidiyor gerçekten. Arada çıkışlarla The White Stripes elinden çıktığını hissettiriyor. Ve "Conquest" geliyor. Oh diyorum içimden. Zorro tarzı bir havası var. Meg güçle vuruyor. Bir anda sakinleşen çalışma geri geliyor ve titretiyor. Trompetler güzel bir hava katmış.

"Bone Broke" geldiğinde hazır enerjimizi almışız aynen devam ediyoruz. Jack'in yine siniri üstünde ve eski agresif vokallerini hatırlatıyor. 70'lerden alıntılar hissediyoruz çalışmanın yapısında. Gerçekten güzel. "Prickly Thorn, But Sweetly Worn" ise country'nin acımasız bir örneği. Western filmlerinde pazar akşamları kol kola dans eden çiftler akla geliyor direk. Meg de ayaklarıyla tempo tutmalarını kolaylaştırmış. Bitiş melodisinin üzerine hiç istifini bozmadan "St. Andrew" devam ediyor ancak biraz daha deneysel bir bakış açısıyla. Yaklaşık 2 dakikalık deneysel country.

"Little Cream Soda" ile kendimize geliyoruz. Distortion ve beraberindeki melodiyle etkileyici bir başlangıç. Meg ise fonda yer alıyor bu güçlü ikilinin ardında. Festivalde dinlemek için hazırlanmış bir çalışma. Ortalığı her an karıştırabilir. "Rag & Bone" bizi yine blues'a döndürüyor. Sakince dinlerken Meg'in basları geliyor ve punk yapısı takip ediyor. Eğlenceli gayet. Çeşitlemelere eskilere uzanan "I'm Slowly Turning Into You" ile devam ediyoruz. Aklıma House M.D. dizisinde Dr. Foreman'ın Gregory House'a söyledikleri geldi niyeyse şarkının adından. Distortion ile gelen güç damarlarda hissediliyor. Alttan blues esintileri geliyor melodisel olarak ama üstteki yansıması çok farklı. Parçanın yapısı çok basit ve bir o kadar da etkileyici.

So üç çalışmaya geldiğimizde "A Martyr For My Love For You" Metallica baladlarına benzer şekilde başlıyor. Folk rock ezgileri taşıyor. Derken ruh canlanıyor ve dengeler oturuyor. Gitar ve bateri kendini olaya verdiğinde deprem oluyor kulaklarımda. "Catch Hell Blues" için Blues dememe gerek var mı? Kendi edasında takılan bir gitarla başlıyor derken Meg basların ayağının altında olduğunu hatırlatıyor. Gitar klasik blues'dan çıkıp Gillis tarzına dönüyor. "Effect & Cause" ise öz blues'dan bizi alıp country'e götürüyor. Albümün kapağına uygun bir bitiş sunuyor albüm. Hani biraz daha rock hissi verse çok sevinirdim ama pek country'den öteye gidememiş.

The White Stripes resmi sitesi
The White Stripes @ MySpace

The White Stripes klipleri @ YouTube:

Icky Thump
Seven Nation Army
Fell In Love With A Girl
Blue Orchid
The Hardest Button To Button
I Just Don't Know What To Do With Myself


Alternatif video:

The White Stripes Simpsons'ın konuğu

24.6.07

Justice - † (Because, 2007)

Justice adını kullanan birçok sanatçı ve proje var aslında. Ama şu anda söz konusu olan Gaspard Augé ve Xavier de Rosnay'den oluşan Justice. Hatta başka bir deyişle tüm Justice'ler arasında en çok bilineni, en başarılı olanı ve ortalığı en çok dağıtanı.

2004 yılında "Never Be Alone" adlı çalışmalarını çıkaran duo, bir anda bizleri şaşırttı. Her yerde çalındılar 2004 boyunca. Daha sonra gerçek anlamda tanınmaları 2006 yılında çıkardıkları "Waters Of Nazareth" mini-albümüne denk geliyor. Arkasından "We Are Your Friends" plağı geldi ki evlere şenlik. 2006 boyunca yine ortalığı karıştırdılar. Bundan sonra çalışmalarını daha sıkı takip etmeye başladığımız ikili Haziran ayının 11'inde yeni albümlerini de bize sundular.

Albüm daha çıkmadan promo halinde bile ciddi anlamda ilgi topladı. Albümün çıkmasıyla da herkes eteğindeki taşları döktü. Dans pistlerinin yeni ikilisi olarak gösterildiler ve The Chemical Brothers, Fatboy Slim ve Daft Punk'ın geri adım attığı dönemde ileri fırladılar.

Albüm Justice'in benimsediği elektro ve tekno türlerinin her yönden ağırlığını taşıyor. Bol synth'ler, güçlü melodiler ve vuruşlar. Albüm insanın kanını kaynatıyor her şekilde. Fransızların elektro ve tekno sahnesinden bir dev daha doğuyor bu şekilde. David Caretta ve Terence Fixmer gibi üstadların emekleri boşa gitmemiş açıkçası.

"Waters Of Nazareth" mini albümünde de yer alan bazı çalışmalar burada da var. Albüm aslında 2004 yılından beri Justice'in çıkardığı çalışmaların yanında yeni çalışmaları bize sunan bir derleme gibi. Phantom, Let There Be Light, Waters Of Nazareth daha önce çıkmış plaklardan albüme düşenler.

Albümde eski çalışmaları es geçersek yenilerden dikkat çekenler:

1) Genesis
3) D.A.N.C.E
4) New Jack
6) Phantom II
9) DVNO
10) Stress

MP3: Justice - Genesis
MP3: Justice - Phantom

Justice @ MySpace

19.6.07

The Chemical Brothers - We Are The Night (Astralwerks, 2007)

Tom Rowlands ve Ed Simons'dan oluşan İngiliz ikili The Chemical Brothers 1995 yılından beri bizi sürekli takipçisi yaptı. Prodigy ile birlikte bir dönem tüm dünyayı etkisi altına almıştı.

Manchester Üniversitesi'nde Ortaçağ Tarihi bölümünde arkadaş olan ikili o dönemlerde elektronik müziğin farklı dallarına ilgi duyuyorlardı. Birlikte çalışana dek farklı türlerde prodüksiyon çalışmaları yaptılar ancak birleştikten sonra bu değişik etkileşimleri tek potada eritmeye çalıştılar. Aslında ilk önce The Dust Brothers olarak başladıkları müzik hayatları, tanınmaya başladıktan sonra bu ismin asıl sahibi grup tarafından dava açılmakla tehdit edilince isimlerini The Chemical Brothers olarak değiştirdiler.

1995 yılında "Exit Planet Dust" ile başlayan The Chemical Brothers maceraları hızlı bir giriş oldu. İngiltere'de 9. sıraya kadar yükselen albüm büyük ilgi topladı ama bu daha sadece buz dağının görünen kısmıydı. Bundan sonraki tüm albümleri İngiltere'de ilk sıraya tırmanacaktı. İkinci albümleri İngiltere'yi yıkan ve Amerika'yı da sallayan "Dig Your Own Hole" albümüydü. Bunu 1999'da "Surrender", 2002'de "Come With Us" ve 2005'te "Push The Button" izledi. Tüm bu albümler beraberinde 4 tane Grammy ödülünü ve 10 milyondan fazla satış rakamını getirdi.

2006 yılının Nisan ayında "Chemical 6" adlı yeni albümleri üzerinde çalıştıklarını açıkladılar. Albüm ise bugün piyasaya sürülüyor. Albümden çıkan ilk çalışma Ali Lov vokalli "Do It Again"'in klibi ise şimdiden tüm kanalları şenlendirmeye başladı. Fatboy Slim'in klibini andırması ise ayrı bir konu tabii.

Albümü ilk dinlediğimde aklıma gelen şey diğer albümlere göre çok daha sakin olduğuydu. Yaşlandıkları için mi bilmiyorum ama albümün genelini dans etmeye gerek duymadan dinledim ki bu ilk defa oldu. Bunun yanında tüm dünyada etkisini gösteren minimalizm akımından da ufak yollarla etkilenmeler olduğu da ortada. "Saturate"'in giriş bölümünde bu oldukça açık.

Albümde gerçekten eski The Chemical Brothers'ı bana hatırlatan çalışma "Do It Again" oldu. Güçlü vuruşlar, etkileyici bir melodi ve buna çok uygun seçilen bir vokal. Elbette "Setting Sun"'daki Noel Gallagher vokali kadar olmasa da yine de çok iyi.

Açıkçası 6 albüm arasında en zayıfı bu görünüyor. Şimdi kimsenin hevesini kırmak istemem ama "Dig Your Own Hole" ve "Surrender"'ın yakınından bile geçmiyor. Buna Fatboy Slim ve Daft Punk'ın da genel anlamda suskunluğunu ekleyince ortalık bu sene LCD Soundsystem'a ve Justice'e kalmış görünüyor ki Justice'in albümünü de bilahare inceleyeceğim. Ancak şunu da söylemek lazım, albüm kötü değil. Sadece The Chemical Brothers'dan beklediğim standardın altında.

Albümde dikkatimi çeken çalışmalar:

4) Saturate
5) Do It Again (Vokal Ali Love)
10) Battle Scars (Vokal Willy Mason)

MP3: The Chemical Brothers - Saturate
MP3: The Chemical Brothers - Do It Again (Ft Ali Love)

The Chemical Brothers resmi sitesi
The Chemical Brothers @ MySpace

Videolar @ YouTube:
Do It Again
Galvanize
Star Guitar
Hey Boy Hey Girl
Setting Sun
Let Forever Be
Block Rockin Beats

16.6.07

Deadbeat - Journeyman's Annual (Scape, 2007)

Scott Monteith'in bir projesi olan Deadbeat 1998 yılından beri kulaklarımızın pasını silmeye kendini adamış önemli bir yetenek. Dub merkezli elektronik müzik çalışmalarına imza atıyor ve bu alanda en önemli isim. Ayrıca Stephen Beaupree ile birlikte Crackhaus projeleri de var. Bu projeden çıkardıkları "Blame Canada" plağının açılış parçası "Blow Brotha Blow" ise benim en sevdiğim çalışmalardan biridir.

Deadbeat karşımıza ilk plaklarıyla çıktığı 2000 yılında açıkçası Kanada ve Amerika haricinde fazla insanın haberi yoktu herhalde. Ancak 2001'de çıkan "Primordia" albümüyle tanınmaya başladı. Sonraki sene "Wild Life Documentaries" albümü ile takip edilesi isimler arasına girdi ve 2004'teki "Something Borrowed, Something Blue" albümüyle kaçırılmaması gerekenlerden biri oldu. "New World Observer" albümü 2005'te çıktığında ise çoktan hazır halde bekliyordum.

Ayrıca Deatbeat daha önce buraya "Version Immersion" plağıyla konuk olmuştu "Kısa Kısa Plaklar" serisi kapsamında.

Bu albümde keza aynı kaderi paylaşıyor. 2007 yılına benim açımdan renk kattığı kesin. Öncelikle Deadbeat'in şu ana kadar albüm kalitesinde fire vermemiş olması albüm çıkmadan önceki en büyük güvencemdi. Tüm albümleri ciddi anlamda yüksek bir kalite sınırında.

Albüme gelince diyecek ilk şey dub. Dub da ba dub. Elektronik altyapılı dub konusunda çok başarılı örnekler var. Bunlardan bazıları çok başarılı vokallerle birleştirilmiş. Bu arada dub'ın da farklı türlerine dalmış albüm boyunca. Çok zevkle dinleniyor. Bu yılın dikkat edilmesi gereken albümlerinden biri.

Albümde eğlencelik şeyler de yok değil yoğun dub havasının yanında. Örneğin "Gimme A Little (Slack)" bunlardan biri. Aşağıda MP3 olarak da bulabilirsiniz. Mutlaka dinlemenizi öneririm eğer Deadbeat'le tanışmadıysanız. Güzel bir birliktelik yaratabilir bu çalışma.

Albümde beğendiğim çalışmalar:

2) Melbourne Round Midnight
3) Night Train To Paris
6) Deep In Country
7) Turbolence
8) Gimme A Little (Slack)
10) Loneliness And Reverly

Mp3: Deadbeat - Gimme A Little (Slack)
MP3: Deadbeat - Deep In Country

Deadbeat'in resmi sitesi

14.6.07

Anthony Rother - We Are Punks (Datapunk, 2007)

Artık Anthony Rother'a olan hayranlığımı bilmeyen kalmamıştır herhalde. İlla kalmıştır da az önce öğrendi bilmeyenler de. Velhasıl prodüktör olarak tek başına bi türün yeniden canlanmasında bunca etkin bir rol oynayan sanatçılar her zaman takdir kazanır.

Aslında Anthony Rother hayranlığım tamamen duygusal anlamda çünkü profesyonel açıdan hiçbir şekilde elle tutulacak biri değil. Türkiye'ye 2 kere gelme sözü verdi (biri bana olmak üzere, diğeri de Indigo'ya) ve her seferinde bir sebep bulup ekti. Başka bir sanatçı olsa yarattığı maddi zararı karşılamak için bir iyi niyet gösterisi yapar ancak kendisinden böyle bir anlayış göremedik. Adını Tiga'yla birlikte kara listeye aldırmasını bildi. Yazık diyorum sadece.

Neyse biz albüme dönelim. Albüm 3 CD'lik bir çalışma. 38 parça var ve bunların içinde daha önce Datapunk'tan sadece plakta yayınlanan çalışmaların yanı sıra hiç yayınlanmamış çalışmalar da var. Mixleme ise Matthias Gutske'ye ait. Gutske Almanya'da radyo programı olan ünlü bir isim ve en çok 10 saatlik efsanevi setleriyle tanınıyor.

Albümde Anthony Rother, Sven Vath, DJ Hell, Kiko, Gregor Tresher, Terence Fixmer, Johannes Heil, Xenia Beliayeva, Boys Noize, Elektrodrei, Frank Kusserow, Stefan Bodzin, Olivier Huntemann ve yeni albümü çıkan Artist Unknown'un çalışmaları yer alıyor.

Oldukça iddialı bir liste olmasının yanında old skool elektro, elektro house ve elektro tekno'nun çok önemli örnekleri yer alıyor. Açıkçası 1990'ların 2. yarısında başlayan ve 2000'lere uzanan dönemde elektro türünü çeşitli kollarından canlı tutmak adına en etkin işleri yapan plak şirketlerinden biri olarak bu toplama albüm çok önemli. Elektro türüne Kraftwerk'ten başlayıp bugüne kadar delicesine seven biri olarak benim için apayrı bir yeri var bunun.

Görünüşe göre Anthony Rother kendisi için yapılan "Kraftwerk'in varisi" tanımlamalarını hiç boşa çıkarmayı düşünmüyor. Bu derleme albümün yanında Anthony Rother'ın yeni çalışmaları da devam ediyor. Moderntronic plağını daha önce incelemiştim ve albümün geleceği yönünde de bilgiler geldi. Haydi hayırlısı diyerek albümü dinlemeye devam ediyorum.

Anthony Rother resmi sitesi
Anthony Rother @ MySpace
Datapunk resmi sitesi (Ama pek yenilendiğini söyleyemem)

12.6.07

Chris Cornell - Carry On (Interscope, 2007)

O bir yakışıklı. O bir karizmatik. O bir deli vokalist. O bir grunge. O bir Soundgarden, o bir Temple Of The Dog, o bir Audioslave, o Chris Cornell.

Müzik kariyerine baterist olarak başlayan, sonradan gitar tutkusu ağır basan ama en sonunda sesim güzel, karizmatik ve yakışıklıyım bari vokal yapayım diyen Cornell Rock tarihinin en etkileyici seslerinden birine sahip. E Seattle'da doğan bir İrlandalı'dan daha başka bir şey çıkması da düşünülemezdi.

Soundgarden'la başlayan kariyeri, bu grupla çıkardıkları "Ultramega OK", "Badmotorfinger" ve efsanevi "Superunknown" albümleriyle bir anda göklere fırladı. Albümler 3 grammy aldı ve toplamda 10 milyondan fazla sattı. Bu arada Soundgarden da kendini "Grunge" olarak adlandırılan türün önde gelen isimlerinden biri haline getirdi. Ancak son albümleri "Down On The Upside" hayal kırıklığı yarattı ve grup bunu kaldıramayarak dağıldı.

Rage Against The Machine'in dağılmasından sonra vokal arayan grubun kalan elemanları ilacı buldu. 2001'de başlayan Audioslave macerası 2002'de grubun kendi ismiyle çıkardığı ve büyük başarıya ulaşan ilk albümleriyle devam etti. Turneleri ise Chris Cornell'in alkol hevesi yüzünden biraz sekteye uğradı ama başarıyla tamamlandı. 2. albümlerinde sigara ve alkolü bırakmış Chris Cornell vokalde efsaneler yaratarak geri döndü. Tom Morello'nun gazıyla Küba'da konser veren ilk Amerikan grup olma şansını da elde etti. Grup 3. albümleri "Revelations"'ı 2006 Eylül'ünde yayınladı ancak grup elemanlarının solo kariyer tripleri yüzünden turneye çıkmadı. Tom Morello "The Nightwatchman" projesi üzerinde çalışırken Chris Cornell de 2. solo albümünün peşinden koştu. Derken Şubat 2007'de Chris Cornell resmi olarak gruptan ayrıldığını açıkladı ve sebep olarak da müzikal beklentilerdeki farklılıkları gösterdi.

Chris Cornell'in 2. solo albümü "Carry On" 5 Haziran'da piyasaya çıktı. Albümdeki bazı çalışmalarda ünlü Gary Lucas'ın akustik gitarını dinleme imkanı da buluyoruz. Bunun dışında ne var ne yok hepsi Chris'in vokali. Bu arada albümde Michael Jackson'ın ünlü "Billy Jean" adlı parçasına Chris'in getirdiği yorum da var. Benim özellikle dikkatimi çeken çalışmalardan biri oldu bu.

Aslında albüm Chris Cornell gibi bir yetenekten beklenenden daha düşük bir müzikal altyapı kalitesine sahip. Albüm derinden etkilemiyor. Evet vokal olarak her zaman belli bir kalitede kendisi ama müzikal anlamda bunu desteklemeyince ne yazık ki üzüyor insanı.

Albümdeki bir diğer nokta da hem Soundgarden, hem de Audioslave'e göre çok daha yumuşak bir yaklaşımda olması. Hatta bazı çalışmaların popa yakın olduğunu bile söylemek mümkün. Grunge'ına alıştığımız bir insandan böyle çalışmalar dinlemek biraz bünyeye ters geliyor. Bon Jovi havası görmek iyi gelmedi bana.

Ama şu da var. Rock N Coke'taki performansı konusunda hiçbir çekincem yok. Bunun sebebi de konserlerinde her zaman Soundgarden ve Audioslave çalışmalarına ağırlık vermesi. Böylece aslında Chris Cornell'i dinlerken 3 konsere gitmiş gibi olacağız. Bu da beni delicesine heyecanlandırıyor.

Albümde dikkat çeken çalışmalar:

1) No Such Thing
3) Arms Around Your Love
7) Killing Birds
8) Billy Jean
10) Your Soul Today

Mp3: Chris Cornell - No Such Thing
MP3: Chris Cornell - Billy Jean

Chris Cornell'in resmi sitesi

Videoları (YouTube):

Chris Cornell - No Such Thing
Chris Cornell - Billy Jean (Akustik ve canlı)
Chris Cornell - Arms Around Your Love