28.2.08

MySpace Incileri 2 - Fauna - Have You Ever Talked To Angels (2008)

Aslında Fauna için tam MySpace keşfi denilemez. Ama albümlerini linklerle gönderip kendilerini tanıtan ve açıkçası ağzımı açık bırakan bir grup. Rusya'nın Kolomna kentinden çıkan bir Trip Hop grubu Fauna.

Albümlerinin tarihi olarak 2008 yazdım ancak bu albümlerini 2007'de tanıtmaya başladılar. Henüz ne zaman ya da nereden çıkacağı konusunda hiçbir bilgi yok. Kendileri de bu konunun henüz açığa çıkmadığını ilettiler. Beklemekten başka çaremiz yok şu an için.

Grubun daha önce Algorithm Music adlı Internet plak şirketinden (Netlabel) plağı çıkmıştı. Bu plakta albümün ağır topu parçalardan "Slowly" yer alıyor, bonusu ise "Killing Time". Plağın çıktığı tarih 2006. Yıl 2008'e geldiğimizde albüm de hazır.

Gelelim albümlerine. Grup etkilendiğini söylediği Portishead ve Massive Attack'ten birçok şey öğrenmiş orası kesin. Daha albümün ilk parçası "Slowly" çalmaya başladığında bu fark ediliyor. Çok başarılı bir yapısı var. Aslında parçaların geneline baktığımızda bu şaşırtıcı durum gözler önüne seriliyor. Daha ilk albümleri bu ve plakları da daha önce bir Netlabel'dan çıkmış. Kendilerini bu kadar geliştirmiş olmaları çok güzel.

Albümde bir Portishead klasiği "14th Floor" var. Yerseniz. Bence vakti zamanında çıkan "Pearl"'de yer alsa insanlar gayet yiyebilirdi. Bu arada bu parça daha önceden yayınlanmış "Killing Time"'ın yeni versiyonu. Yani Doğan görünümlü Şahin bir bakıma. Daha sonra daha derinlerden giden atmosferik yapılı "Daily Sick, Casual Sick" var. O geçiyor arkasından hafif Royksopp'u andıran bir "Dreamless" geliyor. "Emptiness" albümde ısınamadığım üç çalışmadan biri. Zira "Hollow Morning" çok hoş geliyor, gitar ve yanılmıyorsam trombon ayrı bir ruh katıyor parçaya. "Wasteland" inceden yağan kar veya yağmur misali yumuşak başlı bir portre çiziyor. Takip eden "Rainbawl" ve "Hyperlite Love" birer kayıp. Albümü kapatan "Tomorrow" ise akustik gitarla güzel bir hava yakalamış.

Albümlerinin çıkmasını sabırsızlıkla bekliyorum. Trip Hop'un bu sene çıkmasını beklediğimiz Massive Attack ve Portishead albümlerinin de etkisiyle yükseleceğini düşünürsek bence Fauna için oldukça uygun bir zaman. Mutlaka deneyin derim.

MP3: Fauna - 14th Floor
MP3: Fauna - Dreamless

Fauna @ MySpace
Fauna'nın Algorithm'den çıkan plağı

26.2.08

The Young Republic - 12 Tales From Winter City (End Of The Road, 2008)

Hepi topu klasik müzik eğitimi almış 8 isim ve işte çıtır grubumuz Young Republic. Indie Rock/Pop trenine binmeyen kalmasın. Bakalım ortalama bir grubun 2 katı büyüklükteki bu grup neler katacak günümüzün en çok dinlenen müzik türüne.

Grubun üyelerinin klasik müzik kökenli olmasının getirdiği bir kulağa hoş gelme, hatta kulağı okşama durumu var. Notalar bitişik intizam şeklinde sıralanmış kulağı gıdıklamadan. Bu bakımdan ciddi anlamda yeteneklerini ortaya koyuyorlar. Bazı anlarda gerçekten heyecanlandım. Ama işte bu noktada kafamda birkaç soru var.

Albümde müzikal açıdan güzellikler var evet ancak parça yapılarına veya sonuca baktığımızda benzerleri arasından fırlayacak bir halde değil. Hani biraz uğraşılsa ya da iyi bir prodüktörün eline geçseler o zaman çok daha başarılı sonuçlar çıkacak gibime geliyor. Şu anda sınırlı bir güzellik sunuyorlar bize bu sebeple.

Parçalar güzelce dinleniyor, hiçbiri kulağa batmıyor. Ama kalmıyor da. Albümü 3-4 kere dinledikten sonra hatırladığım bir parça var mı dersek yok. E hani dinlerken güzeldi. Evet cidden güzeldi ama o kadar. Sorun da bu. Sarhoşken yaşanan tek gecelik ilişki. Oldu mu oldu, ne oldu, bilmem.

Her şeyin yanında parçaların içinde yaşanan güzel anlar açısından dinlenmesi ve gelecek için de dikkat edilmesi gereken bir grup. Sonuçta bunun ilk albümleri olduğunu unutmadan daha nazik davranmak gerekiyor. Yetenek var, uygun bir yola girdiklerinde çok daha başarılı olacakları da kesin.

Son bir not grubun albüm ve single'larının kapakları hakkında. Büyütüp eve asasım geldi gördüğümde. Buradan görebilirsiniz kapakları.

MP3: The Young Republic - Girl In A Tree
MP3: The Young Republic - Paper Ships

The Young Republic'in resmi sitesi
The Young Republic @ MySpace
Albümü satın almak için

24.2.08

Lisa Ono - The Music Of Antonio Carlos Jobim Ipanema (SM, 2007)

Lisa Ono Brezilya doğumlu bir Bossa Nova vokalisti. 10 yaşında ailesiyle taşındığı Tokyo ile Rio De Janeiro arasında da mekik dokumuş hayatı boyunca. 1989'dan beri durmadan sıkılmadan da albüm çıkarıyor kendileri.

Çok güzel bir ses rengine sahip Lisa Ono ve onu dinlerken fark etmemek imkansız. Küçük yaşından itibaren babasının Tokyo'da açtığı restoranda şarkı söylemesinin de hem ses renginin oturmasında hem de vokalindeki ustalıkta büyük etkisi var.

Lisa Ono Kasım ayında çıkardığı albümde efsanevi Bossa Nova müzisyeni, hatta Bossa Nova bugün varsa bunda emeği yadsınamayacak Antonio Carlos Jobim'in klasiklerini seslendiriyor. Parçalar eski ancak Lisa Ono'nun sesinden yeniden kulaklarımızda canlanıyor. Zaten albümün açılışında "Girl From Ipanema" ile bir giriş var ki kulaklara şenlik. Ayrıca albümün kapanış parçası "Both Sides Kite"'ta Daniel Jobim'le birlikte düet yapmış olması da güzel bir incelik.

"Girl From Ipanema", "Bonita", "Happiness", "How Ignorant", "Timely Rain" ve "In Marchary Rain" gibi efsane parçaları da dinleme imkanı buluyoruz albüm sayesinde birkez daha. Bir bakıma Antonio Carlos Jobim'in en iyi parçalarının derlenip daha sonra da yeni bir yorumla karşımıza çıkması bu. Dinleyip hem bu efsaneleşmiş parçaların hem de Lisa Ono'nun güzel vokalinin tadını çıkarmaktan başka bir şey kalmıyor bize de.

MP3: Lisa Ono - Happiness
MP3: Lisa Ono - Girl From Ipanema

Lisa Ono'nun resmi sitesi
Albümü satın almak için (Bulabildiğim en ucuzu bu)

22.2.08

Autechre - Quaristice (Warp, 2008)

Autechre elektronik müziğin alternatif kollarından biri olarak en büyük takipçi kitlesine sahip olan Intelligent Dance Music'in en önemli isimlerinden. Bu türün yerleşmesinde, ilgi toplamasında ve bugünkü saygı değer konumuna gelmesinde büyük emekleri var.

Autechre bazılarına göre keskin seslerin kullanımı ve seslerdeki yoğun mekanik ve endüstriyel hava sebebiyle soğuk görünebilir. Bunu yadırgamıyorum açıkçası. Ancak bu türe aşina olan ve hatta seven insanlar için işin bir de arka yüzü var ve buraya baktığımızda olayın bu yüzeysellikten çok daha farklı olduğunu görebiliriz.

Autechre'nin temelinde küçük ses kesitlerini birleştirerek daha büyük ama karmaşık melodi oluşturma sanatındaki ustalığı zaten bugüne kadar her şeyiyle ortadaydı. Bunun içinde birbiriyle taban tabana zıt seslerin ortak kullanımından, aslında bir melodinin parçası olup da parçalanınca farklı bir kompozisyon çıkarak öğelere kadar her şeyi görmek mümkün.

Bu arada Autechre'nin tarzında her zaman gördüğümüz ve göreceğimiz iki temel nokta Techno ve Analog Synth'ler. Techno kültüründen gelmeleri sebebiyle bu türe aşırı bir bağımlılık taşıyorlar ancak deneysel bir yaklaşımla haliyle. Bunun yanında Analog Synth'lerin ise kendi tarzlarına en uygun sonucu vermesi sebebiyle onu da elden bırakamıyorlar. Elbette bu noktada ikisinin bağlantısını oluşturmak gerekirse bir Roland 808 Bass Machine veya bir Roland 303 desek yeterli olur herhalde. Bu iki alet bize bugün özlemle andığımız o efsanevi Techno parçaları sundular.

Lafı uzattım, geleyim albüme. Autechre'nin 9. albümü yine bıraktığı noktanın üzerine taşlar koyarak devam ediyor. Dinlerken huşu ile dalıp gittim. Hani IDM tanımına oldum olası kıl olmuşumdur burnu büyük bir tanım olduğundan olsa gerek ama açıkçası Autechre'yi dinlediğimde bunun hakkını veren bir duo olduğunu görüyorum. Parça yapıları birbirinden çok farklı, çalışmaların düzenlemeleri sürekli devinim içerisinde. Hepsinin Autechre olduğundan emin olunabiliyor, öyle bir müzikal imzaları var ama bir albümde aynı parçadan 10 tane yapan gruplardan çok farklı.

Albümde yer alan 20 parçadan hepsini beğenmem gibi bir mucize olmadı tabii. Bunu da belirtmek lazım. Özellikle depresif Ambient temelli parçalardan (Örn: Paralel Suns) pek hazzetmedim. Ancak beğenme yüzdemin %80'de olması bile 20 parçalık bir albümde çok başarılı. Bana göre IDM sevenlerin kaçırmaması gereken bir albüm. Bu arada albümdeki parçaların abuk isimleri konusunda herhangi bir bilgi edinemedim fakat mutlaka belirli bir temel üzerinedir gibime geliyor.

MP3: Autechre - The PLC
MP3: Autechre - Simmm

Autechre'nin resmi sitesi
Autechre @ MySpace
Albümü MP3 olarak satın almak için - Bleep
Albümün kendisini satın almak için Mart ayını beklemek zorundasınız

19.2.08

MySpace Incileri 1 - Nordik

Sonunda dayanamayıp MySpace'le alakalı bir köşe açmaya karar verdim. Bunun temel sebebi de MySpace'in sadece Lily Allen gibi Pop sanatçıları değil, bence daha da önemlisi alternatif türlerde gelecek vaadeden birçok sanatçıyı da barındırması.

Açıkçası Harun İzer bana söyleyene kadar haberim olmayan bir grup var karşımızda. Parçalarını halihazırda sadece MySpace'te ve ayda bir Peyote'de dinleme imkanı var. Ama bundan sonra bahsedeceğim. Ayrıca burada ilk defa henüz albümü olmayan bir grup yer alacak. Tabii bundan sonra bu köşede buna yine rastlayacağız gibime geliyor.

Nordik Alican Tezer, Güngör Uçak, Onur Balaban ve Cemil Can Söylemez'den oluşuyor. Cemil Can Söylemez konserlerde görselleriyle yerini alıyor. Ağustos 2007'de başlayan bir proje Nordik. Grubun diğer elemanları ayrı olarak da müzikle uğraştığından (Alican Ayyuka'nın bateristi) eminim onlar içinde bu yeni oluşum kolay olmamıştır.

Yeni oluşan birçok proje gibi imkansızlıklarla boğuşmaları gerekiyor. Özellikle Türkiye gibi bu konuda desteğin sınırlı olduğu bir ülkede ne kadar destek olsak azdır. Ama lafı uzatmadan Nordik'in MySpace sayfasında yer alan parçalarına değinmeye başlayayım. Yine de son bir söz, City Centre Offices ya da Morr Music sevenler için ilaç gibi gelecek parçalar. Uyarayım. Porn Sword Tobacco, SWOD ve Ulrich Schnauss'u dinler gibi hissettim kendimi ve çok gurur duydum.

İlk parça "Kronopio'nun Hüznü". Derin bir piyano melodisiyle girdikten sonra piyanonun melodiyi değiştirmesiyle birlikte yaylılar da devreye giriyor ve ortaya çok güzel bir tablo çıkıyor. Hüzünlü bir ayrılık portresini andırıyor.

"A İçin Bir B İçin İki"'yle devam ediyoruz. Bu sefer daha güçlü ve vurgulu bir piyano açıyor. Yaylılar yine hüzünlü olsa da piyano sebebiyle bu sefer biraz da kızgınlık hissediliyor. Melankoli temelde devam ediyor ve tablodaki hakimiyetini sürdürüyor.

"Tatlı Su Kurabiyesi" daha bir olumlu havayla giriyor. Xylophone duygusal olduğu kadar olumlu ama yok mu o yaylılar. Girdikleri an kendimi suyun altında buluyorum. Sanki bir perde çekiyorlar önüme ve melankoli denizinin içine cup diye ediyorlar beni. Xylophone ısrarla durumu kurtarmaya çalışıyor. Özlenilen sevgiliden uzak geçirilen güzel bir gün gibi buruk bir sevinç var parçada.

"Zui Glas" sonunda melankoli denizini aşıp geçiyor. Mutlu son edasıyla karşılıyor. Yaylılar bile bu sefer neşeli. Ama hele o ne olduğunu çıkaramadığım melodi yok mu? Basit bir mutluluk hissi veriyor insana. Sadece mutluluk. Ne az ne fazla, kararında. Ayrıca içinde vokal kesitleri olan tek parça.

"Tebeşir Dairesi" MySpace'te bizimle paylaştıkları son çalışmaları. Yine yaylıların melankoli hissiyatının yoğun olduğu bir parça. Nefes almadan gidiyor. Bittiğinde şaşırıp kalıyorum sanki fonda sürekli devam edecekmiş gibi bir his vermişti oysa. Kandırıldım.

Ambient, klasik müzik, down tempo ve zeka karışımı parçalardı dinlediklerim. 27 Şubat'ta ve 25 Mart'ta Peyote'de konser verecekler yine. Ben ikisine de gideceğim. Hatta izin verirlerse bir parçalarını da burada paylaşacağım sizinle. Bakalım artık 27 Şubat'ı bekleyip görelim. Konserin de tadını çıkaralım.

Nordik @ MySpace

18.2.08

Ay Tutulması - Ocak 2008

Ben de ne unuttum diyordum, şimdi ortaya çıktı. Ocak ayının Ay Tutulması bölümünü yapmadım. E bu yoğunluk arasında bu kadarlık kusurumuz da affola. Buyrun Ocak ayında incelenen albümlerin en güzide parçaları. Şöyle bu güzel kar yağışına karşı elde sıcak birşeyler, zevkle dinlemeniz için.

Chris Joss - Count The Daisies
Dave Gahan - Saw Something (Skreamix)
Geiom - Island Noise
LCD Soundsystem - All My Friends (Franz Ferdinand Version)
Mercan Dede - 800
Radiohead - Go Slowly
Radiohead - Last Flowers To The Hospital
Ringo Starr - Give It A Try
Thom Yorke - And It Rained All Night (Burial Remix)
Thom Yorke - Skip Divided (Modeselektor Remix)

17.2.08

Joe Bonamassa - Sloe Gin (Premier Artists, 2007)

Blues'un yeni nesil temsilcilerinden ve benden 1 yaş büyük Joe Bonamassa'nın yeni albümünü biraz geç de olsa inceleyeceğim. Abimizdir saygıda kusur etmeyelim. Zaten Stevie Ray Vaughan, B.B. King, Robert Johnson ve hocası Danny Gatton'dan etkilendiğini söyleyen birine kusur etmeyiz.

Etkilenmek ayrı bir şey, etkilendikten sonra üzerine yeni şeyler koyup bunu dünyaya dinletebilmek ayrı. Şekil A-1'deki Joe bunu becermiş. 2000'de çıkardığı ilk albümden beri gittikçe daha çok ön plana çıkıyor Blues türünde. Tabii bunda çıkardığı 6 albümden 5'inin Blues listelerinde bir numaraya çıkmış olmasının da etkisi var. Ha bu arada kendisinin yeni Blues efsanelerinden biri olarak anıldığını da söylemek lazım.

Albümü dinlediğimden beri ciddi anlamda etkilendim tarzından. Feyz aldığı birçok insanın tarzından seçmeleri parçalarda görmek mümkün. "One Of These Days"'de özellikle B.B. King ve Stevie'nin tarzlarını çok iyi harmanlamış. Bu arada tarzlarını harmanlamış derken kopya anlamında değil. Daha modern bir bakış açısı sunuyor her an. Sesi gitarı kadar iyi değil, zaten bu da zordu ama yine de elinden geleni yapıyor vokal açısından. Gitarı ise bulduğu her boş noktayı en güzel şekilde dolduracak kadar güçlü.

"Seagull"'da biraz Folk Rock'a kayış yaşamış. E bu da kaçınılmaz aslında. Ama albümün genelinde agresif bir tavır var ve bu ciddi anlamda gitarın gücünü ortaya çıkardığından çok daha güzel geliyo kulağa. "Dirt In My Pocket" gerçekten çok güzel bir örnek bu konuda. İçimden Bon Jovi'de biraz Joe Bonamassa'da feyz alsa demek geçiyor ama neyse. "Blaze Of Glory"'nin üzerinden çok sular aktı.

Albümde Blues klasikleri dönemine gönderme yapan "Sloe Gin" ve "Black Night" çok ilgimi çekti. Gitarın insanı kendine aşık edeceği parçalardan ikisi işte burada. Bugüne kadar hayran olduğumuz birçok gitaristin Blues kökenli olduğunu düşünürsek bundan doğal bir şey de olamaz. Örnek isteyenler bkz: Jimi Hendrix, Eric Clapton, Slash, Buckethead. B.B.King ve Stevie Ray'i saymama gerek yok diye düşündüm haliyle.

Bir Delta Blues bile var albümde amanın aman. "Jelly Roll"'u dinlemeden albümü bitirmemek lazım. Robert Johnson'ı cızırtılı sesle bile olsa dinleme mutluluğuna eriştikten sonra bunu dinleyebilmek bile bize onu anmak için fırsat tanıyor.

Blues'u sevenler, henüz kendisiyle tanışmamış olanlar için buyrun muhteşem bir fırsat. Joe Bonamassa çok güzel bir albümle bize bu imkanı tanımış. Gerisi de dinleyip takdir edecek bizlere kalıyor.

MP3: Joe Bonamassa - Sloe Gin
MP3: Joe Bonamassa - One Of These Days

Joe Bonamassa'nın resmi sitesi
Joe Bonamassa @ MySpace
Albümü satın almak için

14.2.08

Felix Kubin Und Das Mineralorchester - Music For Theatre And Radio Play (Dekorder, 2008)

Felix Kubin Noise söz konusu olduğunda akla ilk gelen isimlerden biri. 8 yaşından beri müziğin içinde olan, 18 yaşından beri de Noise ve deneysel türlerde yoğun çalışmalar yapan bir isim. Üretkenliği ise ayrı bir tez konusu olabilir. Albüm olarak değil ancak üst düzeyde çalışma üretme kapasitesi yüksek biri. Aslında geçen sene çıkardığı "Axolotl Lullabies" adlı albümü incelemediğim için Misak bey'den de bolca fırça yemişliğim de var.

Dadaizme kendini vermiş Kubin arada radyo oyunları da yazıyor, filmlere müzik besteliyor. Zaten albümün adı da buradan esinlenilmiş. Ama bana göre Kubin'in önemli bir özelliği ve kendisine belki bu kadar ilgi duymamı sağlayan şey Karlheinz Stockhausen'ı ve Kraftwerk'i kendine örnek alması.

Detayları geçtikten sonra albüm hakkında söylenecek şey çok önemli bir çalışma olduğu. Hakkında çok şey bilmediğim ancak adından övgüyle bahsedilen Das Mineralorchester ile birlikte sakin, dingin, müzikal açıdan zengin ve huşu ile dinlenen bir albüm çıkıyor karşımıza. Bunun en temel sebebi albümün bu iki ismin birlikte yapmış oldukları tüm çalışmaların bir derlemesi olması herhalde.

Albümü dinlerken doğrudan bir radyo oyununun parçası olabileceği akla geliyor hakikaten. Hani güdülenme de olabilir ancak parçalar bir hikayeyi sözler olmadan anlatmaya çalışıyor. Tür olarak Avant Garde'ın ciddi ağırlığı var. Bunun yanında bu türün gereksinimi olan deneysellik de bolca bulunuyor. "Fischrevue"'de olduğu gibi Jean-Jacques Perrey modeli bir Moog havasıyla da karşılaşabiliyorsunuz. Aslında esinlenmeleri saymakla bitmez çünkü parçaların müzikal yapısı o kadar zengin ve değişkenki her dörtlüğü başka bir şeye benzetmek mümkün.

Güzel bir derleme olarak mutlaka dinlemeniz gerekir. Elbette Felix Kubin'in alışageldik Noise yaklaşımından çok uzak olabilir ama yine de onun yeteneğini birebir gözler önüne seren bir çalışma olduğunu söyleyebilirim rahatlıkla.

MP3: Felix Kubin Und Das Mineralorchester - Fischrevue
MP3: Felix Kubin Und Das Mineralorchester - The New Weapon

Felix Kubin'in resmi sitesi
Felix Kubin
Albümü satın almak için buradan mail atabilirsiniz (Bana değil tabii, Dekorder'a)

12.2.08

Hot Chip - Made In The Dark (EMI, 2008)

Indie Pop'u elektronik müzikle en güzel şekilde birleştiren gruplardan biri Hot Chip. Önceden belirteyim DFA kökenli olmaları sebebiyle sevmem zaten doğal. DFA'den babam çıksa dinlerim. Hele LCD Soundsystem'la ortak noktaları varsa (Al Doyle) daha da bir memnun olurum.

Hot Chip bu ay çıkardığı 3. albümüne gelene kadar İngiltere'de el üstünde taşınan bebek modundaydı. NME sağolsun yeni albümü Ocak ayının albümü ilan ederek bu geleneği devam ettirdi. NME açısından sebebini anlamak zor da değil ama yine de ayın albümü diyemezdim ben. Beğendim de o kadar değil.

Albümdeki Pop yaklaşımı soru işareti bırakmaksızın ortada. En basiti "Shake A Fist"'teki Dr. Dre klasiği oryantal melodi. Arkada yer alsa da kulaktan kaçmıyor. Ama alternatif elektronik yaklaşımlarıyla bunu iyi kamufle ediyorlar. Normalde sadece Pop dinleyen birine de çok yakın gelmeyebilir bu haliyle.

Albümde çakma Erasure havası bile var 8 Bit modundan "Ready For The Floor" adıyla. Bunun dışında demin değindiğim Dr. Dre tandanslı melodi haricinde doğrudan Hip Hop altyapısına sahip "We're Looking For A Lot Of Love" da var. O da olmadı Dub esintili "One Pure Thought" bile karşımızda çekinmeden. Yetmediyse Nu-Funk "Hold On" var. Daha gider bu.

Albümdeki her parçayı sevdiğimi iddia etmeyeceğim. "Ready For The Floor" ve özellikle iki yumuş parça "We're Looking For A Lot Of Love" ve albüme adını veren yumuş "Made In The Dark" pek bana göre değil. Biraz zorlama gibi geldi.

Ama "Out At The Pictures", "Shake A Fist", "Touch Too Much", "One Pure Thought" gibi çalışmalar albüme ciddi güzellik katıyor. Grubun şu ana kadar bildiğimiz havasına daha yakın, türler arasında gidip gelen ama eğlendiren ve zevk veren çalışmalar. Ha bir de albümde melodisiyle beni güldüren "Don't Dance" var. Komedi filmi gibi bir parça.

Hot Chip yine genelinde güzel bir albüm çıkarmış ortaya. NME gibi üzerine atlayamıyorum ama beğendim. Daha iyisinin de olacağına eminim yine de. Neyse dinleyin hele bir. Gerisi boş zaten.

MP3: Hot Chip - Out At The Pictures
MP3: Hot Chip - One Pure Thought

Hot Chip'in resmi sitesi
Hot Chip @ MySpace
Albümü satın almak için

10.2.08

Dub Trio - Another Sound Is Dying (Ipecac, 2008)

Rage Against The Machine'de yaşanan ayrılıktan beri içim burkuk. Zach De La Rocha ve Tom Morello'nun bize verdiği o enerji ciddi anlamda hayatımın güzide gruplarından birini yaratmıştı benim adıma. Dub Trio da benzeri bir Heavy Metal bakış açısına sahip ama her şeyde temel nokta grubun da adından anlaşılacağı gibi Dub.

Dub Trio'nun RATM'den en önemli farkı vokalsizliği tek parça hariç. Bu ilk anda fark edildiği için en önemlisi. Onun dışında bazen arkada bazen de önde yer alan yoğun Dub tınıları aslen farklı kılıyor elbette.

Grup DP Holmes, Stu Brooks ve Joe Tomino'dan oluşuyor. Berklee'li çocuklar hepsi, elleri yüzleri düzgün. Grup 3. albümü "Another Sound Is Dying" ile ama benim haberim 2006'da çıkardıkları 2. albümleri "New Heavy" ile olmuştu bir arkadaşım sayesinde. İlk albümü hepten kaçırdık yani.

Gelelim yeni albümlerine. Albüm 29 Ocak'ta yayınlandı. Grup albümde King Tubby'e saygısını iletmek geri kalmamış ama tabii albümdeki Dub yaklaşımının King Tubby ile özden bağı var ama neticesel yaklaşırsak yok. Onun dışında distortion'lar, gümbür gümbür rifler ve zevkle dinlenen bir Heavy Metal yapısı var. Eee elektronik müzik de yazıyoruz diye kökümüzü unutmadık herhalde.

"Not For Nothing" ile devasa başlıyor albüm. Şimşekler çakıyor beynimde. Daha sonra bir "Jog On", bir "Regression Line", bir "Who Wants To Die?" geldiğinde doğrudan RATM karşımıza çıkıyor. Bir anda içimde eksiklik hissediyorum. Zach'in o agresif vokalinin buraya da yakışacağı kesin. Ciddi anlamda bağırasım geliyor arada bir, en azından ben vokal yapayım diye. Albümde vokal tek parçada var (No Flag) ve o da kesmiyor beni hiçbir derecede.

Açıkçası bazılarına RATM kopyası gibi gelirse şaşırmam ama albümde sadece Dub çalışmalar da var. Ayrıca parçaların es bölümlerinde vuruşların tamamen Dub'a dönmesi de güzellik katıyor. Tabii eklemek gereken bir nokta da grubun canlı performansında bunların nasıl olacağı. Bir de konser albümü çıkarmışlar ama onu edinip dinleyemedim henüz.

RATM bu sene yine Avrupa'da konser turnesine çıkıyor ve hala Türkiye'den eser yok. Elbette RATM'de de Tom Morello'muz yok ama yine de güzel giderdi. En olmadı Dub Trio ile idare edecek gibiyiz. Eskiyi anmak isteyenler için biçilmiş kaftan. Mutlaka dinleyin derim.

MP3: Dub Trio - Jog On
MP3: Dub Trio - Bay Vs Leonard

Dub Trio'nun resmi sitesi
Dub Trio @ MySpace
Albümü satın almak için

9.2.08

Grand Pianoramax - The Biggest Piano In Town (Obliqsound, 2008)

Montreux Caz Festivali'nde en başarılı solo piyanist seçilen Leo Tardin'in projesi Grand Pianoramax ikinci albümünü çıkarıyor. Albümün adından da anlaşılabileceği gibi Leo'nun egosu Mars'a ulaşmış durumda Montreux'daki başarısı sebebiyle.

Daha önce projesinin adıyla bir albüm çıkaran ve eleştirmenlerden yüksek notlar alan Leo bu sefer çizgiyi daha da yukarı taşımayı hedeflemiş. Albümde kendisine bazı tanıdık isimler de eşlik etmiş. Tom Waits'in bateristi Deantoni Parks ve Coco Rosie'den Celena Glenn ilk gözüme çarpanlar. Turneye çıkarken de bazen isimlerde değişmeler olduysa da genelde albümdeki çizgiye bağlı kalmaya çalışmış.

Albümün temeli doğaçlama üzerine kurulabilir. Caz'da bunun önemini de yadsıyamayacağımıza göre baştan dikkat çekici bir hale giriyor. Ancak doğaçlama yapan yeteneklerin kim olduğu burada önem kazanıyor. Açıkçası uçuk kaçık bir doğaçlama albümde neredeyse hiçbir noktada yok. Birbirine uygun ilerleyen, arada ufak dokunuşlarla ritmi veya melodiyi farklı noktalara kaydırıyorlar.

Doğruyu söylemek gerekirse albümün adındaki yüksek ego sebebiyle biraz olumsuz yaklaştım başta ancak geçen her saniye ve akan her nota fikrimi değiştirdi. Adam boşuna yarışmayı kazanmamış, boşuna o lafı etmemiş. Hani yine çok iddialı ama olsun, altından kalkmaya çalışıyor her şekilde.

Bana albümde en ilginç gelen nokta MC'ler. Caz türünde fazla karşımıza çıkmayan bir füzyona girmiş. En azından benim bilgim dahilinde pek yoktu. Canlı performanslarında da MC kullanıyor Leo. Albümü dinlerken bir ara konser kaydı dinliyor gibi oldum. Son 2 haftadır da bir DnB bir de Dubstep gecesine gidince MC olayı acaip hoşuma gitti. Sormayın İngilizleştim bu ara. Ama unutmadan eklemek lazım, Hip Hop ritmlerinin yanında bol bol Funk esintileri de yer alıyor. Tabii Spleen'in Fransızca vokalleri de "The Hook"'ta çok hoş bir ortam yaratıyor Celena Glenn'in vokalinin yanında.

Beklentilerimin çok üstünde, çok güzel bir albümle karşılaştım. Dinlemekten çok zevk aldığımı ve geldiklerinde doğrudan biletimi alıp bir de canlı seyretmeye gideceğimi söyler, IKSV'ye ve Akbank'a selamımı iletirim. Buraya da ufak bir not ekleyeyim, Leo Tardin başka bir projeyle daha önce Babylon'a geldi ama onu saymıyorum.

MP3: Grand Pianoramax - Showdown (Ft Mike Ladd)
MP3: Grand Pianoramax - The Hook (Ft Spleen & Celena Glenn)

Grand Pianoramax @ Obliqsound
Leo Tardin @ MySpace
Albümü şimdiden sipariş etmek için

7.2.08

The Audition - Champion (Victory, 2008)

Indie Rock ve Pop Rock karışımı bir albümle karşımızda Chicago'lu pentet The Audition. Açıkçası bu ilk albümleri değilmiş ama daha önce kendileriyle tanışmamıştım.

Indie Pop Rock'ın dönemin Bon Jovi ve Aerosmith'inin yerini iyice almaya başladığı bu dönemde ortalamanın üzerinde bir çalışmayla karşımızda The Audition. Parçaların yapısı itibariyle önceleri İngiliz zannettim kendilerini ama daha sonra Amerikalı olduklarını öğrendim. Ama söylemek gerekir, kendilerinin İngiltere turnesi Amerika turnelerinden daha uzun sürüyor. Bu da durumu açıklıyor herhalde.

Albümde dikkatimi çeken bir nokta Bloc Party benzeri olarak gitar ve bateri ritmlerinin "uplifting" tabir edilen sürekli bir hareket yaratma eğiliminde olması. Bu bakımdan dinlerken birçok noktada Bloc Party izlenimi yaratıyor. "Basbhat" ve "Heaven For The Weather" gibi.

Bu noktada grubun en büyük farkı vokal ortaya çıkıyor. Vokalin çok deneyimli olmadığı hissindeyim çünkü sürekli aynı tonda ve distortion'ların arkasında genel anlamda çok fazla ön plana çıkmadan hayatını idame ettiriyor.

Albümde aynı çizginin dışına biraz çıktıkları al göze batıyorlar ve beğeniyorum. Örneğin "Hell To Sell"'in koro bölümü hariç gayet güzel ama koro bölümünde hemen dönüyorlar klişe şeylere. Yine de kılı kırk yarmadığınız sürece rahat ve güzelce dinlenecek bir albüm. Öyle pek rahatsız edici bir şey yok. Sadece farklılaştırmalara biraz daha eğilseler tüm albüm aynı gitarları dinliyormuşuz hissine kapılmazdık. Artık zamanla daha iyisi olur diye umuyorum.

MP3: The Audition - Heaven For The Weather
MP3: The Audition - Hell To Sell

The Audition'ın resmi sitesi
The Audition @ MySpace
Albümü satın almak için

4.2.08

Nada Surf - Lucky (Barsuk, 2008)

Geçmişi oldukça eskiye dayanan ancak fazla göz önünde bulunmadan güzel çalışmalar sergileyen bir grup Nada Surf. Matthew Caws, Ira Elliot ve Daniel Lorca'dan oluşan trio bugüne kadar 4 albüm çıkardı. İlk albümleriyle alternatif dinleyiciler arasında göze battılar, daha sonra bir sürelik bir MTV camiası maceraları oldu ama daha sonra kendilerini buldular ve sessizleştiler 4 yıl boyunca. Vesaire vesaire geldik bugüne.

Grup "Lucky" adlı bir albüm çıkardı bugün ve eskiye oranla tarzlarında ciddi bir değişiklik gözleniyor. Eskiden Grunge'a yakınlıklarını düşünürsek artık oldukça farklı bir çizgideler. Biraz daha nasıl diyeyim bir Keane havası sezdim. "Beautiful Beat"'i dinleyen anlar demek istediğimi. İlginç bir değişim.

Sonuca gelelim. Albüm bana göre yılın iyileri arasına adını yazdırdı gönlümde. Kaç kere dinledim ben bile sayısını unuttum. Açıkçası beklemediğimden belki de hazırlıksız yakalandım. Zaten ilk dinlemeye başladığımdan beri doğrudan herkese bahsetmeye başladım.

Albüm çok güzel gidiyor. Farklı esinlenmelere el atılmış birçok parçada ama en ufak kuşku bırakmadan gidiyor kendi kendine parçalar ardı sıra. Ha arada MTV gençliğine uygun "Weightless" gibi parçalar da olmasa muhteşem olacakmış ama kadıda da o kadar kusur olur.

Albümde Folk, Southern Rock, Blues, Indie Rock (E yani) etkileri var. Valla dayanamayıp yine öveceğim. Sözler de güzel bak. Kesinlikle Ira Elliot'ın gruba sonradan katılması ve gittikçe ağırlığını koyması etkili olmuş. Gerek müzikal açıdan gerekse sözlerde çok başarılı bir çizgi var. E tabii Matthew'un vokalinin yıllar içinde olgunlaşması da parçaların yapısına çok olumlu etki ediyor. Bir "See These Bones", bir "Beautiful Beat" veya bir "Are You Lightning?" gerçekten insana huzur katıyor, yüzüne gülümseme getiriyor.

Uzun lafın kısası yılın dinlenesi albümlerinden biri daha karşımıza çıktı. Ne mutlu bize 2008 de güzel başladı. Yeni bakış açısıyla 2008'de hoşgeldi Nada Surf. Umarım turneye bir an önce çıkarlar ve yollarımız kesişir kendileriyle.

MP3: Nada Surf - Beautiful Beat
MP3: Nada Surf - See These Bones

Nada Surf'un resmi sitesi
Nada Surf @ MySpace
Albümü satın almak için buyurun (Kısa süreliğine Bonus Disc'le beraber alınabiliyor)

2.2.08

Roomful Of Blues - Raisin' A Ruckus (Alligator, 2008)

Good Blues I Dance, Not That Good Blues I Sit And Listen. Bu önermeden yola çıkarak dans ettiğimi söyleyerek girişeyim bu incelemeye. Daha önce Lee Rocker'la Rockabilly formatında karşımıza çıkan Alligator Records şimdi de kabına sığmayan bir Blues albümünü sunuyor bize. Hem de Roomful Of Blues'un albümünü. Tarihin en çok dans ettiren Blues grubunun.

Roomful Of Blues 1967'de kurulan bir grup ve Jump Blues olarak adlandırılan ve çoğumuzun da çivisini Blues Brothers ile çıkardığı müzik türünü yapıyorlar. İlk albümlerini 12 yılda çıkarabilmiş olmaları bir eksikliği göstermiyor çünkü grubun neredeyse tüm elemanlar ünlü Blues gruplarıyla turnelerde olduğundan bir türlü toplanamamışlar. Ama tüm işleri bırakıp gruba odaklandıktan sonra Count Bassie tarafından en iyi Blues grubu olarak adlandırılmayı başarmışlar.

Albümün başından sonuna, eninden boyuna hareket var. Trompet'ler bir yandan sallarken piyano ve bas gitar diğer yandan sallıyor insanı. Sonuçta kinetik enerji veriyor elini aksiyona. Hem de tüketene dek.

Daha yakınlarda "The Great Debaters"'ı seyrettiğimdendir belki, filmdeki bazı sahnelere odakladım albümdeki parçaları. Bir oda dolusu insan sadece müzikle hayatın tadını çıkarıyorlar o an için. Böyle çalışmaları gördükçe bırakın Blues ölüyor tarzı endamları. Tüm güzelliğiyle hala karşımızda.

Mutlaka ama mutlaka dinlenmesi gereken, Türkiye'ye geleceğini sanmadığımdan Internet'ten edinilmesi gereken, Efes Pilsen'e de hemen bir sonraki Blues festivali için baskı yapılmasını gerektiren bir albüm. 2003'te geldiklerinden beri 4 yıl geçti yeter artık.

MP3: Roomful Of Blues - Big Mamou
MP3: Roomful Of Blues - Boogie Woogie Country Girl

Not: Utanmasam tüm albümü koyardım çünkü incelemeden sonra 2 parça seçebilmek için albümü 3 kere dinledim.

Roomful Of Blues'un resmi sitesi
Albümü satın almak için