31.5.07

The Rakes - Ten New Messages (V2, 2007)

The Rakes. 1 Temmuz Pazar günü Radarlive 2007'de konser verecek olan grup vokal ve gitarda Alan Donohoe, gitarda Matthew Swinnerton, bas gitarda James Hornsmith ve bateride Lasse Petersen'den oluşuyor. Londra'dan çıkan The Rakes 2004 yılında kuruldu ve indie rock/post-punk rock karışımı tınılarla karşımıza çıkıyor.

The Rakes çoğu zaman Bloc Party ve Maximo Park ile karşılaştırılıyor ancak müzikleri ve sözleri onlara göre bir hayli farklılık içeriyor. Parçalarının temaları genel olarak hayat, iş ve aşktaki monotonluklar üzerine oturuyor. Zaten çıkış parçaları "22 Grand Job"'ın klibinde de doğrudan bu temayı işlemişlerdi. Ancak tüm bu sıkıcılığı çekici hale getiren bir müzikal altyapıya sahipler.

The Rakes'in ilk albümü "Capture/Release" İngiltere'de çok olumlu tepkiler aldı ve İngiliz kökenli bir tarza hakim olmalarında bunun etkisi var. Ancak daha sonra tepkiler genişledi ve bunu takiben Franz Ferdinand'la beraber turlamaya başladılar. Gitar yapılarındaki enerji ise konserlerde büyük bir etken olarak başarılarında pay oynadı. İlk albümleri İngiltere'de 32. sıraya yükseldi.

Yeni albümlerine gelirsek ilk albümün üzerine bir şeyler koymayı amaçlıyor kesinlikle. Albümü dinlemeye başladığınızda bile bunu hissediyorsunuz. 2. albümleri olduğu için önce "Capture/Release"'i bir kere dinledim. İlk dikkatimi çeken noktalar çift gitarın avantajını fark etmişler ve artık çok daha iyi kullanıyorlar bunu. Maximo Park bu avantajdan yoksun.

İlk albüme göre sözlerde de biraz daha az melankoli, biraz daha fazla olumlu bakış açısı var. Bu da müziğin verdiği hissiyat ile sözlerin etkisi arasındaki tezatı azaltmış. Bana duygu çatışması yaşatmadığı için de sevinmedim desem yalan olur. Hele albümün açılış parçasındaki sarkastik espri anlayışı yüzümü güldürdü.

Ayrıca neden bilmiyorum ama bateride Lasse Petersen'in çalışmalara çok farklı tarzlarda yaklaşması ve farklı bateri yazması ilgimi çekti. Konser performansını merak ediyorum. İşin özü dinlenesi ama daha da çok seyredilesi bir albüm.

Dikkat çeken çalışmalar:
1) The World Was A Mess But His Hair Was Perfect
2) Little Superstitions
3) We Danced Together
4) Trouble
6) On A Mission
9) Time To Stop Talking

The Rakes'in resmi sitesi
İlk albümden bahsettiğim "22 Grand Job"'ın klibi @ YouTube
"We Danced Together"'ın klibi @ YouTube
The Rakes - Retreat'in Jools, Hollanda'daki konser performansı @ YouTube

30.5.07

Phonique - Good Ideas (Dessous, 2007)

Michael Vater veya projesinin adıyla Phonique bu bloğa daha önce de misafir olmuş bir sanatçı. O sebeple kendisini ve yeteneğini fazla anlatmaya gerek yok. Ancak şu kesin, konu deep house ve minimal house olduğunda adı günden güne daha ön sıralarda yer almaya başladı.

En son "Bang" adlı 7"'lik plağını incelediğim Phonique plaktan kısa bir süre sonra albümünü piyasaya çıkardı. Albüm orjinalinde Phonique'in çeşitli vokalistler ve prodüktörlerle yaptığı ortak çalışmalardan oluşuyor. Ancak limitli olarak bir de sürprizi var Phonique'in. Sınırlı sayıda çıkarılan albümlerde çift disk var ve ikincisinde Phonique'in eski ve yeni çalışmalarını mixlenmiş halde dinleme imkanı var.

Önceden söyleyeyim dedim. Phonique bu albümde Erlend Oye ile tekrar çalışmış. Bir önceki çalışmalarının "For The Time Being" gibi inanılmaz bir sonuç ortaya çıkardığı düşülürse bu zaten beklemeye değerdi. Bunun yanında İstanbul'a ilk geldiğinde düzenlemiş olduğum Spektrum Nights'ın konuğuydu Richard Davis ile beraber. Bu tanışma da ortak bir çalışmaya imza atmış. Bunların yanında albümde Ruben, Shadee ve Data MC'nin de parçağı var.

Albüm Mayıs ayında piyasaya sürüldü Phonique'i ünlendiren Dessous Records'dan. Almanya'da doğrudan elektronik albümler listesinde zirveye yerleşti ve hala bırakmadı. Groove Armada zorluyor ama sanırım biraz daha dayanacak Phonique.

Albüm Richard Davis'in de parçağı olan "Always Wanted" ile mükemmel bir giriş yapıyor. Arkasından Ruben vokalli "Rio Nights" romantizmden biraz sıyırıyor bizi ve disko house'a götürüyor. "Casualities"'e geldiğimizde ise Erlend Oye bizi karşılıyor kadife sesiyle. Güzel bir çalışma ama "For The Time Being"'in yerini tutmayacak. Arkasından Phonique'in "Lowfi Moods"'u geliyor. 8 bit esintili bir çalışma fakat çok etkileyici değil. "Trouble" ise güzel bir deep house örneği. Ritm tutma hissi veriyor. "Lovely Morning" albümde minimalizme ilk göz kırpan çalışma ve çok güzel. Basit bir melodiyi çok etkin kullanmış, zaten işin özü de bu. 7. çalışma "Computer Kidz"'de Shadee'nin vokali var ve etkisi ortada. Hip hop esintili farklı bir çalışma. Yadırgadım baştan sona.

Ruben'in vokaline "Thinking Of You" ile geri dönüyoruz ve adından bile romantizm akıyor. Hiç çekinmeden soul etkisini koymuşlar çalışmaya. Yeni bir tür mü doğuyor acaba? Arkasından Data Mc ve Marc Hype vokalli post hip hop "Roses" geliyor. Aksak yapısı ve güzel bir melodisi var ama yine yadırgama. "One Love" başladığında kendime geliyorum. Rodney Hunter altyapıda büyük etki yaratmış. Hafif hispanik esintili güzel bir disko house. "Teenage Love"'da Liora'nın vokali de kötü, parça da basit bir Pet Shop Boys kopyası olmaktan öteye gidememiş. "Mexican Sunrise" Phonique'in moral düzeltme çalışması gibi çıktı karşımıza. Klasik rock'ı andıran bir gitar melodisinin altinda tech house ve minimalist house esintileri güzel bir birliktelik yaratmış. "Catsncars" yine Phonique'ten geliyor ve ses kesitleriyle dolu, hip hop hissi uyandıran garip bir şey. Too Many DJs'in setlerinde zevkle kullanacağı kadar ilginç ve değişik. Albümü kapatan parça "Worked It Out" ve üzerinde Ian Whitelaw ve Meitz vokali. Caz havası var açıkça. Minik minik dokunan elektronik üst melodi ise çok sevimli ve uygun. Sonar Kollektiv'ten plak olarak çıksa şaşırmazdım. Çok güzel.

Phonique @ MySpace

Tanıtım ses kesitleri Juno Records'dan alınmıştır.

29.5.07

Maximo Park - Our Earthly Pleasures (Warp, 2007)

Maximo Park vokallerde Paul Smith, elektro gitarda Duncan Lloyd, bas gitarda Archis Tiku, klavyede Lukas Wooller ve bateride Tom English'ten oluşuyor. Grup 2000 yılında kuruldu ve ilk single'larından sonra Warp Records'la çalışmaya başladı. Maximo Park Warp açısından önemli bir grup çünkü müzikalite açısından plak şirketine zenginlik ve çeşitlilik katıyorlar.

2005 yılında ilk albümleri "A Certain Trigger"'ı çıkaran grup daha sonra turlara başladı ve gördükleri ilgi daha da arttı. İlk albümleri 2005'in en iyi albümlerinden biri olarak gösterildi ve NME'ye özel Rock turunda Kaiser Chiefs'in altında yer aldılar. Ben olsam üstlerine koyardım ama neyse.

Grup 2006 yılının Ağustos ayında yeni albüm çalışmalarına başladığını açıkladı ve bundan sonra heyecanlı bir bekleme dönemi başladı. Yeni albümleri "Our Earthly Pleasures" 2 Nisan'da yine Warp Records etiketiyle piyasaya çıktı.

Albüm yoğun bir enerji içeriyor. Bu açıdan Bloc Party benzeri bir enerjik pop rock havası var. Ancak özünde indie rock ilkelerine bağlılığıyla dikkat çekiyor. Bunun yanında klavye de ekstra güç katıyor. Klavyede dikkatimi çeken bir nokta elektro gitarla çoğu zaman aynı melodiler üzerine yoğunlaşması. Duncan Lloyd'un yeteneği sebebiyle de ortaya çok güzel bir kompozisyon çıkmış.

Albümdeki müzik yapısının dışında sözler de dikkat çekici. Çoğu da gitarist Dundan Lloyd'a ait. Ancak Archis Tiku, Lukas Wooler ve Paul Smith de başka parçaların sözlerini yazmışlar. Bu açıdan da güzel bir çeşitlilik olmuş.

Albümde dikkat çeken çalışmalar:

1) Girls Who Play Guitars
2) Our Velocity
4) Russian Literature
5) Karaoke Plays
6) Your Urge
7) The Unshockable
8) By The Monument
10) A Fortnight's Time
12) Parisian Skies

Maximo Park'ın resmi sitesi
Maximo Park @ MySpace
Maximo Park'ın yeni single'ı "Our Velocity"'nin klibi @ YouTube

28.5.07

Equinox Günleri - Dephazz - Days Of Twang (Phazzadelic, 2007)

Barbara Lahr, Karl Frierson, Pat Appleton ve Pit Baumgartner'dan oluşan Dephazz 1997'den beri gerek romantik, gerek eğlenceli caz yaklaşımlarıyla gecelerimize ışık tutuyor.

İlk başlarda daha çok trip hop türüne yakın sayılmalarına rağmen zamanla aksak ritmlerini ve modern yaklaşımlarını caz üzerinde yoğunlaştırdılar ve bu işte de artık uzman kategorisindeler. 1997 yılında çıkardıkları "Detunized Gravity" güzel bir başarı yakaladı ve onlar için gelecek yolunu açtı. Bu albümden "Lovechild" ve "No Jive" hala damarlarımda dolaşıyor.

Bu albümü 1999 yılında "Godsdog" albümü ve albümden "Jazz Music", "The Mambo Craze" plakları takip etti. 2001'de çıkardıkları albümü "Death By Chocolate" adımlarını devam ettirdi. 2002'de "Daily Lama" ve "Plastic Love Memory" albümleri ise artık isimlerini birçok insanın aklında bir köşeye yerleştirdi. 2005'te de "Natural Fake" albümleri geldi.

Dephazz yeni albümünü 23 Mart 2007'de Avrupa'da piyasaya sürdü. Albümün yapımı ise 2005 ve 2006 boyunca sürdü. Bu oldukça uzun bir çalışma süresi ve tabii sonucu olarak da beklentimiz yükseldi. Albümün beklentilere karşılık vermesi ise daha da güzel.

Albümde caz hissiyatı üzerine serilmiş disko, trip hop ve funk örtüleri var. Daha albümün başından itibaren sizi saran bu örtü farklı renklere bürünse de etkisini yitirmiyor, içinizi ısıttıkça ısıtıyor.

Dephazz'ın her zaman güçlü olduğu konulardan biri olan uygun vokallerle çalışma yeteneği bu albümde de var. Her parça için farklı isimlerle çalışabiliyorlar ve bu konuda hiçbir kısıtlamaları yok. Örneğin bu sayfalara kendi albümüyle konuk olan Paul St. Hilaire de vokalde var, adı albümde bile yazmayan isimler de. Barbara Lohr albümde 3 çalışmada, Pat Appleton 2 çalışmada, Karl Frierson ise bir çalışmada vokalde yerini alıyor.

Albümde Dephazz'ın bir diğer gücü de perküsyon. Her çalışmada bolca ve çeşitli perküsyon kullanımı var. Bazen zenginliğin yanında karışıklık yaratıyor gibi de algılansa, etkin kullanı sebebiyle çalışmaları daha güzel bir hale getiriyor.

Albüm bu yaz açısından nokta atışı diyebilirim. Baştan sona kadar rahatça dinleniyor, yer yer disko ve funk etkisiyle yüzleri alabildiğine güldürüyor. 2007'nin tavsiye edeceğim albümleri arasında kesinlikle.

Dephazz'ın resmi sitesi
Dephazz'ın sayfasından yeni single'ları "Hell Alright"'ın videosu
Damarlarımdaki "No Jive"'ın videosu @ YouTube

26.5.07

Equinox Günleri Başlıyor

Çok uzun zamandır çok kızdığım, kırıldığım ve e haliyle de tepki gösterdiğim bir konu var. Türkiye ne yazıkki Avrupa'daki dağıtım ağları tarafından yeterince ilgiyle incelenmiyor. Bunun temel sebeplerinden biri Türkiye'deki albüm fiyatlarının satış azlığı sebebiyle yüksek olması. Bir nebze kısırdöngü var işin içinde. Albümler çok satmayınca fiyatlar artıyor, fiyatlar artınca az satıyor. Mp3 furyasını zaten geçtim. Elbette imkanı olmayanlar veya ulaşılamayacak çalışmalar için çok önemli bir kaynak ancak sanatçıların ve aracıların desteklenmesi çok farklı ve gerekli bir konu.

Velhasıl uzun lafın kısası dağıtım ağlarının bize karşı bu bir adım geride durmasına aldırmadan Türkiye'ye dünya müziklerinin ulaşması için çok ciddi çaba sarf eden Equinox Müzik'i destekleyerek ben de kısırdöngüye bir çentik atmayı amaçlıyorum. Bu albüm incelemelerini insanlar sadece albümleri internetten bulsun da indirsin diye yapmıyorum haliyle ve sanatçıların desteklenmesi çok önemli. Bu yüzden yarından itibaren her hafta Equinox Müziğin Türkiye'ye getirdiği 1-2 albümü inceleyeceğim. Bu projenin adı da "Equinox Günleri".

Equinox Müzik'i de tanıtayım bu arada. Kendileri Türkiye'nin sayılı dağıtım firmalarından. Çok şanslıyız çünkü olaya sadece profesyonel bakmıyorlar. Onların bu çabasını desteklemeyi de bir müziksever olarak görev adlediyorum. Müziğe saygı duymak sadece dinlemekle olmuyor. Forumlarda sıkça görülen ve abuk kullanımı olan "Emeğe Saygı" aslında burada çok daha uygun bir kullanıma sahip.

Albümler kitap gibidir. Bir albümün arşivinizde bulunması, kapağına dokunmanız ve elinizde tutmanız çok farklı bir duygu. Okuyanlardan tek ricam lütfen beğendiğiniz albümleri imkanınız olduğu sürece alın. Alternatif çalışmalar yapan Türk sanatçıların albümlerini mutlaka alın. Yabancılar elbette fiyat açısından daha yüksek bir noktada ancak şimdilik bu adım adım değişebilir. Sabredin. Güzel günler gelecek.

Equinox Müzik'in getirdiği albümleri tüm D&R'larda, Taksim'de Mephisto'da ve Lale Plak'ta, Nişantaşı'nda Groove'da, Mayadrom'da Hitit Müzik'te, Kadıköy'de Zihni'de, Ankara'da Shades ve Artı müzikte bulabilirsiniz. Atladığım yerler var ise oralarda da bulabilirsiniz.

Notasız gününüz geçmesin.

Sühan Gürer

Kammerflimmer Kollektief - Jinx (Staubgold, 2007)

Kammerflimmer Kollektief (KK), Thomas Weber tarafından deneysellik sularında yüzmek amacıyla kurulan bir grup. İlk başlarda olduğu gibi çeşitli tür ve enstrümanların harmanlanmasını temel alıyorlar. Ambient, free jazz, akustik gitar, elektronik vuruşlar ve gürültü en çok dikkat çeken şeyler ama bunların haricinde birçok öğe de var. Ancak başarıları bunları çok farklı ve birçok kişiye göre de güzel olarak birleştirmeleri. Zaten Karlsruhe'den çıkıp ünlerini tüm dünyaya duyurmalarındaki öz etmen de bu.

Albüm her ne kadar uzun bir süre önce promo olarak dağıtıldıysa da Staubgold albümü çıkarmakta biraz yavaş davrandı. Ancak beklenen bir albüm olarak çok iyi tepki alacağına da eminim. Ama bunun için önce albümü incelemek gerekir. Daha başlamadan yağcılığa gerek yok.

Albüm KK'nin 6. albümü. Kendi albümlerinin yanında bir de KK parçalarının yeniden düzenlendiği ve ciddi başarı kazanan bir "Remixed" albümleri var. Bu albümde Jan Jelinek, Aoki Takamasa ve Sutekh gibi çok saygı duyduğum isimler olaya el atmış.

Jinx albümüne gelince albüm bugün piyasaya çıkıyor. Eski KK albümlerinde gördüğümüz karmaşa burada da mevcut. Ancak karmaşanın içindeki dinginlik ve kendine has ritmik yapı insanı kendine çekiyor. Birçok kişiye başağrısı gibi gelebilecek bir tarz aslında bunu da belirtmek lazım ama dikkat edip derinine indikçe güzelliği ortaya çıkıyor. Zaten KK'i de özgün yapan nokta bu.

Albümde gitar ve piyanoda Thomas Weber var. Saksafonda yine daha önce olduğu gibi Dietrich Foth var. Heike Aumüller ve Thomas Weber sonra elektronik ortamda çalışmaların düzenlemesini yapıyorlar. Bu arada albümdeki vokalimsiler de Heike Aumüller'e ait yine.

Albümde dikkat çeken çalışmalar:

1) Palimpsest
2) Jinx
3) Live At The Cactus Tree Motel
5) Both Eyes Tight Shut
7) Nest

Kammerflimmer Kollektief Resmi Sitesi

24.5.07

Kısa Kısa Albümler... (14)

Jussi Pekka - No Lines In Between (Frozen North, 2007)

Jussi Pekka Parikka Finlandiya'nın Tampere şehrinden çıkan bir elektronik müzik prodüktörü. Finlandiya'nın önde gelen prodüktörleri arasında yer alıyor. 2002'den beri çalışmalarını Dessous, Poker Flat ve Audiomatique gibi çeşitli saygın plak şirketlerinden yayınlıyor. Minimalizmde tekno ve house temeline dayalı çalışmalar yapıyor ve oldukça da başarılı. Bu sezon Indigo'ya da geldi ve kendisiyle tanışma imkanım olmuştu. Yaşadığı şanssızlığa rağmen (Tüm plakları Frankfurt havalaanında kalmıştı) Beatport'un başında geçirdiği 3 saatten sonra çok güzel bir set çıkarmıştı.

Mart ayında çıkardığı albümünde biraz daha geniş altyapılara yer verdiği dikkat çekiyor plaklarına oranla. İlk albümü olması açısından önem taşıyor bu çalışma aslında. Atmosferik altyapısı, üstte basit, chillout'u andıran dingin melodilerle dinlerken rahatlatıcı bir çalışma. Minimalist elektronik müzik sevenler için birebir.

Kukan Dub Lagan - Step Ina Rasta Step (MikelaBella, 2007)

Israilli Itay Berger'in projesi Kukan Dub Lagan Israil'de hakim türlerden biri olan dub müziği esas alarak chillout tarzından prodüksiyon yapıyor. Bugüne kadar 2004 yılında çıkardığı "Life Is Nice" adlı bir albümü var. İlk albümüyle de beğeni toplamıştı aslında ancak yeni çıkardığı albüm onu daha geniş kitlelere tanıttı.

Albümde ilk albümdeki gibi dub temelli chillout çalışmalar yer alıyor. Hatta derine inmek gerekirse biraz atmosferik bir dub havası var diyebiliriz genelinde. Bana göre tek sorun dub altyapılarında. Bu noktada Burnt Friedmann ya da Bill Laswell'den biraz feyz alsa bence çok daha iyi olacak. Dub hissini daha vurgulu vermesi gerekiyor. Bunun yanında besteleri dikkat çekici. Sakin bir dinleti için uygun.

Popnoname - White Album (Italic, 2007)

Jens-Uwe Beyer'in projesi Popnoname progresif house ve tekno karışımı bir yapıda çalışnalarını bize sunan bir müzisyen. Aslında bu ikisini birleştirdiğimizde progresif tech-house dememiz de mümkün. Genel olarak Antonelli Electr.'in kurduğu Italic plak şirketiyle çalışıyor ve albüm de buradan yayınlandı.

Popnoname'in ilk albümü bu Pazartesi piyasaya çıktı. Albüm dans pistleri için biçilmiş kaftan modunda. Güçlü vuruşları, akıcı ritmi ve basit ama etkili melodilesiyle DJ'lerin beğenisini kazanacağına eminim. Albüm genelinde klasik Popnoname çalışmalarının yanında 80'lerin elektro ve diskosuna atıfta bulunan "Light" var. Hatta ambient denemesi olarak "Taken" da var. Farklı türlere de kayması albüm açısından çok iyi olmuş diyemem çünkü albümü bir potaya koyup eritemiyorsunuz ama genel müzik anlamında güzel.

23.5.07

Otomo Yoshihide - Prisoner OST (Headz, 2007)

Otomo Yoshihide 1959 doğumlu deneysel akustik rock ve elektronik müzik çalışmaları yapan bir Japon müzisyen. Bugüne kadar onlarca albüm çalışması var. Çalışmalarının çoğu yoğun deneysellik altında olduğu için çok fazla popülerliği olduğu söylenemez ancak Japonya açısından çok önemli bir sanatçı.

Müziğe önceleri rock ile başlayan fakat daha sonra Japonya'da hakim olan free jazz ve improvisation akımlarından etkilenen Yoshihide, bu yöne doğru kayıyor ve o günen beri temel olarak improvisation'ı alarak deneysel çalışmalarına devam etti. Ancak deneyselliği açısından asla free jazz'e yaklaşmadı. Sadece 1990'larda bir caz grubu kurdu ancak bu konu üzerine çok da fazla eğilmedi birkaç çalışma ve konser hariç. Temel olarak noize rock ve noize akustik üzerine çalışmalarda bulundu. Yani dinlemeden önce bir düşünmek gerek diyorum.

Ocak ayında yayınlanan ama aslen 2006 yılının Haziran'ında kaydedilen bu albüm, Adachi Masao'nun "Prisoner" adlı filmi için yapılmış bir Soundtrack. Böyle albümleri filmden bağımsız dinlemek genel olarak bir anlam kaybına yol açar aslında ama imkanlar dahilinde hareket edelim biz.

Albümde elektrik ve akustik gitarda Jim O'Rourke, yine elektrik gitarda Tetuzi Akiyama ve ses kesitlerinde Norimizu Ameya gibi önemli isimler var. Ancak bu üç ismin de Otomo Yoshihide gibi deneysellik meraklısı olduğu düşünülürse albümde normal bir şey beklememek lazım. Eğer sakin, düzenli, rahat anlaşılır bir şeyler dinlemek istiyorsanız bu albümden uzak durun. Ancak farklı ve garip bir şeyler dinlemek isteyenler için birebir. Albümde Yoshihide'yle uzun zamandır çalışan Sachiko M'in sinüs dalgaları da ayrı bir etkileyici bu arada.

Albümde üç deneyselci elektronik gitaristin imzasının olması ve bu üçünün de bu alanda çok ünlü insanlar olması albüme farklı bir hava katmış. Gitarın sürekli ön planda olduğu bir yapı var. Tabii bu öndelik yoğunlukla noize havasında. Ses kesiti kullanımında ise gerçekten Norimizu Ameya'nın yeteneğini görebiliyoruz. Ses kesitlerinden melodiler yaratıp bu üçlüye eşlik ediyor.

Albümde dikkat çeken çalışmaları seçmek zor. Aslında tek önerim önce filmi seyredip sonra albümü dinlemek olabilir. Bende bu ters bir yapıda olacak ancak bu müziğin ait olduğu filmi izlemek için de gerçekten meraklandım diyebilirim. Tür bağımlısı olmayanlar için denenmesi ve bilinmesi faydalı olacak bir çalışma bana göre.

Otomo Yoshihide'nin Resmi Sayfası
Prisoner Filminin Resmi Sitesi
Prisoner Filminin Tanıtım Klibi

21.5.07

Aleksi Perala - Project V (Rephlex, 2007)

1976 Finlandiya doğumlu Aleksi Perala 1999'dan beri Rephlex çatısı altında çeşitli proje isimleriyle çalışmalarını yayınlayan bir prodüktör. Rephlex çatısında olması sebebiyle IDM yaptığını tahmin etmek güç değil. Ancak 7 yaşından beri piyano çaldığı için prodüksiyonlarına farklı bir gözle yaklaştığını belirtmek de gerekiyor.

Ovuca ve Astrobotnia projelerinden bugüne kadar 5 albüm yayınladı ve şimdi de 6.sıyla karşımızda. Tüm bu çalışmalar da Rephlex'ten yayınlandı. Özellikle Ovuca projesi ile çok dikkat çekti. Ancak kendi adıyla ön planda olmadığı için sanırım artık projeleri bir süreliğine rafa kaldırıp kendini tanıtma çalışmalarına girmiş olacak. Bu albümle de bu konuda güzel bir adım attığını söyleyebilirim.

Albüm Nisan ayının başında yayınlandı. Ayrıca uzunçalar olarak da aynı tarihte piyasaya sürüldü. Şu ana kadar aldığı tepkiler de çok iyi. Son dönemde IDM türünün biraz üvey evlat muamelesi gördüğü düşünülürse sırf bu bakımdan bile dikkat edilmesi gerekiyor.

Albümün genelinde piyano ve org melodileri ağırlıkta. Bu şekilde çalışmalarına biraz romantik bir hava katıyor. Bunun yanında çoğunlukla aksak ve kesik ritmlerden uzak duruyor. Elbette kesik vuruşlar var ancak kullanımı az oranda ve temelde arka planda kalıyorlar. Açıkçası Aphex Twin'in tarzına hayli zıt bir yapısı var. Rephlex'ten böyle farklılıkları görmek de çok güzel.

Albümde tezatlıklar, atonlar yoğun. Albümün genel havası Kabala'nın modern bir versiyonla resmedilmiş hali gibi ve bu özellikle "Purple Rain"'de daha da ayyuka çıkıyor. Fonda antik şarkıları söyleyen kadın ve erkek, üstte ise IDM. Gerçekten dikkat çekici.

Albüme pek de uymadığını düşündüğüm üç çalışma trip hop esintili "Spacetime", basit bir 8 bit idm kopyası olan "Sunbath" ve tekno idm karışımı "Dark Energy". Üçü de gerek yapıları gerekse de müzikaliteleri açısından pek vasatlar ve albüme hiç yakışmamışlar. Albüme 9 çalışma koysaydı ve bunları atsaydı çok daha makbul olurdu bana göre.

Albümde dikkat çeken çalışmalara gelince...

1) Rocking Chair
3) Path
4) Muska
5) Purple Rain
10) Feast

Ovuca Projesinin Resmi Sitesi

19.5.07

Travis - The Boy With No Name (Sony, 2007)

Travis 4 yıl önce ağzımızda bıraktığı tadla önemli bir Britpop grubu olduğunu unutmayacağımızdan emindi İskoç olmalarına rağmen. 4 yıl ise uzun bir ara oldu. Yine de şimdi döndüler. Kendileri yokken yerlerine göz diken Snow Patrol ve Coldplay'e de çekilin bir kenara diyorlar, sanırım.

Neil Primrose, Douglas Payne, Andy Dunlop ve Francis Healy'den oluşan Travisin kökleri 1990 yılına dayanıyor. Ancak keşfedilmeleri Rolling Stone ve Neil Young'la da çalışmış olan Niko Bolas'ın onları bir gün radyoyu karıştırırken dinlemesiyle oluyor. Niko ciddi anlamda bir hafta grubu stüdyoya kapatıyor ve neyin nasıl yapılacağını öğretiyor. Daha sonra New York'a gittiklerinde verdikleri ilk konserdeki ilk şarkılarını Niko'ya adarlar ve seyirci arasındaki Niko ağlar. Mutlu son. Mu acaba?

Daha yolun başı oysa. İlk albümleri "Good Feeling" aslında bugüne kadar çıkardıkları en sert albüm olarak dikkat çekiyor. Bunda Francis'in hala büyükbabasının ölümünün etkisinde olması önemli bir sebep. Albüm İngiltere'de listelerde 9.luğa kadar çıkıyor ama düşüşü de bir hayli hızlı oluyor. Bunun temel sebebi de radyolar tarafından pek kucaklanmaması. Ancak konserleriyle sürekli hayran sayılarını artırdılar ve konser performansları hala en etkili silahları.

Arkasından "The Man Who", "The Invisible Band" ve "12 Memories" geliyor. Bunların ardından çıktıkları turda "Keane" alt grup olarak onlara eşlik ediyor. Hey gidi günler hey. Keane şimdi kendisine alt grup seçiyor.

Ve karşımızda "The Boy With No Name". Albüm 7 Mayıs'ta piyasaya çıktı. Bu sefer prodüksiyonda Nigel Godrich'in yanında sürpriz bir isim de var, Brian Eno. Müzikal açıdan hayran kitlesi ciddi anlamda geniş olan Brian Eno'nun etkisi fark ediliyor birçok çalışmada.

Albümü incelemeden önce şunu söylemek gerekir ki yeni albümden ilk çalışmayı Coldplay'den Chris Martin tanıttı ve tanıtırken de "Bizim ve bizim gibi birçok grubun yolunu açan Travis'in yeni albümünden ilk çalışmalarını tanıtmak benim için bir onurdur" dedi. Çok doğru.

Albüm NME'den ciddi bir saldırı aldı ve 10 üzerinden 2 ile karşılandı. Ama NME'nin yanlı tutumlarını daha önce çok gördüğümüz için ne yazık ki onları da Pitchforkmedia gibi yaramaz, şımarık çocuk sınıfına sokuyoruz.

Albümde gerçekten çok başarılı çalışmalar var. Karşımızda dinlenmiş, uykusunu almış ve sakin bir Travis var. Ne yaptıklarını kesinlikle çok iyi biliyorlar. Francis ilk yıllarında çektiği söz yazma stresinden kurtulmuştu ancak şimdi bu konuda uzmanlaşmış diyebiliriz. Albümün başlangıcında en güçlü çalışmalarını ardı ardına koymuşlar ve ringe zaten dayak yemiş boksör gibi çıkıyorsunuz. Ancak albümdeki son üç çalışma da benzer oranda zayıf kalmış. Bu bir bakıma albümde dengesizlik yaratıyor. 48 dakikalık albümde 35. dakikaya gelip başa sardırmamaları gerekirdi.

Albümde dikkatimi çeken çalışmalara gelmeden önce albümde beğeni toplayan "Selfish Jean"'ın yoğun biçimde Cardigans esinlenmesi olabileceği hissi beni biraz üzdü. Umarım yanılıyorumdur. Ancak albümün genelinde Travis'in güçlü olduğu yanları vurgulamaya çalıştığını ve kimilerine göre hayal kırıklığı olan "12 Memories"'i unutturmayı hedeflediklerini söylemek mümkün. Unutmadan, Francis vokaline güvenini tam anlamıyla gösteriyor. "Battleships" bunun en güzel örneği albümde. Zamanında "Relationships are like battleships" dediğini de unutmamak lazım.

Albümde dikkat çeken çalışmalar:

1) 3 Times And You Lose
3) Closer
4) Big Chair
5) Battleship
6) Eyes Wide Open
7) My Eyes

Travis'in Resmi Sitesi
Travis @ MySpace
Travis'in "Closer" adlı parçasının klibi @ YouTube
Travis'in "Selfish Jean" adlı paçasının klibi @ YouTube

18.5.07

Kısa Kısa Plaklar... (14)

Phonique - Bang (Dessous Limited, 2007)

Michael Vater, Phonique takma adıyla bize güzel müzik sunan nadide şahıslardan biri. Steve Bug'ın keşfi olup çoğunlukla Dessous plak şirketiyle bizlere uzanan bu ulviyet, yeni plağını da Dessous'nun çatısında yeni kurulan Dessous Limited'dan çıkardı.

Plakta tek çalışma var, o da "Bang". Phonique'in insani mutlu eden minimalist house ve deep house karışımından güzel bir örnek teşkil ediyor. Vuruşlar aslında bu iki türe oranla oldukça keskin. Melodi de melankoli katıyor. Ama geneline bakıldığında yeni bir plak şirketi açısından iyi bir başlangıç. Bu arada not etmeden geçmeyelim, Phonique'in yine Dessous etiketiyle çıkacak yeni albümü "Good Idea" da elime ulaştı ve inceleyeceğim. Albüm 2 diskten oluşuyor ve ilkinde 14 yeni çalışma var. 2. disk ise mixlenmiş 12 yeni çalışmadan ibaret ve limitli sayıda dağıtımda ikincisi.

Ambivalent - R U OK (Mnus, 2007)

Richie Hawtin'in köklerini saldığı minimalizm ağacı Mnus meyvelerini vermeye devam ediyor. Clever Music'in keşfi JPLS'i bünyesine kattıktan sonra yeni meyvesi Ambivalent (Kevin McHugh) da ilk plağını çıkardı. Aslında Ambivalent'in hikayesi 2004'te Plastikman'in canlı performansının hazırlanmasında ön plana çıkmıştı zaten. Ondan önce de Carl Craig, Dimbiman, Thomas Brinkmann, Ryoji Ikeda gibi isimlerle çalıştı. New york kökenli önemli bir müzikal yetenek olarak daha çok adını duyacağız.

Plağa gelince. Plak "R U OK" adlı çalışmayla başlıyor. Tanıtım klibi plaktan önce YouTube'a düştü ve aklım da düştü. Minimalist teknonun çok başarılı bir örneği. Almanya'daki minimalizm akımı sapıtırken Mnus'un öze dönüşü memnun ediyor. Güçlü vuruşlar, fonda gidip gelen psikolojik bir melodi. Üstte ise inanılmaz bir vokal. Plağın 2. çalışması "R U OK"'in acapellası. B yüzündeki ilk çalışma "Indecision" aksak melodi vuruş bileşimiyle başlıyor. Depresif melodi yine iş başında. Vuruşlar güçlü. Biraz daha hareketli ve dans pistlerine uygun ilk çalışmaya göre. "Nuggets" ise alt güçlü vuruşların üzerine aksayan tiz vuruşlardan oluşuyor. Sonradan üzerine erken plastikman dönemi acid melodilerinin benzeri geliyor. Etkileyici.

Vandal - Idiots (Lot49, 2007)

Sam Ewans'ın projesi Vandal breakbeat dünyasında sakince ilerleyen ama sağlam adım atan isimlerden biri. Uzun zamandır prodüksiyon yapıyor ancak DJ'liğiyle çok daha fazla ön planda. Lot49'la çalışıyor olması ise yeteneğini açıkça gösteriyor. Lot49 aksak ritm baz alındığında dans pistlerini yıkmak amacıyla kurulmuş ve bunda çok başarılı olan bir plak şirketi.

Plakta "Idiots" adlı parça var, hem orjinal hem de Audiojack düzenlemeleriyle. "Idiots"'in orjinali güçlü bir progresif breakbeat. Güçlü vuruşlar, 2 step'e yakınlığı ile dikkat çekiyor. Üstteki melodi ise yakıp yıkıyor. Yüksek sesle dinlendiğinde tehlikeli. "Idiots (Audiojack Remix)" 4 4'lük vuruşlarla başlıyor. Dans pistlerini yıkmak için özenle hazırlanmış. Vuruşların üzerine mükemmel yerleştirilmiş bir melodi ve ses kesitleri. Vokal tamamen kesilip biçilmiş. Ellerine sağlık Audiojack.

17.5.07

Derleme Albümler... (3)

Wighnomy Bros & Robag Wruhme - Remikks Potpourri 2 (Mute, 2007)

Wighnomy Brothers ve Robag Wruhme 2005 yılında çıkardıkları ilk düzenleme albümlerinin başarısından sonra yenisiyle karşımızdalar. Aslında Wighnomy Bros (Brothers) Gabor Schablitzki ve Sören Bodner'den oluşuyor. Gabor zaten Robag Wruhme'nin kendisi. Yani düzenlemeler Wighnomy Brothers*1,5 gibi bir yapıya ait.

Albümde Gabor ve Sören'in başarılı düzenleme tekniklerinin hakkını veren sonuçları yer alıyor. Minimalizme yakın ancak doğruyu söylemek gerekirse minimalist olmaya çalışan tech house denebilecek türde çalışmalar var.

Albümdeki en başarılı düzenlemeler:

2) Royksopp - Beautiful Day Without You (Wighnomy's Und Robag's Spekkfakkel Remix)
3) Jean-Paul Bondy - Something Is Not Right (Robag Wruhme's Fukkeldibobb Remake)
6) Ellen Allien & Apparat - Way Out (Robag Wruhme Vati Mafonkk Remikks)
7) Underworld - Play Pig (Wighnomy & Robag Wruhme Moosmutzel With Melody Remix)

VA - Back 2 Mine By Röyksopp (DMC World, 2007)

Daha şimdiden efsaneleşen Back 2 Mine serisi bu konumunu daha da sağlamlaştırmak için 25. adımını Röyksopp ile attı. Torbjorn Brundtland ve Svein Berge'den oluşan Röyksopp son dönemde Norveç'ten, hatta İskandinavya'dan çıkıp gelen en başarılı electro pop grubu olarak anılıyor. İlk başta "Melody A.M." albümleriyle 2002 yılında büyük bir başarı yakaladılar ve sonra da 2005 yılında "The Understanding" ile kendilerini iyice kanıtladılar.

Röyksopp bu albümde yıllardır yanlarından ayırmadıkları çalışmaları tek potada toplamış. Elbette Röyksopp'un müzikal zevkini anlamak açısından önem teşkil etmesinin yanında müzikal olarak da disko ve funk'ı birleştiren, bizi 1960'lardan çıkıp 2000'lere getiren bir serüven. Back 2 Mine serisini kaçırmayanlar için çok önemli bir eser. Daha bu seriyle tanışmamış olanlar için de biçilmiş kaftan.

VA - Mixmag Presents Claude VonStroke - The Beats Of Sanfran Disco (Mixmag, 2007)

Claude VonStroke 2006 yılında başladığı inanılmaz yükselişini 2007'de de devam ettiriyor. San Francisco'nun en dikkat çekici tech-funk plak şirketi Dirtbird'ün de sahibi olan Claude, şimdi de karşımıza tüm gücüyle en iyi bildiği noktadan çıkıyor.

Mixmag dergisinin serisinin bir ürünü olan bu derleme albümde disko ve funk açısından çok güzel bir hava yakalanmış. Dinleyici de 52 dakikalık mixlenmiş bu albümde bunu tamamen hissediyor. Zaten albümde CVS'nin elini sürdüğü 4 parça var toplam 15'in içinden.

Albümü dinlerken dans etmek ya da en azından ritme uygun biçimde nispeten sallanmak farz. Bu noktada parça seçimi çok etkili olmuş. İlk 2 parçayla başlayan ısınma turu 3. çalışmayla direk moda giriyor. Daha sonra da bu sıcak hava dalgası dinmek bilmiyor. Bir saatten bir gıdım kısa olan ama bu süreyi pür eğlenceyle geçirmenizi sağlayacak bir albüm.

16.5.07

10.000 Km Bakımı

Aslında bu yazıyı yazmayı ne zamandır düşünüyordum ama bu işi 10.000 hite ulaşacağım zamana bıraktım. E ulaştığımıza göre artık fikirlerimi dile getirmenin zamanı geldi. Başlıklar halinde düzenleyeceğim ki daha kolay olsun okuması.

Proodos gezegeni Big Bang Teorisi:

Her şey müzikle başladı. Aslında 1998'den beri kendi kendime haftalık yazılar yazıp, albümler veya plaklar inceleyip Internet'ten arkadaşlarımla paylaşıyordum. Derken bu zamanla gelişti ve daha düzenli hale geldi. Hiç sıkılmadan dinlediklerim hakkında yorum yaptığım yazılar yazıyordum ve daha sonra Mabbas efendi bir gün gelip Trendsetter'ın Noize ekinde yazmamı teklif etti. Daha geniş kitleye ulaşma amacıyla adını Mabbas'ın koyduğu Dinleme Parkı köşesine başladım. Bu köşede bir önceki ayın çeşitli türlerde en beğendiğim çalışmalarını derledim ve paylaştım. Mabbas'ın Dinamo FM'deki programına ayda bir konuk olarak bu çalışmalardan seçtiklerimi çaldım. Arkasından yaptığım röportajlar geldi dergide ve ardı arkası kesilmedi.

Bundan sonra da 2005-2006 sezonunda Indigo'da düzenlediğim Spektrum Nights geceleri ile alakalı yazılarım başladı Livingindigo dergisinde. Daha sonra Misak Tunçboyacı'nın 3 aylık yoğun baskısı altında blog kurmaya karar verdim. Bu üç aylık sürede de nasıl bir blog kurmam gerektiğini ve içeriğinin nasıl olması gerektiği üzerine düşündüm. Undomondo gibi Türkiye'den çıkan çok başarılı bir Ingilizce içerikli müzik bloğu olduğundan ve Türkçe içerikli müzikle alakalı albüm inceleme sitesi sınırlı olduğundan ana dilimize odaklanmayı uygun gördüm.

Proodos'ta Atmosferin ve Canlıların Oluşum Süreci:

Bloğu kurmaya karar vermek ayrı ancak içini doldurabilmek ayrı. Trendsetter nasılsa telif hakkı vermediğinden burada yayınladığım yazıları özgürce kullanabilme hakkı elimde vardı. Ancak elimdeki hazır içeriği temel almak yerine tercihim yeni içeriklere ağırlık vermek oldu ve her zaman yaptığım gibi yeni çalışmalara odaklandım. Albümler, plaklar ve derleme albümler üzerine inceleme çalışmaları yaptım ve bunları paylaştım. Bunlar içinde kendilerine özgü seriler de kurdum belirli bir düzen sağlamak amacıyla.

İlk başlarda insanların ilgisi kolay olmadı. Çevreme geniş biçimde tanıtabildim ancak genele ulaşmak ve insanlara farklı müzik türleri hakkında bilgi verme hırsı daha çok çalışmamı sağladı. 3 ay boyunca bloğa her gün 1 inceleme koydum ve tepkileri aldım. Bu noktada anketler yaparak insanlardan beni yönlendirmelerini de sağladım. Haftada 7 yazının okur açısından ağırlık yarattığını fark edince de bu yazı sayısını 3-4'e düşürdüm.

Proodos'ta hangi canlılar oluştu ve niye?

Proodos'ta yer alan albümler ve incelemeler benim öncelik verip dinlediklerimden oluşuyor açıkçası. Ancak müzikal açıdan zevkimin tanımı olan "Notası olan her şeyi dinlerim" mantalitesiyle blogda yer alan türler zamanla geniş bir spektruma yayıldı. Elektronik müzik üzerine yoğunlaştığım Trendsetter'ın Noize ekinden sonra bu bir nebze farklılık yarattı. Ancak tepkiler iyi oldu. Çok hakim olmadığım türlerde, örneğin caz, Harun İzer gibi bu işin bilgililerinden yardım aldım. En olmadı Google yardımıma koştu.

Nedir Proodos'ta hayatın anlamı?

Proodos'u kurma amacım insanlarla farklı müzikleri paylaşabilmek ve bunlar hakkında insanlara doğru ve yansız bilgiler verebilmek. Yansızlık konusunda müziğe olan aşırı tutkum sebebiyle bazen sınırları aşıyorum ancak elimden geldiğince kendimi kontrol altına almayı deniyorum. Bunun yanında benim için en önemli şey Türkiye'de insanların kendi dillerinde okuyacakları ve açıp baktıklarında kendi zevklerine uygun bir şeyi illa bulabilecekleri geniş bir inceleme platformu yaratmak. Bu elbette kolay değil. Hele bir kişinin altından kalkabileceği bir iş değil. Ancak şimdilik bununla yetinmek gerekiyor.

Proodos'u neler bekliyor? Küresel ısınma Proodos gezegenine ne yapacak?

Proodos'u aslında çok şey bekliyor. Tee ne zaman önce yaptığım bu yazıları daha doğru bir bakış açısı ve sunumla düzgün bir site altında toplama anketi vardı. Bu anketin sonucu da benim isteklerimle aynı çıkmıştı. Ancak benim teknik altyapı konusundaki bilgimin basit Html kodları seviyesinde olması ve bu işe benim kadar baş koymuş birini henüz kafakola alamamış olmam sebebiyle hala bu noktada bir çalışma yapamadım. Ama elimde planlarım var. Site yapısı da kafamda ve kağıtta hazır. Umarım olur.

Benim Proodos gezegeni sakinlerinden beklentilerim neler?

Ey ahali. Okuduğunuz ve dinledikleriniz hakkında tepki verin. Tepkisiz kalmayın. Cidden bana özelden mail atmak ya da gtalk/msn'den mesaj göndermek yerine oraya tepkiler yazılsa insanlar daha bir çok şey paylaşabilir. Bu konuda bütün tanıdıklarıma ısrarlı davranıyorum ama sonuç kısıtlı. Kafama en çok taktığım konu bu açıkçası. Hayır ben emek veriyorum bari siz de iki tuşa basın da yorum yazın gibi bir ukalalıkla alakam yok. Ama iyi ya da kötü yorumların olması gerektiğini düşünüyorum. Dinlediğiniz bir şey hakkında bir yazı okuduğunuzda illa katıldığınız ya da itiraz edeceğiniz şeyler vardır. Sessiz kalmayın!

Sonuç:

Buraya ne yazacağımı bilmiyorum ama bakalım. Proodos, Undomondo, Deuss Makina, The Modernrok, Revep, Websitesi ve benim bilmediğim birçok blog çok büyük emekler harcanarak devam ettiriliyor. Hiçbirinin kar amacı yok ve bu sebeple de destek bekliyorlar. Ben gidişattan gayet memnunum. Umarım ileride hem daha eli yüzü düzgün bir siteye taşıma hayalim, hem de insanların tepki vermesi konusu sonuca ulaşır. Bundan sonraki 30.000 Km bakımında görüşmek üzere.


Notasız gününüz geçmesin,

Sühan Gürer

15.5.07

Rufus Wainwright - Release The Stars (Geffen, 2007)

Rufus Wainwright 1973 doğumlu, Amerika asıllı Kanadalı bir sanatçı. Aslında bu yılın Nisan ayına kadar kendisinden haberim yoktu ancak gideceğim için Rock Werchter festivalinin listesinde gördüğümde kendisiyle tanıştım ve o zamandan beri de dinliyorum güzel müziklerini.

Rufus Wainwright farklı bir tarzda müzik aleminde yerini alıyor. 6 yaşında piyano çalmaya başlayan, 12'sinde ailesiyle birlikte turneye çıkan Rufus, 14 yaşında yazdığı bir şarkıyla Genie Awards'da en iyi çalışma ödülüne aday oldu. Daha o günden gelecek açısından önemli sinyaller veriyordu ve sürekli üzerine bir şeyler katarak bugüne kadar geldi.

Gençlik yıllarında homoseksüelliğini açıklayan ve daha sonra Hyde Park'ta tecavüze uğradıktan sonra uzun süre cinsellikten tamamen uzaklaşan Rufus bu süre boyunca hislerini tamamen müziğiyle dışavurdu. Bu dışavurum da gerçek hayatında hissedemediği romantizmi ve duygusallığı müziğine yansıtarak karşılık buldu.

Rufus 1998 yılında kendi adıyla çıkardığı ilk albümde beklediği/hakettiği ilgiyi göremedi. Ancak bu bir adım oldu ve 2001'de çıkardığı "Poses" albümüyle Amerika'da listelerde 117. sıraya yükselerek kendini gösterdi. 2003'teki "Want One" ve 2004'teki "Want Two" ile yine ilk 100 sınırına dayanan Rufus bu düzenli başarısı sayesinde adını geniş kitlelere duyurdu ve ortaya çıkardığı kaliteli işlerle adından söz ettirdi.

Rufus'un temel tarzı senfonik pop olarak nitelenebilir. Öğrenimi sırasında ilgi duyduğu klasik müziğin prodüksiyonlarında çok büyük bir etkisi var. Country de yer yer tınılarda kendine yer buluyor arka planda olsa da. Müzikal anlamda zengin, birçok farklı esntrümanın yer aldığı çalışmalar sergiliyor ve bu özelliğiyle kulağı dolduran, dinlerken insana mutlaka seveceği bir yön bulduran bir hali var.

Yeni albümü bugün itibariyle piyasaya çıkıyor. Albümde genel tarzından ödün vermeden hayata olumlu bakan çalışmalar ağırlığını koymuş. Sözler oldukça etkileyici. Duygusallık yönünden ağır basan yönleri var ve Rufus'un yaşadıkları düşünülünce bu da çok doğal. Ancak yaşadıklarını böylesine olumlu yönde hayata yansıtan birini takdir etmemek elde değil.

Albümde piyano, gitar ve kemanın ağırlığı hissediliyor. Bu da temelde duygusallık konusunda yoğun vurgulamalara neden oluyor. Özellikle "Not Ready To Love" adlı çalışması beni benden aldı.

Hani abartmak gibi olmasın ama albüm çok güzel. Şöyle sakin bir pazar sabahı dinleyecek en güzel yeni albümlerden biri kesinlikle. Albümün yarattığı etkin romantizm havası eminim tüm gün üzerinizden kalkamaz.

Albümdeki başarılı çalışmalar:

2) Going To Town
4) Nobody's Off The Hook
5) Between My Legs
6) Rules And Regulations
7) Not Ready To Love
8) Slideshow
10) Leaving Paris No 2
11) Sanssouci
12) Release The Stars

Rufus Wainwright'ın Resmi Sitesi
Rufus Wainwright @ MySpace
Rufus Wainwright Belçika'daki Cactus Festivalinde "Cigarettes And Chocolate Milk"i söylüyor @ YouTube
Rufus Wainwright'ın "Want One" albümü hakkındaki röportajı @ YouTube

14.5.07

Stephan Bodzin - Liebe Ist... (Herzblut, 2007)

Stephan Bozdin, 2006 yılında bir anda kendini elektronik müzik dünyasının göbeğinde bulan bir isim. Ardı arkasına patlayan plakları ile insanlara kendini tanıttı ve güçlü, hırslı tekno yorumuyla bir anda büyük bir dinleyici kitlesine ulaştı.

Açıkçası albüm için herkes çok bekliyordu demek zor ancak benim merakla beklediğim kesindi. Albüm hazırlığında olduğunu ilk öğrendiğim andan itibaren karşıma ne çıkacağını düşündüm. Birçok minimalist sanatçı albümlerinde daha çok deneysel çalışmalarına yer veriyorlardı ya da çıkardıkları plaklardaki çalışmaları topluyorlardı. Bundan korkuyordum da denilebilir.

Cevap ne oldu derseniz "Kerosene" adlı çalışmanın haricinde albümdekilerin hiçbirini daha önce dinlememiştim. Ayrıca deneyselden de bir hayli uzaklar. Normal Stephan Bodzin tarzının örnekleri hepsi ve bu da alabildiğine sevindirici bir şey.

Albümde tok, güçlü ve kararlı vuruşlar var. Bunun yanında bazı çalışmalarda geniş, uzaysı melodiler, bazılarında ise daha kesik, sert melodiler var. Ayrıca ses kesiti kullanımıyla da birçok melodisel yaklaşımlarda bulunmuş. IDM'den gelen bu özellik farklı türlerde çalışmalar yapan birçok prodüktöre de sirayet etmiş durumda. Synth melodiler ise tamamen destek amacıyla etkin biçimde kullanılmış.

Albümün neredeyse tamamı bir setin içinde kullanılabilecek kalitede. Bazıları ise setin en can alıcı yerinde insanları çıldırtmak için koyulabilir. Albümün genel kalitesi üst düzeyde diyebilirim.

Albüm açısından sevindirici bir özellik de ne olduğunu bilen bir müzik. Son dönemdeki minimalist tech-house sapıtmalarından uzak. Tekno ağırlığında bir minimalist yaklaşım. Zaten en başından beri kendi türü olarak bunu benimseyen Bodzin'den istikrarlı bir bakış açısı.

Albümde en beğendiğim çalışmalara gelince:

1) Mondfahrt
2) Planet Ypsilon
3) Liebe Ist...
5) Turbine
10) Leuchtraft
11) Vendett

Çalışmaların ses kesitleri Juno Records'dan alınmıştır.

Stephan Bodzin'in Resmi Sitesi
Stephan Bodzin @ MySpace
"Liebe Ist..."'in ilk tanıtım klibi (Mondfahrt) @ YouTube
"Liebe Ist..."'in ikinci tanıtım klibi (Sonnenwind) @ YouTube
Stephan Bodzin Live @ Minimal, Nice (19.01.2007) @ YouTube (08:21)

13.5.07

Klaus Schulze Röportajı

Elektronik müzikte deneyselliğin ve çok enstrümanlılığın öncülerinden biri olan Klaus Schulze ile doğum gününde bir röportaj yapma imkanı bulduk. Kendisi 2 yıldır bir hastalıkla uğraşmasına rağmen eski enerjisinden ve iğneleyici sözlerinden hiçbir şey kaybetmemiş. Büyük bir efsanenin kendi dilinden hayata ve müziğe bakış açısı için okumaya devam edin.

SG – Bir Rock grubunda baterist olarak müzik hayatınıza başladınız ve daha sonra “Tangerine Dream” adlı grup geldi. TD’de eletronik rock ve deneysel müziklere ağırlık verildi ve bunlar yer yer new age ögelerle birleştirildi. Bunu benzer bir tarzda Ash Ra Tempel grubu üyeliğiniz izledi. Kariyerinizin erken dönemlerinde akustik rock’tan elektronik rock’a yönelmenizdeki etkenler nelerdi?

KS – İlk olarak “Psy Free” adlı, gitar, klavye ve bateriden oluşan bir rock grubunda çaldım. Aslında daha önce gençken, ki bu aslında sayılmaz ama, temel olarak hep beat müziğine ilgi duydum.

TD’de biz her şeyi çaldık. Punk’tan deneysele ve hatta çok uçlara kadar. Ama kesinlikle bugünün moda tabiriyle “Ambient” denen müzik tarzı değildi çünkü çok farklıydı. Ayrıca o dönemlerde esinlenecek tek şey moda olan Broetzmann’in “Free Jazz”iydi.

TD’deyken sürekli yeni ses ve enstrüman arayışım başlamıştı. O zamanlar çok basit aletlerden karmaşık sesler çıkarmaya çalışıyordum ve henüz synthesizer’lar yoktu. Örneğin TD konserlerinden kasetleri tersten çalmayı deniyordum ve Edgar (Edgar Froese, TD’nin kurucularından ve hala grupta kalan tek kurucu üye) bunu hiç sevmiyordu, o basit bir davulcu istiyordu. Unutmadan söyleyeyim o inanilmaz bir Hendrix hayranıydı. Berlin’deki bir Hendrix konseri için alt grup olmuştuk ve eminim bu Edgar için unutulmaz bir gündü.

Ash Ra Tempel ile çok daha güçlü hale geldi yaptığımız müzik. Grubun ilk albümünden “Amboss”’u dinleyin anlarsınız. Ash Ra Tempel’da deneylerimde daha özgür oldum. Birçok konserde ve kayıtta davul haricinde değişik, garip sesler kullandım.

Bir yıl sonra kafamdaki fikirleri tek başıma daha iyi yapabileceğimi düşündüm ve Ash Ra Tempel’dan dostça ayrılıp ilk solo albümüm için çalışmaya başladım. Aslında bunda hiç davul yoktu çünkü davullardan biraz sıkılmıştım açıkçası, özellikle de rock davullarından.

SG – Bu dönemden sonra solo kariyerinize başladınız ve synthesizerın da gelmesiyle efsanevi “X” ve “Moondown” albümleriniz geldi. Bu dönemde nelerden esinlendiniz ve synthesizerın getirdiği değişim ne oldu?

KS – Evet. Sanatçılara yöneltilen klasik soru. Nereden esinlendiniz? Aslında bilmiyorum, ya da hatırlamıyorum. Yaklaşık 30 yıl geçti. Herhalde özel bir şey yoktu. Hayattaki milyonlarca şeyden biri. Mutluluk, üzüntü, sıkıntı halleri, şans, yalnızlık, dostluk ve müzikten para kazanma hayali. Siz müzik severler bunu hep atlıyorsunuz değil mi? (SG – Evet)

Elbette piyasaya çıkan ilk synthesizerı aldığımda birçok fikrimi kasede kaydetme imkanı sağladı. Bana ilham kaynağı da oldu. Bana çok yeniydi ve nasıl çalıştığını, bana ne katkı sağlayacağını öğrenmem gerekiyordu. Bu deneme ve öğrenme sürecinde fikirler otomatik olarak gelişiyor.

SG – Stüdyonuzda çok fazla sayıda enstrüman kullanıyorsunuz. Enstrümanların zaman içindeki gelişimi sizi nasıl etkiledi?

KS – Elbette stüdyomda sunulan en iyi aletleri kullanıyorum. Elektronik müzik açısından düşünürsek tüm enstrümanlar çok büyük bir hızla gelişti. Her yıl yeni bir synthesizer çıkıyordu. Birçoğu öncekilerin kopyasıydı ve çabucak silindi ama bazıları da kalıcı oldu. Analogdan dijitale geçiş ise inanılmaz bir andı. Bana göre bir devrim! Yine yeni baştan öğrenmem gerekti tabii.

Tek umduğum şey müziğimin de evrim geçirdiği. Bence bunu sadece aletlerin gelişimine bağlamak biraz haksızlık olur ama. Sonuçta bu aletler kendi başına müzik yapmıyor ve hala onları çalan ya da programlayan birine ihtiyaç duyuyorlar. Bence hiçbir kemancıya her albümde daha iyi kemanınız olduğu için mi kendinizi geliştirdiniz diye sorulmamıştır. Şaka bir yana bence eski sanatçıların bu denli ön plana çıkmasının sebebi o dönemi yaşamamız ve içinde öğrenmemiz. Synthesizerlar günümüzün gençleri için bilinmeyen, dipsiz bir kuyu gibi. Bunlardan kaçı piyano çalmayı bilir veya kaçı İngiliz kornosu neye benzer haberi vardır? (KS notu: İngiliz kornosu, “Cor Anglais”, ne İngilizdir ne de korno) (SG – “Cor Angle” yani açılı korno daha sonra zamanla “Cor Anglais” şeklinde değişmiştir. Aslen İngilizlerle hiç alakası yoktur)

SG – Müzikte yeni şeyler aradığınız süreç boyunca sürekli parçalar yapmak yerine senfoni benzeri çalışmalar yaptınız. Bu duygularınızı anlatırken size daha mı uygun?

KS – Açıkçası bir müzik parçası yaratmakta yavaş olduğumu kabul etmeliyim. Pop şarkıcılarının tüm şarkıyı çıkardığı sürede ben bir introyu hazırlayamıyorum. Kısa şarkıların sempatik melodileri hiç de bana göre değil. Senin sözünle senfoni benzerleri bana daha çok uyuyor. Elbette pop dinlemeyi de seviyorum ama sanatçı olarak ben onları yapamam.

SG – Elektronik müziğin birçok farklı türünü denediniz. Bu türleri farklı elementlerle birleştirdiniz. Örneğin opera sanatçılarıyla çalıştınız. Bu açıdan insan sesinin müzikalliği hakkında ne düşünüyorsunuz?

KS – Evet 1974’te çıkan “Blackdance” albümüm için opera sanatçılarıyla çalıştım. 20 yıl sonra kendi operam “Totentag” için de çalıştım. Totentag zamanında diğer albümlerim için de operadaki seslerden oluşan parçaları kullandım. Hepsi bu ve tüm çalışmalarımı düşünürsek çok da fazla değil. Genel olarak sesleri sadece melodisel kullanırım. Bir şarkıcının ağzından çıkan sözler beni pek ilgilendirmez. Totentag için tüm sözleri bir başkası yazdı. İnsan sesi içeren diğer albümlerim için ise Alman tescil yetkililerine sadece müzikal sözler deme özgürlüğünde bulundum. Ben onları öyle algılıyorum ve kullanıyorum. Bazen hayranlarım sözlerdeki anlamı çıkarmaya çalışıyor. Uğraşmayın çünkü gerçekten çok anlamsız.

SG – Elektronik müziğin günümüzdeki durumu hakkında ne düşünüyorsunuz? 70’ler ve bu günler arasında ne gibi farklılıklar var?

KS – Bu çok büyük bir soru. Ama cevabını biliyorum. Çünkü oradaydım ve hala buradayım. Ama ben sanatçıyım yazar değil. Yine de 1978’de ucuz Kork synthesizer’ları ilk çıktığında TD ve Klaus Schulze yerleşmiş isimlerdi ve birçok kopyalarımız türedi. Başlarda bazılarına yardım da ettim, onlara plak şirketleri kurdum ve kendi paramla albümlerini yaptım. Sürekli daha fazla demo geliyordu ve bir süre sonra bu ikinci jenerasyonun müziğe katabileceği şeylerin sınırlı olduğuna kanaat getirip uğraşmayı bıraktım. Şimdilerde TD ya da benden habersiz bir elektronik müzik jenerasyonu var ve bu bir bakıma olumlu. Birçoğu çok başarılı ve yeni sesler yaratıyorlar. En azından bizi artık kopyalamıyorlar. Rahatım.

SG – Sizin gibi sanatçılara her zaman “Karl Heinz Stockhausen” sorulur. Kendisi aslında elektronik müzik sanatçılığından ziyade bir teorisyen. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

KS – Sen kısaca söyledin. Aynen katılıyorum.

SG – Geçmişiniz geleceğinizin aynasıdır dersek büyük, güzel ve etkileyici kariyerinize bakınca neler düşünüyorsunuz?

KS – Açıkçası geçmişten ziyade geleceğe bakmayı seviyorum. Hafızam kötü ondan da olabilir belki. Bazen röportajlarda bana “Timewind” albümümü sorarlar ve yanlış yıl söylerim. Daha sonra da yayıncım beni düzeltir hep yaptığı gibi. Şu anda eski sınırlı sayıda basılan albümlerimin yeniden piyasaya sürülmesiyle uğraşıyorum. Bazı düzenlemeler yapıyorum. Yeni çalışmalara da göz kırpıyorum.

11.5.07

Klaus Schulze - Twin Towers of Ambient 2

1968’de 21 yaşındayken başlayan ve 38 yıldır dur durak bilmeden süregelen bir profesyonel müzik hayatına sahip Klaus Schulze (KS). Geride bıraktığı 100’den fazla albüm ve elektronik müziğe katkıları sebebiyle çoktan efsaneler arasında yerini aldı.

Rock gruplarında baterist ve bas gitarist olarak başlayan amatör müzik yaşantısı daha sonra onu electronik rock gruplarında davulculuğa götürdü. Tangerine Dream ve Ash Ra Tempel gibi kült grupların kurucuları arasında olan KS daha sonra deneyselliye olan merakı sebebiyle 1971 yılında solo kariyerine başladı. 1972 yılında synthesizerla ilk tanışmasını yaptı ve bunu “Irrlicht” albümü izledi. Albüm Almanya’da büyük yankı uyandırdı ve KS ismi tek başına tanınmaya başladı.

1970’li yıllar boyunca “Blackdance”, “Timewind”, “Moondown”, “Mirage”, “X” gibi çok önemli albümlere imza atan KS, bu dönem içerisinde Far East Family band adı altında 2 adet albüm çıkardı. Bu albümlerde ise çalıştığı klavyeci daha sonra “Kitaro” adını alarak ününü tüm dünyaya duyurdu. KS 1970’lerin sonlarında kendi plak şirketi “IC”’yi kurdu ve albümlerini buradan çıkarmaya başladı. “Richard Wahnfried” takma adıyla ilk albümünü de 1979 yılında çıkaran KS deneyselliğe verdiği önem, çok enstrümanlı üretim tekniği ve zamanının ötesinde müzik arayışı sebebiyle bu dönemde Almanya’nın en önemli prodüktörleri arasında yerini aldı..

KS 1980’lerde de aynı hızla eser vermeye devam etti. Bu arada KS 3 filmin müziğini yaptı ve farklı bir alana da el atmış oldu. 1986 yılında hakkında bir kitap yazılan KS, Almanya’da o güne kadar yaptığı müzik çalışmaları sebebiyle çeşitli ödüller aldı.

1990’lara gelindiğinde ise KS artık Almanya’da yaşayan bir efsaneydi. 10 bin kişilik konserleri, bu konserlerde verdiği canlı performansları içeren albümler izledi. Bu performanslar arasında özellikle Köln katedralinde ve Royal Festival Hall’da (Sonradan Royal Albert Hall adını aldı) verdiği konserler büyük yankı uyandırdı. 1994 yılında “Totentag” operasını besteleyen KS, 1995’te elektronik müzik açısından bir devrim yaratan Robert Moog ve rock müziğin efsanesi Pink Floyd ile özel toplantılar yaptı.

1990’ların 2. yarısında yayınladığı 10’arlık albüm setleri Silver Edition, Historic Edition ve Jubilee Edition inanılmaz bir satış rakamına ulaştı ve piyasaya çıkan setler 1 ay gibi kısa bir sürede tükendi.

2000’lerin ilk yarısında da albüm ve konser çalışmalarına devam eden KS, 2005 yılında ciddi bir hastalığa yakalandı. Bundan sonra albüm çalışmalarına ara verdi ve hastalığının tedavi süreci başladı. 2006 yılının başından itibaren durumu çok iyiye giden KS, albüm çalışmalarına yeniden dönme kararı aldı. Bundan kısa bir süre sonra da Qwartz tarafından “Prix D”Honneur” ünvanına layık görüldü.

Klaus Schulze elektronik müziğe getirdiği deneysel ruh, bu ruhun ortaya çıkardığı yenilikler, üretkenliği ve hayata karşı kendine has alaycı tavrı sayesinde tüm dünyaca tanınan bir sanatçı olmayı başardı. Klaus Schulze her ne kadar bu ismi sevmese de günümüzde “Ambient” olarak adlandırılan müzik tarzının gelmiş geçmiş en önemli ismi olmayı başardı..

8.5.07

Peter Kuhlmann Aka Pete Namlook Röportajı

Elektronik müziğin önemli kollarından biri olan “Ambient” tarzının günümüzde belki akla gelen ilk isimlerinden biri olan Peter Kuhlmann aka Pete Namlook ile geçmişi, geleceği, müziği ve hayatı hakkında zevkli bir röportaj yapma imkani buldum. Türkiye’de de Burhan Öcal’la projesi sebebiyle daha çok tanınan bu önemli prodüktörü daha yakından tanıma fırsatı bulabilirsiniz.

SG – Aslında röportaj isteğimi kabul etmenizden sonra bir süre ne soracağım hakkında kafamı toplamam gerekiyordu çünkü soracak çok soru var. Aklıma ilk gelen soru ile başlayalım. “Ambient” tarzı söz konusu olduğunda çok önemli bir yeriniz var ve Almanya’da bu müzik tarzının bir bakıma öncüsüsünüz. 1992 yılında sizin çıkardığınız albümleri büyük risk olarak görenler bugün yaptığınıza saygı duyuyorlar. “Pete Namlook” nereden geldi? Müzikal ve zihinsel olarak bu proje nasıl gelişti?

PK – Caz, Soul ve Elektronik müzik geçmişim ile başladı her şey. Ama kapıyı açan anahtar 16 yaşındayken Türkiye’ye yaptığı 6 haftalık gezi oldu. Klasik Türk müziği ve arabesk altyapısına o anda tutuldum. Daha sonra da bu tınılar asla beni bırakmadı. Oryantal müzik, bu şekilde adlandırırsak, her zaman aklımdaydı ve bunu kafamdaki elektronik müzik yapısıyla saygın bir şekilde birleştirmek ilk hayalimdi.

O zamanlar müzikten para kazandığım söylenemez. Fakat Türk müziği hakkında hatıralarımı hep canlı tuttum ve her imkanım olduğunda bu altyapıyı uygulamaya döktüm. 9 ay boyunca Türk düğünlerinde çaldım ve çoğu zaman düğünde yabancı uyruklu bir tek ben vardım. 500-1500 Türk’ün karşında ben ve Türklerden oluşan grubum. Bu çok büyük bir tecrübeydi.

İlk Jazz-Rock-Fusion grubum “Romantic Warrior”u kurdum ve grupla performanslarımızda sürekli birkaç Türk ezgileriyle süslenmiş parça da çaldım. Fakat kendimi yalnız hissediyordum çünkü grubun diğer elemanları benim yaşadığım tecrübeyi yaşamamışlardı ve benimle aynı hisleri paylaşmadılar.

Daha sonra Fax’ı kurdum ve onunla birlikte Peter Kuhlmann ufak bir fonetik oyunla Namlook’a döndü. (Kuhlmann’ı İngilizce tersten okuyunca Namlook ortaya çıktı)

SG – Fax birçok kişiye göre dalının en iyi plak şirketi ancak bir konu var ki soru işaretleri doğuruyor. Çıkan tüm albümler sınırlı sayıda basılıyor. Bu bir bakıma olumlu ancak özellikle Türkiye’deki insanları göz önünde bulundurursak albümlere ulaşmak çok zor bir hal alıyor. Bu sınırlama nereden geldi ve gelecekte de devam edecek mi?

PK – Önce iltifat için teşekkür edeyim. Bence birçok kaliteli plak şirketi var ancak onların çoğu Türk ve doğu müziğinin büyüleyici özelliğini keşfedemediler.

Sınırlama ise müziğimizin bizim için değerinden kaynaklanıyor. Çıktığı an tükenme diye bir şey yok. Bizim popüler kaygılarımız yok. Bu sanatsal değerlerle alakalı ve açgözlü davranıp saygı duyduğum değerleri yıkmadan müzikten geçimimi sağlayabildiğim için de çok mutluyum.

Eğer insanlardan gelen talepler üst düzeydeyse o albümü Fax’ın altındaki bir plak şirketi olan “Ambient World”’den tekrar çıkartıyoruz ve bunda sınırlama yok ama orjinal sayısı hep o şekilde kalıyor. Ayrıca tüm parçalarım ITunes’da da yer alıyor.

SG – Burhan Öcal önemli bir Türk sanatçı. Onunla beraber “Sultan” adlı bir projeniz var ve bu projeden üç albüm çıkardınız. Onunla çalışmayı nasıl buldunuz ve bu “Sultan” serisi ileride de devam edecek mi?

PK – Bu seriye elbette devam edeceğiz. Burhan’la birlikte 3 albüm çıkardık. “Sultan”’la başladık, “Sulta Osman” ve “Sultan Orhan”’la devam ettik. İlk iki albüm “Ambient World”’den tekrar yayınlandı talep üzerine.

Burhan’la çalışmak muhteşem bir duygu. İnanılmaz bir performans sergiliyor ve birkaç enstrümanı çalabilenler arasında tanıdığım en iyisi. Ayrıca saygı duyulması gereken bir aktör. Aslında ona ilk “Türk Maximilian Schell” diyen bendim 1996 yılında ve o zaman aktör olabileceğine de inanmıyordu. Ancak onun canlı performansını seyrettiğinizde şovundaki o teatral vurgular inanılmaz ve sizi o anın derinliğine çekip götürüyor bu yeteneğiyle.

Elbette biz müzik sayesinde yakın dost olduk ve her yeni çalışmada mükemmele yönelen bir misyonumuz var. Misyonumuzun bir parçası da Türk müziğine ve kültürüne duyduğumuz saygı ile birlikte yöresel çalgılarla elektronik müziğin aynı duyguda birleşmesi. Osmanlı İmparatorluğu’nu fazla popülerliğe kaymayan modern bir şekilde tanıtmaya çalışıyoruz.

Bazıları onunla çalışmalarımda benim etkimin az olduğunu düşünüyor. Burhan bana gerekli tüm yapıtaşlarını veriyor ve ben de bunları düzenleyerek vermek istediğimiz duyguya en uygun hale getirmeye çalışıyorum. Elektronik olarak öne neyi çıkarmak gerekirse çıkarıyorum fakat genelde sonuç önemli. Burhan’ın inanılmaz yeteneği ve üretkenliği ile benim Türk müziğine bakış açım birleştiğinde ortaya güzel bir yemek çıkıyor.

SG – Burhan Öcal’ın yanında Bill Laswell, Richie Hawtin, Klaus Schulze, David Moufang, Tetsu Inoue, Uwe Schmidt (Atom Heart) gibi dünyaca ünlü diğer birçok sanatçı ile de ortak çalışmalarınız var. Bu çalışmalar nereden doğuyor ve nasıl şekilleniyor?

PK – Müzik dünyasında görünmese de her şey birbirine bağlıdır. Tanıdığınız insanlar başkalarını tanır, onlar da başkalarını. Bazen ben birine ulaşırım, bazen başkası bana, bazen biri bizi buluşturur. Her seferinde farklı oluyor.

Bir ortak çalışmaya başladığınızda önce bir süre geçmesi gerekiyor. Evlilik öncesi tanışma gibi burada birbirimizi tanımaya çalışıyoruz ve bakış açılarımızı öğreniyoruz. Ortak bir projede ortaya çıkan sonuç genel olarak ihtimallerin toplanmasından farklı oluyor. Bu da zaten asıl güzel kılan nokta. Ben ortak projelere çok açık olduğumdan da sürekli yeni projeler ortaya çıkabiliyor.

SG – Bir albüm hazırlarken ortak proje yapmanın etkisi nedir? Avantajı ya da dezavantajı var mı? Diğer sanatçılarla da Burhan Öcal’la çalıştığınız gibi mi çalışıyorsunuz?

PK – Her ortak çalışma farklıdır. Burhan’la çalışmalarımızda onun üretkenliği ve katkısı o kadar yüksek ki benim düzenlemeyi yaparken elimde çok büyük bir hazinem oluyor. David Moufang ile biz genel olarak stüdyoda canlı performans sergileriz ve her şeyi kaydederiz. Daha sonra o bunları CD boyutuna göre aranje eder ve bana da mastering ve sorround ayarlamaları kalır.

Ortak çalışmanın en büyük avantajı hız. Her zaman size “bu güzel” veya “işte bu olmadı” diyebilecek biri var. Yalnızken bunu kendinize söylemeniz, söyleseniz bile inandırmanız uzun sürebiliyor. Ayrıca diğer büyük avantajı ise bu çalışmaları yapmak çok ilginç. Her seferinde yeni bir macera, yeni bir kişi ve o kişiden öğrenilecek milyonlarca şey. Bundan güzel ne olabilir?

SG – Peki sizin Türkiye’deki hayranlarınıza söyleyeceğiniz bir şey var mı?

PK – Müziğimi dinlediğiniz için gerçekten çok memnunum. Türk ezgilerinden birer küçük parça alıp bunları popüler ama saygısız parçalar haline getirmek istemiyorum. Umarım Türk mziğine saygı ve sevgimi prodüksiyonlarımda yeterince doğru vurgulayabilmişimdir. “Sultan Murad” için de gözlerinizi dört açın diyebilirim.

Sühan Gürer 2006

6.5.07

Peter Kuhlmann Aka Pete Namlook - Twin Towers of Ambient 1

Peter Kuhlmann’ı herkes Pete Namlook olarak tanıyor ve bu ince fark da soyadının İngilizce olarak tersten okunmasıyla elde ediliyor. Pete Namlook’taki tek terslik de bu olsa gerek.

Aslında her şeyin başlangıcı 1992 yılı. Peter Kuhlmann adında bir genç esinlendiği mistik doğu müziği ki bunun temelini Türk müziği oluşturuyor, caz, elektronik ve soul müziklerinin bir potada eridiği çalışmalar yapmak istiyor ve bu yolda adım atıyor. Birçok şey deniyor ancak plak şirketleri ya fazla popvari, ya da fazla uçuk diyerek çalışmalarını kabul etmiyorlar. Bu arada DJ Criss’le birlikte yaptığı çalışmalardan “True Colors” Pascal Feos tarafından beğenilmemesine rağmen el altından 500 kopya satabiliyorlar. Bu onlar için bir umut ışığı oluyor. Sonra da DJ Criss Kuhlmann’ı Music Man’den biriyle tanıştırıyor. Üretkenliği had safhada olan bu genç doğrudan bir plak şirketi kurmaya ve çalışmalarını buradan yayınlamaya başlıyor. Kurduğu şirketin adı bugün Ambient tarzında bir efsane olan plak şirketi Fax.

Plak şirketi ilk kurulduğu zamanda 2 haftada bir yeni bir çalışma yayınlayabilecek kadar heyecanlı ve üretken Kuhlmann. Sürekli yeni aletler denemesi, sesteki değişimlere verdiği önem, farklı müzik altyapılarına duyduğu ilgi ve genel olarak bakış açısı sebebiyle dikkat çekmeye başlıyor.

Kuhlmann’ın plak şirketinin başlangıcı için sözleri ise şöyle: “Her şey çok zor oldu. Ancak plak şirketi başladıktan sonra bütün müzikal hayallerimi desteklediler ve asla benimle müziğim hakkında tartışmadılar.”

Kuhlmann’ın ilk çalışmaları genel olarak zamanın bugüne oranla çok daha farklı bir yapıda bulunan Techno türünde geldi. Fakat sürekli aklında daha sonradan “Ambient” olarak adlandırılan o müziğin beklentisi vardı. Dönmek istediği bu yönde ona eşlik eden ya da kapıyı açan kişi bu türde başka bir efsane olan Dr. Atmo idi. Birlikte Silence-1 adlı bir çalışma çıkardıktan sonra Kuhlmann’ın hayatı tamamen değişti ve farklı bir yön aldı. O günlerde müzik çevrelerinde tamamen yalnız olmaları sebebiyle kabul görmekte zorlandılar. Sonunda 320 CD basmak için anlaşma yaptılar ve hepsi çok kısa sürede tükendi. Bu albüm Almanya açısından da çok önemliydi çünkü Ambient türünde çıkan ilk tam CD’ydi.

Bu zorlu ama başarılı başlangıç Peter Kuhlmann’a aradığı gücü verdi ve çalışmaları hızını artırarak devam etti. Birçok efsanevi sanatçıyla çalışmalar yapan Kuhlmann, bu sanatçılarla yaptığı ünlü serilerle giderek plak şirketini ayrı noktalara getirdi. Daha sonra plak şirketi altında 4 şirket daha kuran Pete Namlook her şirketin ayrı bir özelliğe sahip olmasını sağladı. Fax’ten (Peter Kuhlmann-PK) çıkan çalışmalar ya kendi, ya da biriyle birlikte yaptığı ve sınırlı sayıda (Genel olarak 1000) basılan albümlerden oluşuyor. “Peter’s Sublabel” (PS) ise tamamen başka sanatçıların yaptığı çalışmalardan ibaret. “Peter’s Worldlabel” (PW) ise genel olarak Almanya dışından sanatçılarla birlikte yaptığı çalışmaları içeriyor. “Ambient World” (AW) ise çok fazla istek alan PK albümlerinin limitsiz sayıda basımlarından oluşuyor.

Kuhlmann PK olarak da anılan Fax plak şirketinden Klaus Schulze ile “Dark Side Of The Moog” serisini, Dr. Atmo ile “Silence” serisini, Atom Heart ile “Jet Chamber” serisini, David Moufang aka Move D ile “Koolfang” ve “Move D / Namlook” serilerini yayınladı. Peter’s Worldlabel’dan ise Bill Laswell ile “Psychonavigation” ve “Outland” serilerini, Burhan Ocal ile “Sultan” serisini, Tetsu Inoue ile “2350 Broadway” serisini, Richie Hawtin ile “From Within” serisin yayınladı.

Bugüne kadar çalışmalarıyla Almanya’da yeni bir müzikal türün gelişmesinde ciddi katkıları olan ve çizgisinden uzaklaşmadan genel olarak müziğe etki yapabilen biri Peter Kuhlmann. Burhan Öcal ile yaptığı çalışma sonrası adını geç de olsa Türkiye’de de ciddi kitlelere duyurdu ancak gerek eski gerekse yeni çalışmalarının daha da ilgiyle izlenmesi gerekiyor. Türk müziğinden esinlenerek yaptığı onca çalışma sayesinde de Türkiye’nin Almanya Fahri müzik elçiliğine aday olması gereken Kuhlmann önümüzdeki yıllarda da bu nosyonu hakkıyla taşıyacak ender sanatçılardan biri.

Sühan Gürer 2006

5.5.07

Kısa Kısa Albümler... (12)

Ellis Island Sound - The Good Seed (Peacefrog, 2007)

Ellis Island Sound Peter Astor ve Dave Sheppard'dan kurulu bir Fransız ikili. Kendi adlarıyla 2002 yılında Heavenly plak şirketinden çıkardıkları albümle folk rock açısından dikkat çekmişlerdi. Şimdi Peacefrog'un yeniden yapılanma çalışmaları çerçevesinde yeni albümleri "The Good Seed"'i çıkardılar.

Albüm Ingiltere'de Şubat ayının ortasında çıktı ancak Avrupa çıkışı Mart ayını buldu. Albümde irili ufaklı 20 çalışma var. Akustik ve Folk Rock açısından güzel dinlenen başarılı bir albüm. Bana göre özellikle yatmadan önce dinlemek için ideal olmuş çalışmaların genel yapısıyla.

Ellis Island Sound

Greg Malcolm & Tetuzi Akiyama - Brombron 12: Six Strings (Korm Plastics, 2007)

Akustik gitar çalan Greg Malcolm ve Tetuzi Akiyama'nın ortaklaşa çalışması olarak çıkan albüm aslında 2005 yılının Kasım ayında kaydedildi ancak çıkış süreci biraz meşekkatli oldu. Albümde Steve Lacey'e ait olan 2. ve 4. parçalar haricinde tüm çalışmalar ikiliye ait.

Albüm folk rock'a deneysel bir yaklaşım sergiliyor ve akustik olarak bunu destekliyor diyebilirim. Deneyselliği sebebiyle dinlerken dikkat gerektiriyor. İki ismin de akustik gitar çalması müzikal anlamda zenginlik katmış. Değişik ve güzel bir çalışma ortaya çıkmış.

Little Man Tate - About What You Know (Yellow Van, 2007)

Yorkshire'lı çocukluk arkadaşlarının geçen sene kurduğu grup Little Man Tate Jon Windle, Maz, Ben Surtees ve Dan Fields'dan oluşuyor. İndie rock'a saf İngiliz bakış açısı getiriyorlar.

Grubu müzikal açıdan değerlendirmek istersek henüz olgunlaşmamış, olaya daha çok arkadaş ortamından biraz daha profesyonelce müzik yapan bir grup var ortada. Ancak altyapıları ve genel düzenlemeleriyle gelecek vaadettiklerini söylemek doğru olur. Indie rock'a genel olarak pop ve punk arasında bir bakış sergilemişler ama bunun zamanla oturacağından eminim. Dinlemesi güzel, yoğun İngiliz aksanı bazen yoran bir albüm.

Little Man Tate

Twin Towers Of Ambient Yazı Serisi

Trendsetter dergisinin Noize bölümü için hazırladığım bu yazı ve röportaj serisini ne zamandır paylaşmak istiyordum. Sonunda düzenini de ayarlayıp sizlere sunacağım. Öncelikle Peter Kuhlmann (Pete Namlook) ile başlıyorum bu seriye. İlk önce inceleme yazısı, arkasından da röportajı gelecek. Sonrasında da Klaus Schulze'nin inceleme yazısı ve röportajı gelecek.

Bu seri benim için çok önemli çünkü "Ambient" denilen türün çok önemli iki ismi ve onlarla yaptığım röportajlar söz konusu. Umarım herkes beğenir. Dergide okumuş olanlar için de hoş bir hatırlatma olur belki.

Seriyi yayınlamaya pazar günü başlayacağım. Bu hafta içinde de tüm seriyi sizlere sunacağım. Yorumlarınızı da beklerim. Tepkisiz kalmayın yahu.


Sühan Gürer

4.5.07

Nine Inch Nails - Year Zero (Interscope, 2007)

Nine Inch Nails veya diğer adıyla NIN, 1988 yılında Trent Renzor etrafında kurulan bir endüstriyel rock grubu. Aslında grup demek biraz garip kaçıyor çünkü grup Trent Renzor'un kendisi. Grubun diğer üyelerinden hiçbirisi resmi bir üye değil. Trent Renzor grubun müziğini yazıyor (Büyük çoğunluğu ona ait), sözlerini yazıyor, grubun müzikal anlamdaki yönünü belirliyor. Daha basit açıklamak gerekirse Trent Renzor ne isterse o oluyor, ne istemezse de o olmuyor. Elbette 1997'de Time dergisi tarafından Amerika'daki en etkili 25 kişiden biri gösterilmesi de onun neden böyle bir yol seçtiğini veya doğru kararlar verip veremediğini de gösteriyor.

Trent Renzor'un NIN'in başarılarının önüne geçmek gibi bir derdi yok bunu da söylemek lazım. NIN sadece Amerika'da 10 milyonun üzerinde satış rakamına ulaşmış, Rolling Stone dergisi tarafından gelmiş geçmiş en iyi 100 grup arasında gösterilmiş bir oluşum.

1989 yılında gelen ilk albümleri "Pretty Hate Machine" ile ilgileri toplayan grup bu albümle 2 yıl boyunca listelerde kaldı ve bir platin albüm kazandı. Daha sonra ikinci albümleri "The Downward Spiral" 1994'te piyasaya çıktı ve Amerika'da 2. sıradan albüm listesine girdi. Bu en çok satan albümleri de oldu tabii. Efsanevi "Closer" adlı çalışmaları da bu albümde yer alıyordu. "Closer"'ın videosu ise MTV tarafından bir hayli kesilip biçildikten sonra ancak yayına uygun olarak kabul edildi. Orjinal klip ise NIN'in endüstriyel, sert, karanlık ve agresif tarzını yansıtan bir yapıdaydı.

5 yıllık bir eziyet döneminden sonra sonunda dinleyicileri hasretlerini bitirdiler ve 1999 yılında iki disklik yeni NIN albümü "The Fragile" piyasaya çıktı. Albüm ne yazık ki Interscope'un bir nebze pazarlama gazabına uğradı ve ilk haftasında bile 228.000 kopya satmış olmasına rağmen sonunda satış rakamı düşük kaldı. Albüm genel olarak olumlu tepkiler aldı ancak benim yorumum asla bir "The Downward Spiral" olmadığı yönünde hala. 2005'te son albümleri "With Teeth"'i yayınlayan grup bana göre "The Fragile"'dan daha başarılı bir iş ortaya koydular ama bazı eleştirmenler orjinal bir şey olmadığı yönünde ağır eleştirilerle karşıladılar. Bunda tabii NIN'in orjinallik üzerine kurduğu bir fikir yapısının da etkisi var haklarını vermek lazım.

Gelelim yeni albüme. Albümde Amerikan politikasına çok temiz bir giydirme yapısı var. Daha "Hyperpower" adlı ilk çalışmadan ve çalışmanın gücünden bu anlaşılıyor. Keza 11. çalışma "Meet Your Master" da benzer bir yapıda. Sonunda eski Renzor'a kavuştuk diye düşündüm en baştan. MTV'yi eskisi kadar takmadığına çok sevindim.

Albümde bunun haricinde bağımlılık ve din konularında başkaldırı da mevcut zira bu yeni bir şey değil. Eski albümlerinin devamı olarak görülebilir sözleri konusunda.

Albüm bundan 15 yıl sonrasına atfen yazılmış bir mektup niteliğinde. Bunun yanında müziği açısından da geleceğe göz kırpıyor. Akılda kalan melodi albümde yok gibi "The Good Soldier" hariç. Ancak sertlik ve kararlılık vokalde, synthlerde ve vuruşlarda kendini gösteriyor. Bu bakımdan "Closer"'la yapısal benzerliği dikkat çeken "Vessel" oldukça güzel. Buna tezat olarak da "Me, I'm Not" adlı çalışmada da yoğun bir trip hop havası var. Massive Attack o çalışmayı yayınlasa yadırgamazdım. Bunun yanında IDM'e birçok yönden göz kırpıyor albüm. Renzor son dönemde çok mu Squarepusher dinlemiş acaba merak ettim şimdi.

Albümde kesinlikle hazzetmediğim tek çalışma ise "The Great Destroyer". Müzikal anlamda albüme hiç yakışmıyor bana göre. Orjinal değil, klasik bir kopya izlenimi verdi. NIN'i takip eden gruplardan ancak böyle bir çalışma gelse mantıklı gelirdi. Neyse bu kadar kusur kadı oğlunda da olur diyelim.

Dürüstçe söylemek gerekirse albüm "The Downward Spiral" kadar etkileyici değil ancak ondan beri çıkan en iyi albüm olarak nitelemek de bence doğru. En azından NIN'den yeni bir albüm bekleyenleri hayal kırıklığına uğratmayacağını düşünüyorum. Eskiden beri başkaldırı ve agresif bir tavır üzerine kurdukları felsefi altyapılarını devam ettiren ve bunu müzikal açıdan güzel sunan bir albüm.

Beğendiğim çalışmalar:

1) Hyperpower!
2) The Beginning Of The End
3) Survivalism
5) Vessel
8) My Violent Heart
10) God Given
16) Zero Sum

Not: Albümdeki çalışmalarla ilgili tanıtım ses kesitleri vermedim çünkü aşağıdaki MySpace sayfalarından tüm albümü dinleyebilirsiniz.

NIN'in Resmi Sitesi
NIN @ MySpace (Albümü tamamen dinleme imkanı mevcut)
Albümün tanıtım klibi @ YouTube
Albümün ilk plağı "Survivalism"'in videosu @ YouTube
Trent Renzor'la albüm hakkında yapılan bir röportaj @ YouTube