30.11.07

Mando Diao - Never Seen The Light Of The Day (EMI, 2007)

Mando Diao adından anlaşılamayacağı üzere İsveç'li bir grup. Aslında 1995'e dayanan geçmişlerinde ilk albümlerini 2003 yılında çıkardılar. Ancak ilk albümleri "Bring 'Em In"'in arkasından herşeyin hızla gelişeceği kesindi. 2004'te "Hurricane Bar" albümlerini de koydular masaya. Tamam dedik sustuk. Oluyor bunlar.

Çok güzel. Oh. Indie Rock açısından genelinde eskiye oranla daha zayıf olarak nitelendireceğim bir yılda yüzümü güldüren birkaç albümden biri. Eğlenceli, hareketli, enerji veren bir yapısı var. Her şeyden öte güler yüzlü. Müzik hem böyle, hem de güzel olunca bundan daha güzel keyif olur mu? Olmaz. Ha o Oasis kopyası diyenlere de buradan selamımı iletiyorum. Hadi len!

Albüm hareketli ancak birçok Indie Rock özentisi grup gibi fotokopi parça yapıları yok. Her parça başka bir grubu ya da başka bir duyguyu akla getiriyor. Ama tabii bunda gerek müzikal yapı, gerekse vokalin etkisi var. Vokal beni ciddi anlamda memnun etti. Zaten parçaların hepsi de Björn Olsson'a ait.

Albümün ilk üç parçası dakika bir gol üç yaptı. Çok başarılı ve hepsi de Single olarak çıkmayı hakediyor. Ha sonrası nasıl. Çok farklı diyemem. Zaman zaman Beatles'ı andıran bir moda giriyorlar, sonra dönüp Kaiser Chiefs'in 3 gömlek üstü bir hale bürünüyorlar, sonra klasik Rock havasını kokluyorlar. Folk Rock'a bile uzanıp Bob Dylan'cılık bile oynuyorlar. Delirmiş bunlar.

Albüm arada birkaç nazar boncuğu hariç baştan sona büyük zevkle dinleniyor. En büyük nazar boncuğu da ne işe yaramadığını anlamadığım "Macadam Cowboy". Onun haricindekiler ya güzel ya da çok güzel. Yok düzelteyim, çoğu çok güzel. Mutlaka dinlenesi bir albüm. Hadi Indie Rock kurtardın yine paçayı.

MP3: Mando Diao - If I Don't Live Today, I Might Be Here Tomorrow
MP3: Mando Diao - Mexican Hardcore

Mando Diao'nun resmi sitesi
Mando Diao @ MySpace
Albümü satın almak için (Amazon.com Aralık'ta satışa sunuyor, salak mıdır nedir / EMI umarım TR'ye getirir albümü)

28.11.07

Uusitalo - Karhunainen (Huume, 2007)

Üstad Sasu Ripatti yine boş durmadı. Uyuşturucudan kendini arındırdığından beri Vladislav Delay, Luomo ve Uusitalo takma adlarıyla bizi bombalamaya devam ediyor. Berlin'e yerleştiği günden itibaren minimalizmi daha farklı bir şekilde kucaklamasının yanında hala etkileyici orjinalliğinden ödün vermiyor.

Aslında albümü tee ne zamandır inceleyecektim. Ancak bir türlü fırsat olmadı. Bahane de yok hani. Misak'la da albüm üzerinde tonlarca kelam etmemize rağmen bir türlü dikkatimi toplayıp albüme hakettiği değeri veremedim sanırım burada. Neyse artık zamanı.

Uusitalo aslında Sasu Ripatti'nin canlı kayıt projesi olarak karşımıza çıktı ilk. Şimdi de 3. albümünde. Üvey babasının ünlü tiyatro oyunundan esinlenerek albüme bu adı koymuş. Anlamı da "Ayı Kadın".

Albümde minimalizmin dorukları bulunuyor ancak eski dönem minimalist çalışmalardan (Özellikle Ricardo Villalobos'un Dexter'ı desem anlayan anlar) alınan duygusal hazzı tekrar canlandırmayı başarmış. Günümüzün basitleşen çakma minimalizminden alabildiğine uzak durmuş. Basit vuruş yapıları üzerine tekrarlanagelen melodik dokunuşlarla yapılandırmış çalışmaları. Minimalizmin köküne saygı duruşu bir nevi.

Hani bu adama neresinden saygı duysam azdır. 1.5 aydır yapmayı kabul ettiği röportaj için soru göndermediğim için (Ki benim açımdan anormal bir durum, genelde dakiğimdir) "Nasılsın, iyi misin?" diye meraklanacak kadar düşünceli bir adam. Onca işinin arasında. Ben de anlattım işsel durumları ve güldü. Heyhat hayat. Albüm incelemesinin ortasında cort diye bunu niye yazdım ben de bilmiyorum.

Albümün 2. parçası "Korpikansa" ve 3. çalışması "Tohtori Kuka" minimalizm dersinde okutulması gereken iki şaheser. Arkalarından gelen "Konevitsa" da hiç geri kalmıyor. Bu albüm sonradan zıbıtan Gui Boratto'ya ise tez elden ulaştırılmalı. Minimal Tech House'muş. Yemeyin beni. Minimal budur.

Minimalizmi anlayış olarak belirleyen son dönemde elle avuçla tutulacak yegane albümdür kanımca. Muhteşem bir yapısallık, çok güzel kompozisyonlar ve Maradona'yı kıskandıracak ölçüde Tanrının Eli!

MP3: Uusitalo - Korpikansa
MP3: Uusitalo - Tohtori Kuka

Uusitalo'nun (Vladislav Delay) resmi sitesi
Uusitalo @ MySpace
Albümü satın almak için
Luomo - Paper Tigers'ın incelemesi

27.11.07

Daft Punk - Alive 2007 (Virgin, 2007)

Daft Punk elektronik müzik seven herkesin bildiği bir isimdir herhalde. Fransız Electro House ekolünü pop dünyasına taşıyan mihenk taşı tadında bir ikili. Bugüne kadar parçalarıyla bizleri coşturdular. Klipleriyle de hayran bıraktılar.

Ama her şey FG'nin Kuruçeşme Arena'da düzenlemiş olduğu Daft Punk konseriyle daha da bir anlam kazandı. Alive 2007 turnesi kapsamında ülkemize de gelen, bana en az 2 litre su kaybettirip ışık gösterileri sebebiyle apıştıran ikili bana göre Kraftwerk'ten sonra en güzel gecemi yaşattılar Türkiye sınırlarında. Parçaların düzenlenişi, insanların tepkileri ve gösteriler mükemmeldi. Herkesin bir ağızdan Technology diye bağırdığını hala dün gibi hatırlıyorum. Videosunu çekmiş olmam da bu açıdan faydalı tabii.

Ama Daft Punk bununla kalmadı. Paris Bercy'de verdikleri konseri hem Audio hem de Video olarak karşımıza çıkardılar. Kuruçeşme'deki konsere gidenler için söyleyeyim, Setlist aynısı. Ama dinlemekten sıkılamayacağınız için sorun yok.

DVD'yi zaten geçtim. Seyrederken kendinizden geçiyorsunuz. Hiç abartı yok. Son yılların en güzel şovlarından biri Dünya çapında. O görseller, görsellerin müzikle muhteşem birleşimi. Ayran ayran seyretmek kalıyor bizlere de.

İkili performans için Ableton Live'ı kullanmış. Kullandıkları Minimoog Voyager'lar ise yaklaşık 30 yıllık bir sistem ve Thomas Bangalter tarafından halen eşsiz olduğu düşünülerek yerleştirilmiş.

Daft Punk'ın albümlerinde yer alan parçalar iç içe geçmiş bir şekilde dinleniyor. "Around The World" 2 kere karşımıza çıkıyor albümde ama "Technologic"'in ses kesitleri orda burda şurda her yerde.

Konseri kaçıranlar için 2. kez eşşeklik etmeme şansı bu albüm. Konseri seyredenler için de anıları canlandırıp evde yine kendinden geçme fırsatı. Mutlaka ama mutlaka edinilmesi gerekiyor.

MP3: Daft Punk - Around The World / Harder, Better, Faster, Stronger
MP3: Daft Punk - One More Time / Aerodynamic

Video: Daft Punk - Around The World / Harder, Better, Faster, Stronger @ Istanbul Kurucesme Arena (23.06.2007)
Video: Daft Punk - Da Funk @ Istanbul Kurucesme Arena (23.06.2007)

Daft Punk'ın resmi sitesi
Daft Punk @ MySpace
Albümü/DVD'yi satın almak için (Henüz Türkiye'ye gelmedi)

Not: Videoları cep telefonumla çektim. Tüm parçaları kapsamıyor çünkü bir yere kadar dans etmeden dayanabildim. En azından DVD için bir fikir verebilir.

25.11.07

Equinox Günleri - Rigmor Gustafsson - Alone With You (ACT, 2007)

Isveçli caz vokalisti Rigmor Gustafsson ACT'ten yeni bir albüm çıkardı. Ancak albüm çıkmadan önce 7 Eylül'de Akbank'ın düzenlediği özel bir gece için Türkiye'ye geldi. Göremedik ama en azından gelmesine sevindik diyebilirim. Yeni çıkan albümündeki parçaları da seslendirmiş. Tabii daha önce 2004 yılında da gelmişti ancak o zamanlar henüz kendisiyle tanışmıyorduk, böyle samimi değildik.

2001 yılından beri Caz dünyasının gözünü üzerine çeken Rigmor, giderek yükselen bir kaliteyle çalışmalarına devam ediyor. "I Will Wait For You" adlı ilk albümüyle Almanya'da ödüle boğuldu, İsveç'te listelerde tepeye oturdu. Daha sonra ünlü Fransız besteci Michel Legrand'ın film müziklerine vokal yaptığı bir albüm çıkardı.

Yeni albümü Ekim ayının başında çıkan Rigmor Gustafsson yumuşak ama güçlü sesiyle dikkat çekiyor. Parça içerisinde Bülent Ersoy'un tabiriyle yürek isteyen nameler yapıyor. Yaptıkça da dinleyen kendinden geçiyor.

Albümde bazen sakince Caz, bazen Nu-Caz, bazen Funk eşlik ediyor güzel vokale. Eşlik ediyor çünkü her zaman önde Rigmor'un güzel sesi var. Şöyle akşam işten sonra yemekten önce elimize bir içki alıp dinlemek için ziyadesiyle uygun bir albüm. Günün yorgunluğunu alır hiç acımadan.

MP3: Rigmor Gustafsson - Voodoo Skills
MP3: Rigmor Gustafsson - Don't Do It Here

Rigmor Gustafsson'un resmi sitesi
Albümü satın almak için

24.11.07

Orgone - The Killion Floor (Ubiquity, 2007)

Funk. Bana göre sevmeyen ölsün denecek müzik tarzlarından biri. Orgone da yeni gruplar arasında bu 70'lerin kokusunu taşıyan müzik türünde başarılı işler çıkarıyor. Grubun adı da Funk hissiyatına uygun bir anlam içeriyor, "Evrensel Hayat Enerjisi". Funk da hayat veren, canlandıran, insana yaşadığını hissettiren bir tür.

Grup 70'lerdeki Funk'ın kökenine duyduğu saygıyı ve bağımlılığı albüm boyunca ortaya koyuyor. Bunun yanında Afro Funk ve Soul'dan aldıkları destekle de oldukça güzel bir tarz ortaya koyuyorlar. Dinlerken dönemin Disko'sunu hatırlatmayı unutmamışlar. Şöyle bazı anlarda "Soul Train" efsanesi akla geliyor. Parça yapıları da elle tutulur cinsten. Bazı noktalarda şapkam olsa çıkaracaktım hatta.

Albümün introsunu ve outrosunu saymazsak 15 parçalık cennetten kopma bir müzik bizi bekliyor. "Do Your Thing" gibi klasik parçaların yorumlaması da bu 15'in içinde hediye. Ama buna karşılık Alicia Keys'in yeni çıkan albümüne de 2 parça vermişler. Al gülüm ver gülüm, dinleyen mutlu.

Ya bir zamanlar Shaft diye bir dizi vardı, müzikleri ne güzeldi diyen insanlar! Alın size Shaft. Alın size Funk. Dinleyenleri mutlu etme garantisi. Garanti süresi 1 sonraki albüme kadar.

MP3: Orgone - Who Knows Who
MP3: Orgone - Funky Nassau

Orgone @ MySpace
Albümü satın almak için

22.11.07

Seal - System (Warner/Atlantic/Elektra, 2007)

Dünyanın en güzel kadınlarından biriyle evli olan ancak erkeklere gayet çirkin gelen 2 adamdan biri Seal (Seal Henry Olusegun Olumide Adeola Samuel) (Peh peh isme bak, Türkiye'de 10 kişiye isim çıkar bundan). Diğer zibidi de Christian Karembeu. Ama bize ne? Heidi Klum diye düşününce insan öyle diyemiyor. Yine de müzikal açıdan bugüne kadar bize verdiği mutluluklar sebebiyle Seal'i ayrı kefeye koyalım. Karembeu'nun oyunculuğunu da sevmezdim zaten. Onun kaçarı yok.

Seal denildiğinde ilk akla gelen parçaların başında "Kiss From A Rose" geliyor. Heidi Klum da bu parçaya düşmüş herhalde. Amma taktım. Neyse.

Baştan dürüstçe söyleyeyim. Seal'in öyle hayranı falan değilim. Evet gerçekten çok güzel parçalara ve yorumlamalara imza attı ama öyle takipçisi falan olmadım. Yine de "System" albümünün ilk solo albümü benzeri olacağını açıkladığında merak ettim.

Albüm kesinlikle Soul dünyasından biraz daha dans dünyasına geri dönüşünü işaret ediyor. Elbette hala Soul var gerek parça yapılarında gerek sirayet ettiği Seal'in vokalinde. Ancak özünde zamanının Lighthouse Family benzeri bir yaklaşım var. O grubu ve çalışmalarını çok sevdiğimden albüme ısındım.

Albümde 10 yeni parçanın yanında albümdeki "Amazing" adlı parçanın This White Duke düzenlemesi de yer alıyor. Kesinlikle orjinal albüm versiyonuna 10 basar. Albümün bütünlüğüne bile daha çok uyuyor.

Parçaların yapısı genel olarak basit ve rahatsız etmeyen bir vuruş yapısının üzerinde dingin bir melodiyle geliyor. Düzenlemeleri ya Tech House'a geçecek ya da Deep House'a dönecek gibi görünüyor. Tabii biri coşup tamamen parça yapısıyla oynamazsa.

"Wedding Day" ve "Immaculate" elektroniğin yoğunlaştığı Trip Hop yapısıyla farklılaşıyor albümde. "Rolling" ise akustik havasıyla ve elektroniğe kaymayan yapısıyla bir "Kiss From A Rose" denemesi ilk albümde olduğu gibi. Resmen teorik açıdan kopyalama yapmış.

Albüm istisnalar haricinde aynı yapıda başlıyor ve bitiyor. Seal'in o güzel ve sisli vokaliyle parçalar güzel bütünleşiyor. Lighthouse Family yokken iyi bir alternatif olarak dinlenebilir.

Seal - Amazing (Thin White Duke Edit)
Seal - Immaculate

Seal'in resmi sitesi
Albümü satın almak için

20.11.07

Federico Aubele - Panamericana (Eigteenth Street, 2007)

Gotan Project'i özleyenler için dönemsel olarak ilaç olan isimlerden biri Federico Aubele. Tarz olarak Tango, Dub Reggae ve Bolero'yu karıştırıyor. Amerika'ların göbeğinde ve alt tarafında kalmayı seviyor ama üst tarafında beğeniliyor.

Arjantin asıllı sanatçı müzik hayatına Tango'yla başlayıp daha sonra diğer müzik türlerinin etkisinde kalıyor. Zaman geçtikçe de kendine has bir yaklaşımla Tango'ya yorumlamalar getirmeye başlıyor. Ayrıca destek de pek esirgenmiyor kendisinden. İlk albümü "Gran Hotel Buenos Aires"'in prodüktörü çoğumuzun bildiği Thievery Corporation. Aslında Thievery Corporation'ın eli 2. albümde de var ama ilkinde olduğu kadar değil.

Panamericana'da ilk albümüne oranla daha fazla müzik tarzına kucak açmış durumda. Zaten albümün adında da bu izlenimi vermeyi amaçlıyor. Başta saydığım tüm müzik türlerine dokundurmadan geçmiyor. Hatta "En Cada Lugar" gibi çalışmalarda elektronik altyapıdan da faydalanmış çekinmeden ki bunda sanırım Thievery Corporation'ın eli var.

Albümün açılış parçası "La Esquina" Gotan Project'in albümünde yer alsa bir saniye düşünmem, yadırgamam. Çok güzel bir çalışma. Ruhu okşayıcı bir etkisi var. "Maria Jose"'de ise hafif Dub havasıyla birlikte güzelim bir Karayip yeli var. Bende benzer hissiyatı albümün ilerleyen dakikalarında "Pena" yarattı ama bu sefer esen meltemdi. Biraz daha hareket açısından "Corazon" da ilaç gibi geliyor.

Dinlenesi çok güzel bir albüm yapmış Federico Aubele. Vokal seçimleri de yaptığı parçalara tam anlamıyla oturmuş diyebilirim. Mutlaka dinlenilesi bir albüm. Özellikle Güney Amerika'nın müzikal anlayışını takdir edenler için kaçırılmaması gerekiyor.

MP3: Federico Aubele - La Esquina
MP3: Federico Aubele - Maria Jose

Federico Aubele'nin resmi sitesi
Federico Aubele @ MySpace
Albümü satın almak için

19.11.07

The Killers - Sawdust (Island, 2007)

1 yıl 1 ay 7 gün. The Killers'ın Sam's Town albümünün üzerinden geçen zaman bu. Geçen yazı muhteşem bir şekilde geçiren, Amerika ve Avrupa turnelerinde dinleyicilerin gönüllerine bir kere daha taht kuran grup Ağustos ayında çalışmaların hızla devam ettiğini açıklamıştı ama dürüstçe söylemek gerekirse Kasım'da beklemiyordum albümü.

The Killers'ın pop tandanslı Indie Rock havası aslında genel olarak genç nesilde çok iyi bir tepki yarattı. Benim gibi orta yaşa girmeye hazırlananlarda ise daha seyrek oldu bu ilgi ancak Rock Werchter'de performanslarını izledikten sonra sorgusuz sualsiz beğeni listeme aldım kendilerini. Festivalin onca isminin arasında en pozitif performanslardan biriydi.

The Killers'ın yeni albümü Sawdust, 13 Kasım'da piyasaya çıktı. Her şeyden önce ustalara saygı köşesinde belirtmek gerekir ki albümde Lou Reed'in desteğiyle Tanquilize adlı parça yer alıyor, hem de açılışta. Bunu gördükten sonra bir anda oturuşum değişti. Albümde diğer özellikler B-Sides'lar, daha önce yaptıkları ama sadece bazı canlı performanslarda çaldıkları gizli parçaları ve yorumlamaları var.

2004'teki Hot Fuss'tan bu yana adım adım değişime ve olgunlaşmaya çalışan grup bu albümde bir adım daha ileri gidiyor. Evet hala Hot Fuss izleri taşıyan parçalar yok değil ama genelinde daha yapılı bir havası var, hafif kilo almış, artık zıp zıp zıplamıyor. Göbek de var sanırım biraz.

"Under The Gun", "Where The White Boys Dance" ve "The Ballad Of Michael Valentine" eski havada gidiyorlar. "Sam's Town"'ın Abbey Road versiyonu gerçekten güzel bir tad olmuş. Dire Straits'ten gidip "Romeo & Juliet"'i yorumlamak biraz ilginç olmuş. Vokal olarak daha birkaç fırın ekmek yemesi lazım. Joy Division'in "Shadowplay"'ine yaptıkları yorum ise daha başarılı diyebilirim.

Mr. Brightside'ın Jacques Lucont düzenlemesi bana göre burada olmamalıydı. Sonuçta albümün belirli bir yapısı var. Tam oturtamadım albüme.

Albümde bir de ekstra "Change Your Mind" adlı çalışma var. Güzel bir sürpriz oldu açıkçası. Neden ekstraya konulmuş bilemedim. Hakeden edinsin diye herhalde.

Albüm bir Hot Fuss değil bunu söylemek gerekir. Ama zaten üzerinden 3 yıl geçti ve değişimin olması doğal. Elbette yeni parçaların azlığının da bu beklentileri yukarı çıkaramamasında etkisi var. Çalışmaların çoğu güzel ve bu da albümü dinlenebilir sınıfından saklanabilir sınıfına geçiriyor. Dinlenesi ve dikkat edilesi bir albüm. 2007 güzel bitecek anlaşılan.

MP3: The Killers - Shadowplay
MP3: The Killers - All The Pretty Faces
MP3: The Killers - Change Your Mind (Bonus)

The Killers'ın resmi sitesi
The Killers @ MySpace
Albümü satın almak için

17.11.07

Jose Gonzalez - In Our Nature (Mute, 2007)

Pek bir İspanyol duruyor ismen. Hatta pek kelimesi fazla. Ama kazın ayağı öyle değil. İsveçli bu adam. Garip ama gerçek. Ama bu adamla alakalı tek gariplik bu. Bundan sonrası gayet güzel geliyor.

Akustik gitara karşı eskiden beri bir zayıflığım var. Bana göre gerçekten sade ve müziğin kendisini dinletmek için kullanılan bir çalgı. Bunun yanında sıcak, içten ve romantik geliyor. Eğer iyi bir eldeyse o zaman harikalar yaratılabiliyor.

Jose Gonzalez de albümlerindeki müzikal yapıyı bu düşüncenin üzerine inşa eden bir isim. Ülkemize bu sene IKSV Caz Festivali kapsamında geldi ve Antony & The Johnsons konseri öncesi dinleyenlere güzel bir ziyafet çektirdi.

Parçaların yapısındaki basitlik dikkat çekici. İddialılığa yer yok albümde. "Benim işim müzik ve işte yapıyorum" derecesinde kararlı ama popüler kültüre baş eğmeden yumuşak bir duruş sergiliyor. Bu arada basitlik demişken, bu Jose Gonzalez'in vermek istediği duyguları basit bir dille anlatabilme kabiliyetinden ileri geliyor, yoksa becerememiş parçaların yapısını doldurmayı anlamında değil. Kimisi 100 fırça darbesiyle anlatır resimdeki bir dokuyu, kimisi 10 fırça darbesiyle. Jose Gonzalez de 10'culardan.

Albümdeki yoğun folk yapısı akustik gitarın kanının son damlasına kadar destekleniyor. Ancak akustik gitarda denemelerin de sıkça yapıldığını söylemek lazım. Zaman zaman sertleşen, sesini yükselten, vurgudan kaçınmayan gitar rifleriyle dolu albüm.

Gelelim "Teardrop"'ın yorumuna. Daha önce Patti Smith'te de söylediğim gibi ben efsaneleşmiş parçaların tekrar yorumlanmasına sıcak bakmayan muhafazakar bir adamım. Evet bazen beklenmeyecek derecede güzel sonuçlar çıkabiliyor ama %75 oranda başarısızlıkla sonuçlanan bir deneme bu nezdimde. Tori Amos'u hala affetmiş değilim "Losing My Religion"'ı piç ettiği için, dayanamadım küfrettim yine. Jose Gonzalez'e gelince, küfretmeyeceğim ama yorumunu dinlemeyeceğim herhalde bir daha. Gidip bir modern ozanın çalışmasını ya da Amerikan folk rock benzeri bir sanatçının çalışmasını ele alsaydı daha iyiydi. Nereden çıktı be kardeşim Massive Attack'in "Teardrop"'ı. Otur, 1.

Bu kazanın haricinde albüm gerçekten güzel. Rahatça dinlediğimi ve ciddi anlamda zevk aldığımı söyleyeyim de hakkını yiyormuşum gibi görünmesin. Jose Gonzalez'e de verdiği huzur için teşekkür etmek düşüyor bana. Eline sağlık.

MP3: Jose Gonzalez - Down The Line
MP3: Jose Gonzalez - In Our Nature

Jose Gonzalez'in resmi sitesi
Jose Gonzalez @ MySpace
Albümü satın almak için

Buddha Lounge - Renditions Of Metallica - The Black Lounge

Geçen yazıda bahsetmiştim efsanevi parçaların yeniden yorumlanmasına sıcak bakmıyorum diye. Hazır lafı etmişken bunun başka bir örneği var karşımızda. Buddha Lounge serisi Metallica'ya adadığı bir albüm çıkardı.

Daha önce Metallica'ya adanan birçok albüm dinledim. Apocalyptica'nnı üst düzey başarısından tutun da Dubballica adıyla Dub yorumlarına kadar. Elbette bazısı iyi olacak bazısı kötü, bazısı rezalet. Ama Metallica'nın bir özelliğinden midir bilmiyorum, daha önce sözünü ettiğim %75 kuralı bu noktada bir istisnayla karşılaşıyor ve %50 civarına yerleşiyor.

Hani albüm hakkında söyleyecek şeyler ne dersek, yeni bir parça yok :) Genel olarak World Music yorumları var. Hatta birçoğunda Türk ezgileri de var. Darbuka büyük bir yer tutuyor. Bunun yanında Hindistan'a uzanıp Tabla ve Sitar'dan da yararlanılmış. Otantik ritmlerin bir o yana bir bu yana sallandığı bir tablo var karşımızda. Derinlerden de yıllardır ezbere bildiğimiz o tanıdık melodiler yansıyor yüzümüze arada bir.

Parçalar arasında güzel olanlar, dinlenebilir olanlar ve salla gitsinler var. Mesela bir "The Thing That Should Not Be" oldukça güzel. "Enter Sandman" yorumu dinleniyor gayet. Albümün açılışını yapan "The Four Horsemen"'deki sipsi benzeri çalgı her ne haltsa nefret ettim. Yine de genelinde ilginç valla. Hani dinlenmezse ölünmez ama kaçırılmasa da hiç fena olmaz.

MP3: Buddha Lounge - Metallica - The Thing That Should Not Be
MP3: Buddha Lounge - Metallica - Fade To Black

13.11.07

Roisin Murphy - Overpowered (EMI, 2007)

Evet umarsızca yoğun iş programım, gezilerim ve ufacık bir haftasonu tatilciğimden sonra yedek yazılarım da tükenince birkaç gün dükkan boş kaldı. Ama sonunda bir yemekli toplantısız akşamda yine oturdum albümlerin başına.

Bu sefer karşımızda ikinci albümüyle Roisin Murphy var. Hala bazıları kendisini Moloko'nun vokalisti olarak bilse de o artık solo kariyeri olan ve bunda da güzel ilerlemeler kaydeden yetenekli ve güzel bir vokalist. Ama dürüstçe söylüyorum, ben hala Dave Gahan'dayım. Neyse üzerimden atacağım onu da bir ara herhalde.

Albümle aynı adı taşıyan parça Temmuz ayında single olarak çıkmış ve büyük bir ilgi toplamıştı. Roisin'in ilk albümündeki başarılı çizgisinden sonra bu albüm açısından çok iştah açtı. Benim de dahil.

Sebeplerine gelince bir kere bu sene Acid yılı. "Overpowered"'da da biraz pop maskesi giymiş olsa da güzel bir Acid tandanslı melodi var altta. Bu da sevmemdeki sebeplerden biri. Ayrıca Roisin'in o güzel vokali parçaya çok uymuş.

Albümün genelinden bahsetmek gerekirse elektronik müziğin giderek artan etkisinden bahsedilebilir rahatça. Albüm doğrudan dans pistlerini hedef almıyor aslında. Ama göz kırpıyor. Özellikle çıkacak single'larda yer alacak düzenlemeler can yakabilir. Disko modundaki "You Know Me Better"'da, hafif kafası karışmış bir Chicago House olan "Let Me Know"'da bir potansiyel var mesela.

Albümde atlanılası parça kesinlikle "Cry Baby". Albüm kesinlikle 11 yerine 10 parça olsa daha mutlu olurdum. Olmamış, hiçbir bahanesi yok, tutulacak yeri hiç yok. Her yönden başarısız.

Bunun yanında Moloko döneminden kalan yapısal şarkılar da var "Checkin On Me" gibi ve buradaki vokal düzeni de eskiyi şiddetle andırıyor. Albümde Big Beat etkisi de var Hip Hop'a dirsek temasıyla. Ancak bunlar hep Pop'un çatısı altında yapılıyor her ne kadar alternatif bir bakış açısı olsa da. E yani Beyonce değil bu, Moloko'ya vokalistlik yapmış Roisin Murphy.

MP3: Roisin Murphy - Overpowered
MP3: Roisin Murphy - Primitive

Roisin Murphy'nin resmi sitesi
Roisin Murphy @ MySpace
Albümü satın almak için bkz. DnR

10.11.07

Luke Vibert - Chicago Detroit Redruth (Planet Mu, 2007)

Elektronik müziğin yetenekli IDM prodüktörlerinden Luke Vibert'in yeni albümü Ağustos ayının sonunda çıktı. IDM dedim de, aslında birçok projesiyle farklı müzik türlerine de adım atıyor, özellikle son dönemde Acid'e, ama yine de onun tanınmasını sağlayan IDM prodüksiyonlarıydı.

Yeni albümde IDM'den, DnB'e, Acid'den piyano resitaline kadar her nevi çalışma mevcut. Hatta zaman zaman Techno'ya da kayıyor. Eteğinde ne kadar taş varsa dökmüş ve albümün adından da anlaşılacağı gibi bunu Amerikan müzik kültürünün temellerine oturtmuş.

Detroit'in endüstriyel havasını vermiş, başka bir parçada Chicago'dan Acid House'u alıp onun eğlenceli ve enerjik dünyasına bir kapı açmış. Aslında albüm için elektronik müzikte Amerika dünyasının bir reklamı da diyebiliriz. Birçok farklı yaklaşımla birlikte özünde bu kültürün uzantılarını ve bizleri nereden nereye getirdiğini hiç çekinmeden açıkça sorgulamış, göstermiş.

Albümde Luke Vibert'in son dönemdeki Acid hayranlığının çok açık emarelerini görmek mümkün. Bunun yanında Acid döneminden sonra prodüksiyona başlamış bir isim olarak bu türe bu kadar hakim olduğunu görmek sevindirici. Günümüzdeki "piyasa" tabir edilen kullanımlarından uzak olarak gerçek ruhuna hitap edebilmiş. Acid sevenler içinmuhteşem bir fırsat kesinlikle. E zaten bu sene çıkardığı ama incelemediğim "The Ace Of Clubs" projesinden çıkardığı albümde bu türde çok başarılı örnekler sergiliyordu. Neden incelemedim acaba.

Bu arada Luke Vibert yeni bir albüm daha çıkardı. Bu seneki üretim furyasının sonucu bunlar ama nasıl bir üretkenlik ben anlayamadım. Efsanevi elektronik müzik prodüktörü Jean Jacques Perrey'nin parçalarını yeniden düzenlediği albümü umarım en kısa zamanda inceleyeceğim.

Bu arada bunu yazarken Warp Records'ın sitesinde bir şey daha dikkatimi çekti.

MP3: Luke Vibert - Comfycozy
MP3: Luke Vibert - Breakbeat Metal Music

Luke Vibert @ MySpace
Albümü satın almak için

8.11.07

Van Zant - My Kind Of Country (Sony, 2007)

Van Zant aslında size bir yerden tanıdık gelebilir. Lynyrd Skynyrd grubunun vokalisti ve esas oğlanı Ronnie van Zant'tan geliyordur bu. Folk Rock/Country Rock/Southern Rock tarzının akla ilk gelen gruplarından birini yaratan Ronnie, birçok Rock efsanesi gibi 29 yaşında ölen bir yetenek gibi tarihte yerini aldı. Ancak Ronnie'nin ölümü herhangi bir sorundan değil bir uçak kazasıyla geldi. Grubun birçok elemanı da bu kazada hayatını kaybetti. Bu kaza da bizi yeni "Sweet Home Alabama"'lardan etti.

Van Zant ise Ronnie'nin büyük kardeşi Donnie ve küçük kardeşi Johnny'nin kurduğu bir ikili. 1988 yılında kuruldular ve o zamandan beri genel olarak inişteki bir Rock türünün önemli ismi olmaya çalışıyorlar. Açıkçası gerek aileden gelen bir yetenek, gerekse bu türde ortada fazla ismin kalmaması sebebiyle oldukça da başarılılar bu konuda.

Van Zant, Lynyrd Skynyrd benzeri bir yapıda çünkü Van Zant 2 gitarın arkasında saklanmış diğer enstrümanlarla devam ediyor ve Lynyrd Skynyrd döneminde de önde 3 gitar vardı. Bu o dönemde de garip algılanmıştı ama sonucu görülünce kopyalanmaya başlandı.

Albüme gelelim lafı uzatmadan. Son dönemdeki savaş, aşırı romantizm, aşırı milliyetçilik temaları işleyen Country şarkılardan sıkılanlar için ideal bir kaçış noktası. Genelinde eğlenceli, romantizme döndüğü parçalarda ise aşktan bahsediyor genel olarak. Özellikle "My Kind Of Country"'de tamamen olumlu bir hava çiziyor, futboldan, güzel kadınlardan, Johnny Cash'ten ve viskiden bahsediyor. Kafa yormuyor, kopyalıktan uzak duruyor. Hani eskiden bildiğimiz güzel güzel dinlenen Amerikan Rock yorumunu dinliyoruz. Hatta tavsiyem elde bir Budweiser dinleyin.

Albümde ilginç olan nokta hızlı ve romantik parçaların birer birer sıralanmış olması. Bir hızlı bir romantik diye albüm boyunca gidiyoruz neredeyse. Bon Jovi'nin daha az pop içereni (Daha iyisi yani) olarak adlandırmak mümkün en temelinde ve gayet güzel bir yapıda albüm. Sıkılmadan dinleniyor.

MP3: Van Zant - Train
MP3: Van Zant - My Kind Of Country

Van Zant'ın resmi sitesi
Van Zant @ MySpace
Albümü satın almak için

7.11.07

Dave Gahan - Hourglass (Virgin, 2007)

O bir erkek. O bir vokal. O bir bariton. O yazdığı sözlerle sessizliğin bile tadını çıkarmamızı sağlayan bir şair. O şarkı söylerken mimikleriyle ve sahnede duruşuyla milyonları hayran bırakan bir isim. O yıllardır kulaklarımızdan eksiklemeyen sesiyle Dave Gahan.

2003'te "Paper Monsters" albümüyle Depeche Mode dışına taşan Dave Gahan yeni albümüyle iki işi bir arada çok da güzel götürdüğünü gösteriyor herkese. İlk solo çalışmasına başladığını duyduğumda içimde inanılmaz bir burukluk oluştu açıkçası. Bugüne kadar onca hayran olduğum grubun dağılıp yittiğini gördükten sonra her yenisi daha çok yara yapıyor. Ama öyle olmadı, her şey daha da güzel oldu.

Yeni albümü de 22 Ekim'de piyasaya çıktı. Şimdiden söylüyorum, bugüne kadar burada saygısızlık yapmamaya çalıştım elimden geldiğince. Ama Pitchfork'a "Hassiktir" demek istiyorum artık "Hourglass"'e 5.7 verdikleri için. Aslında sadece Pitchfork da değil. Rolling Stone (Zaten neye doğru puan vermişler onu sormak lazım), Spin, Mojo vs. Indie rock akımının yalakalığından artık bir nefes almaları gerekiyor çünkü zerre adım ileri gidemiyorlar bu şekilde.

Albümde Dave Gahan'ın Depeche Mode tandanslı prodüksiyonları var. Bunun yanında bir nebze NIN'e doğru kaydığı sert endüstriyeller de var. Ama bunun yanında bir nebze deneysellik katmış olayın içine. Parçaların arasında ortalama altı ben bulamadım, ortalamanın bir hayli üstünde parçalar ise gani.

Albüm "Saw Something" ile başlarken Dave Gahan vokalindeki tüm seksapelliği gözler önüne sermiş. Parça yapısal açıdan romantik endüstriyel desek doğru olur. Daha sonradan elektronik altyapılara isyan eden bir bateri geliyor ve parça bana göre daha etkileyici oluyor. "Kingdom" geldiğinde ise o ayağa kalkmak elzemleşiyor. Daha düşük tondan vokal kullanıyor ama parçanın her yerinde enerji var. Zaten albümden çıkan ilk single. Sözler çok güzel ama öyle alışmışız. Bu sesle ne söylese sesleri güzel olarak adledeceğiz zaten. Çok güzel bir parça. "Deeper And Deeper" geldiğinde synth'lerle karşılıyor, hem de devasasından. Masam yerinde zıplıyor desem yeridir. Muhteşem bir endüstriyel yapının üstüne dizilmiş güzel sözler. Tartışmasız albümdeki favorim. Konserde izlersem çevredekilere vereceğim geçici rahatsızlıktan dolayı şimdiden özür dilerim.

Bir anda "21 Days" ile dibe vuruyoruz. Synth yine var elbette ancak bu sefer çok daha sakin. Back vokalli bir yorum dinliyoruz ve parçanın göreceli olarak sakin yapısına çok uyuyor. Sözler ise hala etkilemeye devam ediyor. "Miracles" ise bizi yeni bir dünyaya götürüyor doğrudan. Elektronik parçalardan oluşan bir okyanusta sadece Dave Gahan'ın vokali var. Biraz depresif sözlerle de tüm bu melankolik yapıyı destekliyor. Sonunda "Use You" ile kendimize geliyoruz. Endüstriyellik ve New Age'in çok güzel birleşimini dinliyoruz. Parçanın sözlerinde ise aynı aykırılıklarla karşılaşmak mümkün. Konserde dinlenesi ve dağıtılası bir parça daha. Synth'ler coştuğunda sert ve keskin vuruşlar apayrı bir etkileyicilik kazanıyor.

"Insoluble" ile albümün en deneysel parçasına geliyoruz. Biraz minimalizm etkili yapısı var. Genel duruşu ise bugüne kadar Dave Gahan'ın sesinin eşlik ettiği parçalardan çok farklı. Bir nebze Thom Yorke'çuluk mu var diye düşünesi geliyor insanın. Ama daha değişik temellerde olduğu açık. Hani hayran bırakacak yapıda değil ama kesinlikle vasat değil. Derken "Endless" ile romantik bir havaya gireceğimizi düşünürken bir anda karşıma başka bir şey çıkıyor. Oysa "Endless" adı çok da uygundu romantik bir parçaya. Neyse. Synth'ler giriyor erkenden ve vokal hazırlıyor. Giderek yükselen enerji yapısı bir türlü tepe noktaya çıkamayınca beklenti yükseliyor. Albüm de adını bu parçanın sözlerinden alıyor. Parça sonlara doğru synth'lerin üste çıkmasıyla biraz daha enerji dışa vuruyor ama yine de romantik ve hareketli parça yapıları arasında sıkışmış kalmış. Keşke birini seçseymiş. "A Little Lie" biraz Rock esintili geldi bana. Her ne kadar melodi synth'ten gelse de Rock parçalarının yapısı var. Ancak melodi durduğunda dalgalar da diniyor ve vokal sakince ipi ele alıyor. Ama agresifleştiği an parçanın yapısı değişip direk saldırganlaşıyor. Albüm noktayı "Down" ile koyuyor. Idam sehpasında yer alan bir hali var Dave Gahan'ın. Belli yapıda giderken aniden sert bir dönüşle synth'ler giriyor back vokallerle. Koro bölümünden sonra geriye dönüyoruz. Bu sert değişimler biraz keskin olmuş, hazırlıksız yakalıyor. Ama genelinde başarılı parçanın yapısı.

Albümle alakalı son söz, altında Depeche Mode imzası olsa o verilen puanlar 80'leri bulurdu herhalde. Hepsi kıskanç bunların. Dave Gahan 2008'de turneye çıkacak ve festivallerde o puanları verenlerin suratlarını görmek isterim.

MP3: Dave Gahan - Deeper And Deeper
MP3: Dave Gahan - Use You
MP3: Dave Gahan - Kingdom (Booka Shade Club Mix)

Dave Gahan'ın resmi sitesi
Dave Gahan @ MySpace
Albümü satın almak için

2.11.07

David Sylvian - When Loud Weather Buffeted Naoshima (Samadhisound, 2007)

David Sylvian'ı Japan grubunun vokalisti ve söz yazarı olarak tanıyoruz. Ancak Japan grubunun dağılmasının ardından kendisi çok farklı müzik türlerine genel olarak deneysel bakış açısıyla yaklaşan önemli bir müzisyen olarak karşımıza çıktı. Alternatif müzik severlerin her zaman dikkatini çekmeyi başaran güçlü bir isim oldu.

Bu blog'da en son Burnt Friedman ve Steve Jansen ile birlikte kurduğu Nine Horses grubunun "Money For All" albümüyle yer almıştı. Şimdi ise Ağustos ayında çıkardığı albümüyle karşımızda.

70 dakika 21 saniyelik albüm tek parçadan oluşuyor. Albüm aslında Japonya'daki Naoshima adasındaki Naoshima Standard 2 adlı sanat festivalini düzenleyen Naoshima Fukutake Art Müzesi Vakfı'nın isteği üzerine hazırlanıyor. Albüm bu festival boyunca gösterilerde ve etkinliklerde temel müzikal öğe olarak kullanılıyor. Kapağından müzikal içeriğine kadar adanın birçok özelliği de albümde yansıtılıyor. Hatta o derece ki kapakta işlenilen tema albümün ilk hazırlanan versiyonunda atlandığı için David Sylvian tekrar stüdyoya girmiş ve kapakla ilişkinin tam oturması için yeni bir bölüm eklemiş.

Albümde David Sylvian'ın yanında birçok önemli sanatçının da katkısı var, Clive Bell, Akira Rabelais, Arve Henriksen ve Christian Fennesz. Sonuç olarak da karşımıza yine bir sanat eseri çıkıyor. Kesinlikle Japon halk müziğiyle alakası yok baştan uyarayım. Elbette esinlenmeler, ses kesiti olarak kullanımlar mevcut ama bununla sınırlı. Genel olarak avant garde bir bakış açısı gerek adaya gerekse adanın kültürüne.

Bazen kuş sesleri çıkıyor karşımıza, bazen vapuru andıran bir saksafon geliyor. Ama genel olarak Sylvian'ın kendine has buğulu havası hakim. Kullanılan vokaller ise derinden ama yapısına dokunulmadan iletilmiş. Derinden bir Japon türküsü geliyor kadın vokaliyle. Genel olarak sınırları oldukça esneten güzel bir sanatsal çalışma.

David Sylvian resmi sitesi
Albümü satın almak için

1.11.07

Stanton Warriors - The Remixes (Skint, 2007)

Stanton Warriors yine yapacağını yaptı. Breakbeat'in bu sene biraz daha sessiz kalmasını içine sindiremeyen Dominic Butler ve Mark Yardley ortalığı karıştıracak bir albümle karşımıza çıktı.

Stanton Warriors bugüne kadar birçok düzenlemeyle karşımıza çıktı ve bunların büyük bir kısmı çok başarılıydı. Burada ise çok başarılı yeni bir düzenleme serisiyle başımızı döndürüyor. Gorillaz, Alter Ego, Apollo 440 ,Basementt Jaxx ve Fatboy Slim bu girişimden payını alan sanatçılar arasında. Düzenlemeler de Old Skool ve 2 Step Breakbeat tarzları yoğunluk kazanmış. Bunun yanında Big Beat'e de dirsek temasında bazı noktalarda. Eğlenmek için tartışılmaz derecede uygun bir albüm. Ama uyarayım, yüksek sesle dinlerseniz çok tehlikeli.

Agresif tarz genelde albümün temelini oluşturuyor. Nefes aldırmak istemezmişcesine saldırıyor kulaklarınıza ve ruhunuza. Açıkçası albümdeki parçaları kullanarak bir Breakbeat seti yapsanız bir anda ünlü olabilirsiniz.

MP3: Apollo 440 - Dude Descending A Staircase (Stanton Warriors Remix)
MP3: Coburn - We Interrupt This Program (Stanton Warriors Remix)

Stanton Warriors'ın resmi sitesi
Stanton Warriors @ MySpace
Albümü satın almak için