Ekim 2007 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ekim 2007 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25.1.08

Mercan Dede - 800 (Doublemoon, 2007)

Mercan Dede veya Arkın Allen veya gerçek adıyla Arkın Ilıcalı. Türkiye'nin bana göre en başarılı müzisyenlerinden birisidir kendileri. Tasavvuf müziğine gönül vermesinin yanında muhteşem bir çalgı olan neyde de neyzenlik mertebesine erişmiş olması ayrıca değerini artırıyor bende.

Geçen sene Güldestan müzikaline gitmemin tek sebebi müziklerini onun hazırlamış olması ve bundan kaynaklanan merakımdı. Gittiğimde ise bu merakın çok da yerinde olduğunu gördüm. Gerçekten çok başarılı bir koreografi eşliğinde kulaklarda yer edecek derecede güzel namelerle süslü bir performanstı.

Ama şimdi "Su", "Seyahatname", Journeys Of A Dervish", "Nar", "Sufi Dreams" ve en son "Nefes" adlı albümleriyle bizi apayrı tadlara ulaştıran bu sanatçının yeni albümü 800'e. Albüm Mevlana'nın doğumunun 800. yılına adanmış ve adı da oradan geliyor. Kapak çok güzel dizayn edilmiş ve içinde "Bencileyin Ark'ın" tarafından Hz. Mevlana'ya yazılmış güzel de bir mektup var. Dede tarafından Mevlevi olan ancak inançla realist ve Darwinist olması sebebiyle pek ilgisi bulunmayan beni dahi gerçekten etkiledi bu yaklaşım. Alakasız da olsa bana göre gelmiş geçmiş en önemli erkek vokallerden olan Nusrat Fateh Ali Khan sevmesine de memnun oldum albüm kapağında belirtmiş olduğu üzere.

Albüm şu ana kadar geniş bir kesim tarafından popülist olarak nitelendirildi. Bunun bir sebebi albümde bugüne kadar diğer albümlerinde karşımıza çıkmamış olan Ceza ve Yıldız Tilbe vokalleri. Hani o açıdan haklı olunabilir fakat bence müzikal açıdan genelde hiç de öyle bir izlenim vermemiş Mercan Dede. Albümün açılış parçası "800"'ü vokali silip dinlesem anca bu kadar etkilenebilirim. Ceza'nın yazmış olduğu sözler ise albümün aidiyetine tamamen uyuyor. Trompetler bana biraz ilginç geldi sadece parça boyunca. Onun haricinde her haliyle yakışmış parça. Ama arkasından bir "Yol Geçen Hanı" geliyor ki kulaklara şenlik.

Albüm içerisinde "Mercanistan" bana fazlasıyla Balkan havası geldi ve pek albüme oturtamadım açıkçası. Hani diğer parçalardan fersah fersah ayrı bir kulvarda. Benzeri "Güneş Doğudan Doğar"'da var aslında ama tablaya olan saygımdan dolayı eleştiremiyorum burada. Yine de Nusrat Fateh Ali Khan vokali her an gelebilir diye bekliyor insan. Son olarak da "Tutsak" işin bir nebze hafif yönünde kalıyor. Özellikle Mercan Dede'nin yaptığı müzikal açıdan yoğun parçalar düşünüldüğünde. Misket havası ne alaka? Arkasından gelen Ceza ve parçaya kafası güzelmişcesine vokal yapan Yıldız Tilbe de cabası.

Her şeye rağmen sonuç olarak genelinde beğendiğim bir albüm. Evet diğer Mercan Dede albümleri gibi Sufizm üzerine konulu bir mantaliteyle yerleştirilmemiş tüm parçalar ama onları birazcık kenara ittiğimizde karşımıza yine bildiğimiz o güzel çalışmalar çıkıyor. Tek umudum yine o benzer albümlerden birini bize sunması. O ana kadar bu albümü alıp dinlemenizi tavsiye ediyorum.

MP3: Mercan Dede - 800
MP3: Mercan Dede - Yol Geçen Hanı


Mercan Dede'nin resmi sitesi
Mercan Dede @ MySpace
Albümü satın almak için

25.12.07

To Rococo Rot - ABC123 (Domino, 2007)

Almanya'nın bizi uzun bir süre müzikal açıdan hazza ulaştırmış bir triosu To Rococo Rot. Ismindeki amalgam haricinde bize Post Rock tarzında icra ettikleri müzikleriyle birçok konuda örnek oldular.

Grup üyeleri Robert Lippok, Ronald Lippok ve Stephan Schneider ilginç biçimde birbirlerine bağlılar. İlginçlik aslında ikisinin kardeş olması değil, herhangi biri ayrılsa grubun tamamen dağılacağı gerçeğinden yola çıkıyor. Hepsinin ayrı projelerde eli kolu var (Tarwater, Mapstation vs.) fakat To Rococo Rot bir proje ve profesyonel yaşamlarının onlara göre geçici bir parçası. Günümüzde grup üyelerinin zırt pırt değiştiğini düşünürsek farklı bir yaklaşım.

Grubu Hotel Morgen ve Cosimo albümleri benim için cidden önemli bir yer teşkil ediyor. Bir arkadaşım sayesinde tanıştıktan sonra oldukça içine düşmüştüm bir dönem. Yeni albümleriyle de bu dönemi canlandırmayı umuyordum. Ama olmadı.

Bir kere albüm 20 dakika. Ne olduğumu şaşırdım ilk anda. Ricardo Villalobos'un bir parçası bile bundan uzun diye haykırasım geldi ama sonra onun kafası güzeldi dedim geçtim bu düşünceyi. Ama grubun açıklaması bunun gelecek yıl çıkacak albüm için bir hazırlık olduğu niteliğinde. İlginç ve saçma bir yaklaşım. Single çıkarsaydınız bari, onca zahmete ne gerek vardı.

Bu albüm diğerlerine oranla daha enerjik bunu ilk anda fark ediyorsunuz. Zaten ilk anda fark etmezseniz albüm bitiyor direk. Neyse uzattım süre konusunu. Albümde ses kesitleri kullanımı üçlünün yetenekleriyle orantılı olarak başarılı. Ancak çalışmaların kısalğı herhangi bir fikir edinilmesini zorlaştırıyor. Albümde en çok Enigma dikkatimi çekti. 3 dakika olması belki bunda etkilidir. Ancak 7 dakikaya uzarsa gerçekten güzel bir yapılanma ile özel bir yer edinebilir. Onun haricinde kısa sürelerde bir şey anlamakta zorlanıyor insan.

En iyisi biz 2008'de çıkaracakları yerli yerinde albümlerini bekleyelim. Böyle ağza çalınan bir parmak bal durumu var. Balın çeşidini bile anlamak zor, iyi mi kötü mü.

MP3: To Rococo Rot - Freitag
MP3: To Rococo Rot - Enigma

To Rococo Rot @ MySpace
Albümü satın almak için

21.12.07

Hooverphonic - The President Of The LSD Golf Club (PIAS, 2007)

Karşımızda Belçika'nın gururu olan gruplardan biri Hooverphonic var. Zamanında dönemin (1995) en çok ilgi gören türlerinden biri olan Trip Hop'la hayata başlayan grup daha sonra çehresini daha da genişletti. Ancak köklerine bağlılıkları her zaman dikkat çekiyor.

Rock N Coke'taki o güzel konserleriyle de her zaman andığım grup gerçekten çok başarılı. Belçika'da ise tapılıyor. Bu sene Rock Werchter'de olmamaları için hiçbir sebep göremiyorum. Tek sorun Belçika içinde 21 konser verecek olmaları olabilir. Ama yine de gelirse karşısında büyük bir kitle göreceği kesin.

Grup Ekim ayında yeni bir albüm çıkardı, adı da "The President Of The LSD Golf Club". Aslında bu isim daha önceki "The Magnificent Tree" albümlerinin ismi olarak seçilmiş fakat o dönemde anlaşmalı oldukları Sony bu ismi sakıncalı bulduğundan bugüne nasip olmuş. Bu da bir ön bilgi.

Albüme gelelim. Massive Attack'in sessizleştiği, Trip Hop'un gönlümüzden ırak bir noktada bulunduğu bu günlerde ilaç gibi geldi. İlacın da ötesinde çok güzel geldi. Rahatladım. Hatta biraz da üzerine Massive Attack dinleyeceğim. Çok içmezsem üzerine biraz da Portishead.

Albüm rüyasal bir havada başlıyor "Stranger" ile. Sözleri ile de benzer bir duyguyu aşılıyor zaten. Arkasından gelen ve içimde şiddetle Massive Attack dinleme hissi uyandıran "50 Watt" çok güzel. Gerçekten güzel Trip Hop'u özlemişim çaktırmadan. Sonradan "Espedition Impossible" biraz daha electro pop havasında ve albümden çıkan ilk Single da bu. Eee albümü satmak lazım. Albümün en güzel parçası değil ama en çok sattıracak olanı.

"Circles" geliyor ve Trip Hop'a uzay melodileriyle dönüyoruz. Arkada hafif bir Hindistan ezgisi geliyor. "Gentle Storm" ile yumuşacık bir Rock'a dönüyoruz. Zevkle dinliyorum şu ana kadar gelenleri. Bu arada parçanın alt melodisi "50 Watt" ile aynı. Bu ne yahu aynı parçaya 2 versiyon gibi. Müzik aynı, tarz ve çalınan aletler ile sözler farklı ama yemedim. "The Eclipse Song" Ortaçağ melodisiyle geliyor karşımıza. İlginç bir yaklaşım ve güzel olmuş. "Billie" ise neredeyse akustik sınırlarında dolaşıyor. Trip Hop'a dirsek temasında ama tam değil gibi de. "Black Marble Ties" ile daha da ağırlaşıyor albüm. Trip Hop ekseninde devam ediyoruz tabii. E devam ederken "Strictly Out Of Phase" de benzeri geliyor. Yahu hızlanın diye bağırasım var, nerede albümün başındaki o hava. Parçaların hepsi güzel olunca takacak kulp bulamadım ne yapayım. Albüm "Bohemian Laughter" ile Massive Attackvari bir kapanış yapıyor. Hani vokalden belli olmasa müzikal açıdan birebir uygun bir çizgi. Ve deminki yakarışımı birileri de onlara söylemiş olsa gerek hareketleniyor bir nebze ama depresif sözler ve yapı devam ediyor nedense.

Sonuçta tüm yazdıklarımdan çıkacak şey albüm çok güzel. Söyleyecek söz yok. Güzel müzik, güzel grup, güzel vokal, yaşasın Trip Hop! Edinin, dinleyin, müziğin tadına varın.

MP3: Hooverphonic - 50 Watt
MP3: Hooverphonic - Bohemian Laughter

Hooverphonic'in resmi sitesi
Hooverphonic @ MySpace
Albümü satın almak için

2.12.07

Wallis Bird - Spoons (Island, 2007)

İrlanda'nın dünyaya katkıları Bono, Cranberries ve Intel'le sınırlı kalmıyor. Şimdi de karşımıza 24 yaşında geleceğe umutla bakacak bir sanatçı daha çıkardılar, Wallis Bird. Hem de şirin, yumurcak bir tarzla.

Ama yazdığı parçalara ve vokalinin yapısına baktığımızda pek de öyle yumurcak havası yok. Gayet olgun bir yapıda. Hani ilk albüm için beklentilerin kesinlikle üzerine kalıyor. Folk'a biraz daha yeni bir bakış açısı getirerek yerleştirmiş yazdığı parçaları albüme.

Şöyle geriye bir adım atıp dinlediğimde parçalardaki enstrümental zenginliği saygıyla karşıladım. Buna en iyi örnek "6 Ft 8". Prodüktörü kim bilmiyorum ama eğer biri parmak sokmadıysa helal bu kıza.

Açıkçası Folk'a ağırlık verdiği noktalarda benim diyen Amerikalı Folk vokalistlerine taş çıkartıyor. Ha İrlanda'dan bunu yapması daha da dikkat çekici. Ama "Slow Down"'u dinlerken gerçekten bu söylediğimi anlayacaksınız. "You Are Mine" da benzer bir tepki yaratıyor insanda.

Şu ana kadar verdiği konserlerle alakalı edindiğim tepkiler ise çok güzel. 11 parçalık albümünde boş hiçbir çalışma olmamasının verdiği bir performans listesi var ve bunu insanlara çok güzel zaman geçirecek şekilde düzenlemiş. Bu daha da iyi bir haber.

Albümde beni en çok eğlendiren ise "Blossoms In The Street" oldu. Gamzeli bir insan olarak aklıma direk sokakta sırıtarak dolaşan Wallis Bird geldi etrafa neşe saçarken. E yumurcak da zaten. Tam uydu bu. Evet. Diğer eğlence kaynağı ise garip şekilde sempatik "Country Bumpkin". Adı bile komik, kendisi ise buse zorunluluğu getiriyor dinlerken.

Gelecek açısından mutlaka dikkat edilmesi gereken bir isim. Şu an söz konusu olduğunda ise albümünün dinlenilmesi gerektiğini tüm gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Island Records'a da böyle güzel bir yeteneği bize sundukları için teşekkür etmek kalıyor.

MP3: Wallis Bird - Slow Down
MP3: Wallis Bird - Blossoms In The Street

Wallis Bird'ün resmi sitesi
Wallis Bird @ MySpace
Albümü satın almak için

30.11.07

Mando Diao - Never Seen The Light Of The Day (EMI, 2007)

Mando Diao adından anlaşılamayacağı üzere İsveç'li bir grup. Aslında 1995'e dayanan geçmişlerinde ilk albümlerini 2003 yılında çıkardılar. Ancak ilk albümleri "Bring 'Em In"'in arkasından herşeyin hızla gelişeceği kesindi. 2004'te "Hurricane Bar" albümlerini de koydular masaya. Tamam dedik sustuk. Oluyor bunlar.

Çok güzel. Oh. Indie Rock açısından genelinde eskiye oranla daha zayıf olarak nitelendireceğim bir yılda yüzümü güldüren birkaç albümden biri. Eğlenceli, hareketli, enerji veren bir yapısı var. Her şeyden öte güler yüzlü. Müzik hem böyle, hem de güzel olunca bundan daha güzel keyif olur mu? Olmaz. Ha o Oasis kopyası diyenlere de buradan selamımı iletiyorum. Hadi len!

Albüm hareketli ancak birçok Indie Rock özentisi grup gibi fotokopi parça yapıları yok. Her parça başka bir grubu ya da başka bir duyguyu akla getiriyor. Ama tabii bunda gerek müzikal yapı, gerekse vokalin etkisi var. Vokal beni ciddi anlamda memnun etti. Zaten parçaların hepsi de Björn Olsson'a ait.

Albümün ilk üç parçası dakika bir gol üç yaptı. Çok başarılı ve hepsi de Single olarak çıkmayı hakediyor. Ha sonrası nasıl. Çok farklı diyemem. Zaman zaman Beatles'ı andıran bir moda giriyorlar, sonra dönüp Kaiser Chiefs'in 3 gömlek üstü bir hale bürünüyorlar, sonra klasik Rock havasını kokluyorlar. Folk Rock'a bile uzanıp Bob Dylan'cılık bile oynuyorlar. Delirmiş bunlar.

Albüm arada birkaç nazar boncuğu hariç baştan sona büyük zevkle dinleniyor. En büyük nazar boncuğu da ne işe yaramadığını anlamadığım "Macadam Cowboy". Onun haricindekiler ya güzel ya da çok güzel. Yok düzelteyim, çoğu çok güzel. Mutlaka dinlenesi bir albüm. Hadi Indie Rock kurtardın yine paçayı.

MP3: Mando Diao - If I Don't Live Today, I Might Be Here Tomorrow
MP3: Mando Diao - Mexican Hardcore

Mando Diao'nun resmi sitesi
Mando Diao @ MySpace
Albümü satın almak için (Amazon.com Aralık'ta satışa sunuyor, salak mıdır nedir / EMI umarım TR'ye getirir albümü)

28.11.07

Uusitalo - Karhunainen (Huume, 2007)

Üstad Sasu Ripatti yine boş durmadı. Uyuşturucudan kendini arındırdığından beri Vladislav Delay, Luomo ve Uusitalo takma adlarıyla bizi bombalamaya devam ediyor. Berlin'e yerleştiği günden itibaren minimalizmi daha farklı bir şekilde kucaklamasının yanında hala etkileyici orjinalliğinden ödün vermiyor.

Aslında albümü tee ne zamandır inceleyecektim. Ancak bir türlü fırsat olmadı. Bahane de yok hani. Misak'la da albüm üzerinde tonlarca kelam etmemize rağmen bir türlü dikkatimi toplayıp albüme hakettiği değeri veremedim sanırım burada. Neyse artık zamanı.

Uusitalo aslında Sasu Ripatti'nin canlı kayıt projesi olarak karşımıza çıktı ilk. Şimdi de 3. albümünde. Üvey babasının ünlü tiyatro oyunundan esinlenerek albüme bu adı koymuş. Anlamı da "Ayı Kadın".

Albümde minimalizmin dorukları bulunuyor ancak eski dönem minimalist çalışmalardan (Özellikle Ricardo Villalobos'un Dexter'ı desem anlayan anlar) alınan duygusal hazzı tekrar canlandırmayı başarmış. Günümüzün basitleşen çakma minimalizminden alabildiğine uzak durmuş. Basit vuruş yapıları üzerine tekrarlanagelen melodik dokunuşlarla yapılandırmış çalışmaları. Minimalizmin köküne saygı duruşu bir nevi.

Hani bu adama neresinden saygı duysam azdır. 1.5 aydır yapmayı kabul ettiği röportaj için soru göndermediğim için (Ki benim açımdan anormal bir durum, genelde dakiğimdir) "Nasılsın, iyi misin?" diye meraklanacak kadar düşünceli bir adam. Onca işinin arasında. Ben de anlattım işsel durumları ve güldü. Heyhat hayat. Albüm incelemesinin ortasında cort diye bunu niye yazdım ben de bilmiyorum.

Albümün 2. parçası "Korpikansa" ve 3. çalışması "Tohtori Kuka" minimalizm dersinde okutulması gereken iki şaheser. Arkalarından gelen "Konevitsa" da hiç geri kalmıyor. Bu albüm sonradan zıbıtan Gui Boratto'ya ise tez elden ulaştırılmalı. Minimal Tech House'muş. Yemeyin beni. Minimal budur.

Minimalizmi anlayış olarak belirleyen son dönemde elle avuçla tutulacak yegane albümdür kanımca. Muhteşem bir yapısallık, çok güzel kompozisyonlar ve Maradona'yı kıskandıracak ölçüde Tanrının Eli!

MP3: Uusitalo - Korpikansa
MP3: Uusitalo - Tohtori Kuka

Uusitalo'nun (Vladislav Delay) resmi sitesi
Uusitalo @ MySpace
Albümü satın almak için
Luomo - Paper Tigers'ın incelemesi

25.11.07

Equinox Günleri - Rigmor Gustafsson - Alone With You (ACT, 2007)

Isveçli caz vokalisti Rigmor Gustafsson ACT'ten yeni bir albüm çıkardı. Ancak albüm çıkmadan önce 7 Eylül'de Akbank'ın düzenlediği özel bir gece için Türkiye'ye geldi. Göremedik ama en azından gelmesine sevindik diyebilirim. Yeni çıkan albümündeki parçaları da seslendirmiş. Tabii daha önce 2004 yılında da gelmişti ancak o zamanlar henüz kendisiyle tanışmıyorduk, böyle samimi değildik.

2001 yılından beri Caz dünyasının gözünü üzerine çeken Rigmor, giderek yükselen bir kaliteyle çalışmalarına devam ediyor. "I Will Wait For You" adlı ilk albümüyle Almanya'da ödüle boğuldu, İsveç'te listelerde tepeye oturdu. Daha sonra ünlü Fransız besteci Michel Legrand'ın film müziklerine vokal yaptığı bir albüm çıkardı.

Yeni albümü Ekim ayının başında çıkan Rigmor Gustafsson yumuşak ama güçlü sesiyle dikkat çekiyor. Parça içerisinde Bülent Ersoy'un tabiriyle yürek isteyen nameler yapıyor. Yaptıkça da dinleyen kendinden geçiyor.

Albümde bazen sakince Caz, bazen Nu-Caz, bazen Funk eşlik ediyor güzel vokale. Eşlik ediyor çünkü her zaman önde Rigmor'un güzel sesi var. Şöyle akşam işten sonra yemekten önce elimize bir içki alıp dinlemek için ziyadesiyle uygun bir albüm. Günün yorgunluğunu alır hiç acımadan.

MP3: Rigmor Gustafsson - Voodoo Skills
MP3: Rigmor Gustafsson - Don't Do It Here

Rigmor Gustafsson'un resmi sitesi
Albümü satın almak için

24.11.07

Orgone - The Killion Floor (Ubiquity, 2007)

Funk. Bana göre sevmeyen ölsün denecek müzik tarzlarından biri. Orgone da yeni gruplar arasında bu 70'lerin kokusunu taşıyan müzik türünde başarılı işler çıkarıyor. Grubun adı da Funk hissiyatına uygun bir anlam içeriyor, "Evrensel Hayat Enerjisi". Funk da hayat veren, canlandıran, insana yaşadığını hissettiren bir tür.

Grup 70'lerdeki Funk'ın kökenine duyduğu saygıyı ve bağımlılığı albüm boyunca ortaya koyuyor. Bunun yanında Afro Funk ve Soul'dan aldıkları destekle de oldukça güzel bir tarz ortaya koyuyorlar. Dinlerken dönemin Disko'sunu hatırlatmayı unutmamışlar. Şöyle bazı anlarda "Soul Train" efsanesi akla geliyor. Parça yapıları da elle tutulur cinsten. Bazı noktalarda şapkam olsa çıkaracaktım hatta.

Albümün introsunu ve outrosunu saymazsak 15 parçalık cennetten kopma bir müzik bizi bekliyor. "Do Your Thing" gibi klasik parçaların yorumlaması da bu 15'in içinde hediye. Ama buna karşılık Alicia Keys'in yeni çıkan albümüne de 2 parça vermişler. Al gülüm ver gülüm, dinleyen mutlu.

Ya bir zamanlar Shaft diye bir dizi vardı, müzikleri ne güzeldi diyen insanlar! Alın size Shaft. Alın size Funk. Dinleyenleri mutlu etme garantisi. Garanti süresi 1 sonraki albüme kadar.

MP3: Orgone - Who Knows Who
MP3: Orgone - Funky Nassau

Orgone @ MySpace
Albümü satın almak için

17.11.07

Buddha Lounge - Renditions Of Metallica - The Black Lounge

Geçen yazıda bahsetmiştim efsanevi parçaların yeniden yorumlanmasına sıcak bakmıyorum diye. Hazır lafı etmişken bunun başka bir örneği var karşımızda. Buddha Lounge serisi Metallica'ya adadığı bir albüm çıkardı.

Daha önce Metallica'ya adanan birçok albüm dinledim. Apocalyptica'nnı üst düzey başarısından tutun da Dubballica adıyla Dub yorumlarına kadar. Elbette bazısı iyi olacak bazısı kötü, bazısı rezalet. Ama Metallica'nın bir özelliğinden midir bilmiyorum, daha önce sözünü ettiğim %75 kuralı bu noktada bir istisnayla karşılaşıyor ve %50 civarına yerleşiyor.

Hani albüm hakkında söyleyecek şeyler ne dersek, yeni bir parça yok :) Genel olarak World Music yorumları var. Hatta birçoğunda Türk ezgileri de var. Darbuka büyük bir yer tutuyor. Bunun yanında Hindistan'a uzanıp Tabla ve Sitar'dan da yararlanılmış. Otantik ritmlerin bir o yana bir bu yana sallandığı bir tablo var karşımızda. Derinlerden de yıllardır ezbere bildiğimiz o tanıdık melodiler yansıyor yüzümüze arada bir.

Parçalar arasında güzel olanlar, dinlenebilir olanlar ve salla gitsinler var. Mesela bir "The Thing That Should Not Be" oldukça güzel. "Enter Sandman" yorumu dinleniyor gayet. Albümün açılışını yapan "The Four Horsemen"'deki sipsi benzeri çalgı her ne haltsa nefret ettim. Yine de genelinde ilginç valla. Hani dinlenmezse ölünmez ama kaçırılmasa da hiç fena olmaz.

MP3: Buddha Lounge - Metallica - The Thing That Should Not Be
MP3: Buddha Lounge - Metallica - Fade To Black

13.11.07

Roisin Murphy - Overpowered (EMI, 2007)

Evet umarsızca yoğun iş programım, gezilerim ve ufacık bir haftasonu tatilciğimden sonra yedek yazılarım da tükenince birkaç gün dükkan boş kaldı. Ama sonunda bir yemekli toplantısız akşamda yine oturdum albümlerin başına.

Bu sefer karşımızda ikinci albümüyle Roisin Murphy var. Hala bazıları kendisini Moloko'nun vokalisti olarak bilse de o artık solo kariyeri olan ve bunda da güzel ilerlemeler kaydeden yetenekli ve güzel bir vokalist. Ama dürüstçe söylüyorum, ben hala Dave Gahan'dayım. Neyse üzerimden atacağım onu da bir ara herhalde.

Albümle aynı adı taşıyan parça Temmuz ayında single olarak çıkmış ve büyük bir ilgi toplamıştı. Roisin'in ilk albümündeki başarılı çizgisinden sonra bu albüm açısından çok iştah açtı. Benim de dahil.

Sebeplerine gelince bir kere bu sene Acid yılı. "Overpowered"'da da biraz pop maskesi giymiş olsa da güzel bir Acid tandanslı melodi var altta. Bu da sevmemdeki sebeplerden biri. Ayrıca Roisin'in o güzel vokali parçaya çok uymuş.

Albümün genelinden bahsetmek gerekirse elektronik müziğin giderek artan etkisinden bahsedilebilir rahatça. Albüm doğrudan dans pistlerini hedef almıyor aslında. Ama göz kırpıyor. Özellikle çıkacak single'larda yer alacak düzenlemeler can yakabilir. Disko modundaki "You Know Me Better"'da, hafif kafası karışmış bir Chicago House olan "Let Me Know"'da bir potansiyel var mesela.

Albümde atlanılası parça kesinlikle "Cry Baby". Albüm kesinlikle 11 yerine 10 parça olsa daha mutlu olurdum. Olmamış, hiçbir bahanesi yok, tutulacak yeri hiç yok. Her yönden başarısız.

Bunun yanında Moloko döneminden kalan yapısal şarkılar da var "Checkin On Me" gibi ve buradaki vokal düzeni de eskiyi şiddetle andırıyor. Albümde Big Beat etkisi de var Hip Hop'a dirsek temasıyla. Ancak bunlar hep Pop'un çatısı altında yapılıyor her ne kadar alternatif bir bakış açısı olsa da. E yani Beyonce değil bu, Moloko'ya vokalistlik yapmış Roisin Murphy.

MP3: Roisin Murphy - Overpowered
MP3: Roisin Murphy - Primitive

Roisin Murphy'nin resmi sitesi
Roisin Murphy @ MySpace
Albümü satın almak için bkz. DnR

8.11.07

Van Zant - My Kind Of Country (Sony, 2007)

Van Zant aslında size bir yerden tanıdık gelebilir. Lynyrd Skynyrd grubunun vokalisti ve esas oğlanı Ronnie van Zant'tan geliyordur bu. Folk Rock/Country Rock/Southern Rock tarzının akla ilk gelen gruplarından birini yaratan Ronnie, birçok Rock efsanesi gibi 29 yaşında ölen bir yetenek gibi tarihte yerini aldı. Ancak Ronnie'nin ölümü herhangi bir sorundan değil bir uçak kazasıyla geldi. Grubun birçok elemanı da bu kazada hayatını kaybetti. Bu kaza da bizi yeni "Sweet Home Alabama"'lardan etti.

Van Zant ise Ronnie'nin büyük kardeşi Donnie ve küçük kardeşi Johnny'nin kurduğu bir ikili. 1988 yılında kuruldular ve o zamandan beri genel olarak inişteki bir Rock türünün önemli ismi olmaya çalışıyorlar. Açıkçası gerek aileden gelen bir yetenek, gerekse bu türde ortada fazla ismin kalmaması sebebiyle oldukça da başarılılar bu konuda.

Van Zant, Lynyrd Skynyrd benzeri bir yapıda çünkü Van Zant 2 gitarın arkasında saklanmış diğer enstrümanlarla devam ediyor ve Lynyrd Skynyrd döneminde de önde 3 gitar vardı. Bu o dönemde de garip algılanmıştı ama sonucu görülünce kopyalanmaya başlandı.

Albüme gelelim lafı uzatmadan. Son dönemdeki savaş, aşırı romantizm, aşırı milliyetçilik temaları işleyen Country şarkılardan sıkılanlar için ideal bir kaçış noktası. Genelinde eğlenceli, romantizme döndüğü parçalarda ise aşktan bahsediyor genel olarak. Özellikle "My Kind Of Country"'de tamamen olumlu bir hava çiziyor, futboldan, güzel kadınlardan, Johnny Cash'ten ve viskiden bahsediyor. Kafa yormuyor, kopyalıktan uzak duruyor. Hani eskiden bildiğimiz güzel güzel dinlenen Amerikan Rock yorumunu dinliyoruz. Hatta tavsiyem elde bir Budweiser dinleyin.

Albümde ilginç olan nokta hızlı ve romantik parçaların birer birer sıralanmış olması. Bir hızlı bir romantik diye albüm boyunca gidiyoruz neredeyse. Bon Jovi'nin daha az pop içereni (Daha iyisi yani) olarak adlandırmak mümkün en temelinde ve gayet güzel bir yapıda albüm. Sıkılmadan dinleniyor.

MP3: Van Zant - Train
MP3: Van Zant - My Kind Of Country

Van Zant'ın resmi sitesi
Van Zant @ MySpace
Albümü satın almak için

7.11.07

Dave Gahan - Hourglass (Virgin, 2007)

O bir erkek. O bir vokal. O bir bariton. O yazdığı sözlerle sessizliğin bile tadını çıkarmamızı sağlayan bir şair. O şarkı söylerken mimikleriyle ve sahnede duruşuyla milyonları hayran bırakan bir isim. O yıllardır kulaklarımızdan eksiklemeyen sesiyle Dave Gahan.

2003'te "Paper Monsters" albümüyle Depeche Mode dışına taşan Dave Gahan yeni albümüyle iki işi bir arada çok da güzel götürdüğünü gösteriyor herkese. İlk solo çalışmasına başladığını duyduğumda içimde inanılmaz bir burukluk oluştu açıkçası. Bugüne kadar onca hayran olduğum grubun dağılıp yittiğini gördükten sonra her yenisi daha çok yara yapıyor. Ama öyle olmadı, her şey daha da güzel oldu.

Yeni albümü de 22 Ekim'de piyasaya çıktı. Şimdiden söylüyorum, bugüne kadar burada saygısızlık yapmamaya çalıştım elimden geldiğince. Ama Pitchfork'a "Hassiktir" demek istiyorum artık "Hourglass"'e 5.7 verdikleri için. Aslında sadece Pitchfork da değil. Rolling Stone (Zaten neye doğru puan vermişler onu sormak lazım), Spin, Mojo vs. Indie rock akımının yalakalığından artık bir nefes almaları gerekiyor çünkü zerre adım ileri gidemiyorlar bu şekilde.

Albümde Dave Gahan'ın Depeche Mode tandanslı prodüksiyonları var. Bunun yanında bir nebze NIN'e doğru kaydığı sert endüstriyeller de var. Ama bunun yanında bir nebze deneysellik katmış olayın içine. Parçaların arasında ortalama altı ben bulamadım, ortalamanın bir hayli üstünde parçalar ise gani.

Albüm "Saw Something" ile başlarken Dave Gahan vokalindeki tüm seksapelliği gözler önüne sermiş. Parça yapısal açıdan romantik endüstriyel desek doğru olur. Daha sonradan elektronik altyapılara isyan eden bir bateri geliyor ve parça bana göre daha etkileyici oluyor. "Kingdom" geldiğinde ise o ayağa kalkmak elzemleşiyor. Daha düşük tondan vokal kullanıyor ama parçanın her yerinde enerji var. Zaten albümden çıkan ilk single. Sözler çok güzel ama öyle alışmışız. Bu sesle ne söylese sesleri güzel olarak adledeceğiz zaten. Çok güzel bir parça. "Deeper And Deeper" geldiğinde synth'lerle karşılıyor, hem de devasasından. Masam yerinde zıplıyor desem yeridir. Muhteşem bir endüstriyel yapının üstüne dizilmiş güzel sözler. Tartışmasız albümdeki favorim. Konserde izlersem çevredekilere vereceğim geçici rahatsızlıktan dolayı şimdiden özür dilerim.

Bir anda "21 Days" ile dibe vuruyoruz. Synth yine var elbette ancak bu sefer çok daha sakin. Back vokalli bir yorum dinliyoruz ve parçanın göreceli olarak sakin yapısına çok uyuyor. Sözler ise hala etkilemeye devam ediyor. "Miracles" ise bizi yeni bir dünyaya götürüyor doğrudan. Elektronik parçalardan oluşan bir okyanusta sadece Dave Gahan'ın vokali var. Biraz depresif sözlerle de tüm bu melankolik yapıyı destekliyor. Sonunda "Use You" ile kendimize geliyoruz. Endüstriyellik ve New Age'in çok güzel birleşimini dinliyoruz. Parçanın sözlerinde ise aynı aykırılıklarla karşılaşmak mümkün. Konserde dinlenesi ve dağıtılası bir parça daha. Synth'ler coştuğunda sert ve keskin vuruşlar apayrı bir etkileyicilik kazanıyor.

"Insoluble" ile albümün en deneysel parçasına geliyoruz. Biraz minimalizm etkili yapısı var. Genel duruşu ise bugüne kadar Dave Gahan'ın sesinin eşlik ettiği parçalardan çok farklı. Bir nebze Thom Yorke'çuluk mu var diye düşünesi geliyor insanın. Ama daha değişik temellerde olduğu açık. Hani hayran bırakacak yapıda değil ama kesinlikle vasat değil. Derken "Endless" ile romantik bir havaya gireceğimizi düşünürken bir anda karşıma başka bir şey çıkıyor. Oysa "Endless" adı çok da uygundu romantik bir parçaya. Neyse. Synth'ler giriyor erkenden ve vokal hazırlıyor. Giderek yükselen enerji yapısı bir türlü tepe noktaya çıkamayınca beklenti yükseliyor. Albüm de adını bu parçanın sözlerinden alıyor. Parça sonlara doğru synth'lerin üste çıkmasıyla biraz daha enerji dışa vuruyor ama yine de romantik ve hareketli parça yapıları arasında sıkışmış kalmış. Keşke birini seçseymiş. "A Little Lie" biraz Rock esintili geldi bana. Her ne kadar melodi synth'ten gelse de Rock parçalarının yapısı var. Ancak melodi durduğunda dalgalar da diniyor ve vokal sakince ipi ele alıyor. Ama agresifleştiği an parçanın yapısı değişip direk saldırganlaşıyor. Albüm noktayı "Down" ile koyuyor. Idam sehpasında yer alan bir hali var Dave Gahan'ın. Belli yapıda giderken aniden sert bir dönüşle synth'ler giriyor back vokallerle. Koro bölümünden sonra geriye dönüyoruz. Bu sert değişimler biraz keskin olmuş, hazırlıksız yakalıyor. Ama genelinde başarılı parçanın yapısı.

Albümle alakalı son söz, altında Depeche Mode imzası olsa o verilen puanlar 80'leri bulurdu herhalde. Hepsi kıskanç bunların. Dave Gahan 2008'de turneye çıkacak ve festivallerde o puanları verenlerin suratlarını görmek isterim.

MP3: Dave Gahan - Deeper And Deeper
MP3: Dave Gahan - Use You
MP3: Dave Gahan - Kingdom (Booka Shade Club Mix)

Dave Gahan'ın resmi sitesi
Dave Gahan @ MySpace
Albümü satın almak için

30.10.07

Robert Plant & Alison Krauss - Raising Sand (Rounder, 2007)

Bir tarafta Robert Plant, diğer tarafta evinde Grammy koyacak yeri kalmayan Country şarkıcısı Alison Krauss. Birlikte albüm çıkarmışlar. Bekler miydim, evet diyemem. Ama olmuş bir kere. Sonuç önemli elbette. Tabii şunu da belirtmek gerekir, albümdeki parçaların hepsi eski Country, Blues ve Folk şarkıları. Yapılarında ufak değişiklikler ve vokal yorumlamaları ile hazırlanmış albüm.

Albüm aslında gayet sessiz çıktı. Robert Plant'in son dönemde müzik dünyasına geri dönüş sinyalleri, konser turnesi (Ki Türkiye'ye de geldi dememe gerek yok herhalde) aslında bir beklenti içine girmemizi sağladı. Ama bu şekilde olacağı sürpriz oldu bana.

Albümdeki müziğin kıvamı pamuk helvası benzeri. Hani derinden fon müziği misali dinleniyor. Varlığını hissettirmeyecek kadar yumuşak. Bir tek "Gone Gone Gone"'da albümün çizgisini aşıp coşuyor, bir de Doors/Beach Boys karışımı bir hissiyatı yaratan "Fortune Teller" var. Eğer çok zorlarsam Southern Pop Rock'a sokabileceğim "Let Your Loss Be Your Lesson" var ama o fasülye gibi arada.

Alison Krauss'un albümün müzikal yapısında ağırlığı var diyebilirim bu sebeple de. Ancak müzikal altyapının güzelliği kesinlike Robert Plant'ten geliyor diyerek taraf tutacağım. E bana ne kardeşim, Robert Plant'e biraz fazla paye vermem lazım.

İki kuş tüyü yastık yapısındaki vokal zaten dinlendiren parça yapılarıyla birlikte çok güzel bir ikili oluşturmuş. En ufak zorlama, en ufak kulağa batma yok. "Killing Blues" bu konudaki en iyi örnek. Ama yapısal anlamda beni en çok etkileyen "Sister Rosetta Goes Before Us" oldu. Alison Krauss'a da burada vokali için kucak dolusu tebrikler. Hani albümdeki genel Country yapısına biraz modern bir bakış diyebiliriz rahatça ama kendi başına çok etkileyici olduğu kesin. Kemanın bu güzel tabloya ustaca yerleştirilmesi beni bitiren nokta oldu tabii.

Açıkçası baştan biraz çekingendim. Benden önce albümü dinlemiş olan Misak Tunçboyacı'nın sanırım Country ile arasının sıcak olmamasından gelen beğenmemişliğinin de biraz bunda etkisi vardı. Yine de ben beğendim. Hatta çok beğendim. Ama bu demek değilki Robert Plant böyle devam etsin.

MP3: Robert Plant & Alison Krauss - Killing The Blues
MP3: Robert Plant & Alison Krauss - Rosetta Goes Before Us

Raising Sand albümünün resmi sitesi
Albümü satın almak için

22.10.07

The Verve

Uzun bir aradan sonra gündemdeki geri dönüş akımına kapılıp birleşen gruplar arasına girdi The Verve de. Aslında işin ilginç yanı grup birleştiğinde açıklama yapmadı. Doğrudan stüdyoda buluştular ve çalışmalara başladılar. Sonucunda ise şu anda ismi açıklanan 6 parça var. Bunlardan bir tanesi "The Thaw Sessions" ise NME dergisinin Internet sitesinde 1 hafta süreyle dinleyicilere sunuluyor. Bu fırsatı kaçırmayın ve The Verve'ün geri dönüşünü kutlayın derim.

"The Thaw Sessions" konusuna gelince. 14 dakikalık çok güzel bir çalışma. Zevkle dinledim biraz deneysele kaçan Rock türündeki parçayı. Biraz çağdaş ozan havası var vokalde ve gerçekten etkileyici bir halde dönüyor The Verve. Diğer parçalar da bu şekildeyse eğer, The Verve ortalığı bir hayli sallayacağa benziyor. Mutlaka dinleyin derim.

Bunu geç okuma ihtimali olanları göz önünde bulundurarak parçayı ayrı bir yere de yükledim. Oradan da edinebilirsiniz.

İsmi açıklanan parçalar şöyle:

Sit And Wonder
Judas
Appalachian Springs
Mona Lisa
Rather Be
The Thaw Sessions

Buradan formu doldurup "The Thaw Sessions"'ı indirebilirsiniz
Alternatif olarak buradan da formsuz indirebilirsiniz

The Verve resmi sitesi
The Verve @ MySpace

21.10.07

Proodos Setleri

Herkese selam,

İş değiştirme safhasında evde otururken boş durmama amacıyla 2 adet set hazırladım. Aslında bunları daha önce Eksiwave adlı Internet bazlı bir radyoda düzenlemiş olduğum "Dark Side Of The Moog" ve "Light Side Of The Moog" programlarını baz alarak yaptım. İlgilenenler için aşağıda setlerle ilgili bilgiler ve linkleri var.

Dark Side Of The Moog seti - Electro, Tech House, Techno

Parça listesi:

01) Wink - Thick As Thieves
02) Levan - Dresscode (Original Mix)
03) Swat-Squad - Complicaciones
04) Ulysse - Sometimes
05) Maximilian Skiba - Transphormer
06) Moonbeam - Eclipse
07) Adam Beyer - China Girl
08) Guy Gerber - X-Factor
09) Swen Weber - Bassmann (Chris Count´s Access Mix)
10) Alex Carbo - Scorpio
11) A2Z Aka Acquaviva & Zenker - Swimming With Sharks (Olivier Giacomotto Remix)
12) Pryda - Armed
13) Alex Connors - Trust (Original Mix)
14) Roberto Rodriguez - The Days We Lost
15) Alex Gopher - Brain Leech (Bugged Mind Remix)
16) Zeta - Disco Daddy (Keller Dub Mix)
17) Justice - D.A.N.C.E (Mstrkrft Remix)
18) Kavinsky - Wayfarer
19) Kavinsky - Testarossa (SebastiAn Remix)

Set süresi: 124:12
Ses kalitesi: 192 Kbps

1. Parça
2. Parça

Seti dinleyebilmek için iki parçayı da indirmeniz gerekmektedir.

Light Side Of The Moog seti - Minimal House ve Minimal Techno

Parça listesi:

01) Luna City Express - Freaky Suckers (Dave Shokh Treatment 1)
02) Terje & Anders - Timian (Nicolas Stefan Remix)
03) Davide Squillace - U Are Like Sunray
04) The Viewers - Blank Images (Lazy Fat People Remix)
05) Pele - Mars Marijh
06) Anja Schneider - Loop De Mer (Original Mix)
07) Delon & Dalcan - Freak (Martin Eyerer Remix)
08) Ash turner - Under Par (Original Mix)
09) Danilo Vigorito - Chastity
10) Spektre - Chiral
11) Pier bucci - Hay Consuelo (Original Edit)
12) Brian Sanhaji - Reaction
13) Joseph Capriati - Microbiotik (Massi DL Remix)
14) Paul Ritch - Winter Ceremony
15) Swat-Squad - Mania
16) Guido Schneider - Transmission
17) Axel Bratsch - Dark
18) Yapacc - Boutique Minimal (3 Channels Remix)
19) Tigerskin - Crazy
20) Davide Squillace - Bcn Slices

Set süresi: 123:15
Ses kalitesi: 192 Kbps

1. Parça
2. Parça

Seti dinleyebilmek için iki parçayı da indirmeniz gerekmektedir.

Yorum yazmak, atıp tutmak serbest.

20.10.07

PJ Harvey - White Chalk (Island, 2007)

Albümün haberi ilk geldiğinde şöyle bir yerime oturup düşünmüştüm karşımıza çıkacak diye. Sonuçta bahsettiğimiz kişi PJ Harvey. Rolling Stone dergisinin gelmiş geçmiş en iyi 500 albüm listesinde 2 albümü olan biri. 2 kez yılın sanatçısı ödülünü almış tabii bununla beraber.

Tarz olarak İngiliz olmanın verdiği agresifliğe sahip olan PJ Harvey, protest sözleri ve melodileriyle de bazen hissettirerek, bazen hiç hissettirmeden bize aşıladı duygularını.

Açıkçası antisosyal ve sessiz olması, tüm duygularını müziğiyle dışarı vurmasını sağlıyor. Bunlar da genel olarak kızgınlık ve hayal kırıklığı olarak karşımıza çıkıyor çünkü dışa vurulma ihtiyacı bu duygularda en çok kendini gösteriyor. Bunun yanında bu albüme göre eskilerde daha sert bir bakış açısıyla yaklaşıyordu her zaman. Ancak gerek müziği, gerekse yazdıkları o derece etkileyici ki insanların hepsini bir gerçek olarak algılamasına şaşılmamalı. "Down By The Water" şarkısının sözleri yüzünden bazı eleştirmenler PJ Harvey'nin bir çocuğu olduğunu ve onu suda boğarak öldürdüğünü yazmışlar. Gaza gelmek bu olsa gerek.

Albüme gelince, albümde hala bazı noktalarda aynı dışavurum dikkat çekse de genelinde eskiye oranla daha sakin bir albüm. Bunun temel sebebi de PJ Harvey'in geçtiğimiz sene içerisinde sosyal anlamda biraz daha olgunlaşması. Ayrıca geçen senenin büyük bölümünde Los Angeles'taki bir grupta bas gitar çalarak geçirmiş ve turne sırasında insan ilişkilerinin geliştiğini söylüyor. İnsanlara kendini daha yakın hissettiğini ve artık konuşmaktan çekinmediğini söylemiş.

Bunun dışında albümde yoğun etkisi bulunan klasik müzik konusu var. Bach, Beethoven, Handel, Arvo Part gibi isimleri yoğun bir dinleme safhasından sonra pek de uzmanı olmadığı piyanonun başına geçip beste yapmaya koyulmuş. Zaten albümde de bunu görüyoruz. Parçaların çoğu ya piyano temelli, ya da piyanonun önemli rolü var.

Albümde sözler açısından karanlık hava bazı noktalarda yine baskın. Özellikle vokalin vurgusuyla oldukça kararıyor hava. Elbette alışkanlıklar ve karakter öyle 1-2 yılda değişmiyor. "The Devil", "Dear Darkness", "Broken Harp", "Silence" ve "Before Departure" bu konuda etkin rol oynuyor albümde. Aslında piyanonun kullanımının artması sanırım duygularının ifadesinde de daha etkin bir ortam yaratmış.

"Grow Grow Grow" eski albümlere göre çok tanıdık geliyor. Sanki daha önce, bir yerlerde duymuştuk. Ya da yaşamış mıydık? Bir deja vu hissi veriyor ama nerede ve nasıl sorularının cevabı parça çalarken daldığınız hayallerde saklı. Piyano melodisi sayesinde dalga dalga geliyor hayaller.

"When Under Ether" ise kafası güzel bir insanın hikayesini anlatıyor. Oldukça duygusal bir altyapıdan giriyor ve çarpık duygu hallerini iletiyor bize.

"Broken Harp" ve "The Piano" benim albümde yüzümü biraz olsun ekşitmeme sebep oldular bana göre başarısız yapıları ve müzikal anlayışlarıyla. Açıkçası hani laf etmeye dilim varmıyor ama dinlemekten pek hazzetmedim bu ikisini ve dinlesem de bir şey kaybetmezmişim.

MP3: PJ Harvey - The Devil
MP3: PJ Harvey - Grow Grow Grow

PJ Harvey resmi sitesi
PJ Harvey @ MySpace
Albümü satın almak için

15.10.07

Beirut - The Flying Club Cup (Ba Da Bing, 2007)

Amerikalı genç yetenek Zach Condon'ın kurduğu Beirut grubu şimdiki konuğumuz. İlk albümünü 15 yaşında çıkaran ve o zamandan beri durmadan çalışan, üreten bir yetenek. Onun müziğini şekillendiren şey ise 16 yaşında Avrupa'ya yaptığı bir gezi sırasında tanıştığı Balkan müzikleri.

2006'da çıkardığı "Gulag Orkestar" albümüyle dikkatleri çekti dünya çapında. Arkasından başlayan turnede yolu ülkemize kadar uzandı ve 30 Haziran 2007'de Radar Live festivalinde sahne aldı. Sadece sahne almadı, izleyenleri mest etti. Ben izleme şansı bulamadım ancak Misak Tunçboyacı'nın ballandırarak anlatışını birkaç kere dinledim.

Yeni albümü "The Flying Club Cup" da bir önceki albümünün yarattığı etkiyi devam ettirmeyi amaçlıyor. Amacına da ulşacak gibi görünüyor. Balkanların o kendine özgü havasını koklayacağınız yoğunlukta size sunuyor. Ve bunu biraz nostalji, biraz romantizm, biraz da melankoli katarak yapıyor.

Albüm nostaljik "Nantes" ile başlıyor. Vokalin kullanılışı sayesinde biraz daha düşünüyorum bu adam nasıl 21 yaşında diye. Ama daha çok şaşıracağım. "A Sunday Smile"'ın romantizmi geldiğinde yine hazırlıklıyım ama arkasından "Guyamas Sonora" vurduğunda işte o yine şaşırma noktası geliyor. Vokali kenara koydum, xylophone ve kemanın ortak saldırısı karşısında savunmasız kalıyorum. Andrea Corr'un parmağı var mı o kemanda merak ettim. Benzer duygu yükü var çünkü. "La Banlieu" ise %100 katıksız Balkan orkestrası ürünü gibi. Piyano sadece bozuyor saflığı ama bu halde bozmasında en ufak sakınca yok. Akordiyon ve trampet delisi "Cliquot" ise apayrı güzel geliyor.

Albümde en zayıf halkalar bence "The Penalty" ve "Forks And Knives". Onlar da hani diğerlerine bakınca zayıf kalıyor. Bunun haricinde en ilginç nokta caz etkili "In the Mausoleum" oluyor. 1960'lardan kalma bir havası var ve yapısıyla albümde sıyrılıyor. Hani ona en yakın olan da "Un Dernier Verre" genelindeki solo piyano yapısıyla. Son anda o da Balkanlara uzanıyor trompetlerle. Bu arada albümde gitar yok, yani "Gulag Orkestar"'da dikkatimizi çeken Zach'in gitara kıllığı halen geçmemiş.

Çok güzel, çok çok güzel bir albüm. Mutlaka dinlenesi bir havası var. Balkanların o oynak havasından farklı olarak diğer yüzünü de ortaya koyuyor ve taa Amerika'daki stüdyosundan. Hele "Gulag Orkestar"'dan en büyük farkı yeni albümünün stüdyoda, eskisinin de Zach'ın evinde kaydedilmiş olması. Güzellik, ahenk hala yerinde duruyor. Ne mutlu bize.

MP3: Beirut - Nantes
MP3: Beirut - Guyamas Sonora

Beirut'un resmi sitesi
The Flying Club Cup'ın resmi sitesi
Beirut @ MySpace
Albümü satın almak için

12.10.07

Radiohead - In Rainbows (Not On Label, 2007)

Kabına sığamayan Radiohead'den yine farklı şeyler görüyoruz. Önceleri grubun resmi forumunda garip garip mesajlar yayınladılar yeni albümleriyle alakalı. Daha sonra çeşitli kaynaklardan hiçbir plak şirketiyle anlaşamadıkları haberi geldi ve endişe doğurdu. Albümü daha fazla beklememiz anlamına gelebilirdi bu. Arkasından son açıklama uzun bir zaman sonra yine foruma geldi ve albümün 10 Ekim'de satışa sunulacağını söylüyordu. Ama albümü kendileri yayınlayacak ve öncelikle İnternetten satış yapacaklardı. Bu olay Prince'in gazeteyle albümünü dağıtmasından sonra kısa sürede 2. şok oldu müzik piyasasında. Grupların kendilerine büyük plak şirketlerini es geçip yeni mecralar yaratması modası iyice gelişti.

Derken 10 Ekim geldi ve karşımıza ilginç bir durum çıktı. Albümü kutusuyla almak isteyenlerin önüne 41 Sterlin'lik bir opsiyon çıktı. 3 Aralık'tan itibaren dağıtılacak kutuda albümün kendisinin yanında 1 adet bonus disk de var. Bunda daha önce bazıları konserde çalınmış, bazıları ise hiç çalınmamış eski ve yeni parçalar var. Ama işin asıl ilginci, albümü İnternet üzerinden indirmek isteyen kullanıcılara oldu. Fiyatı kendinizin belirlediğiniz bir boşluk vardı. "Gönlünüzden ne koparsa" diye de yazıyorlar yanına çekinmeden. Helal olsun diyorum açıkçası. Albümü bedavaya da indirebiliyorsunuz eğer 0,0'ı seçerseniz. Ama gönlünüzden geçeni verebilirsiniz. Sitedeki inanılmaz yoğunluk için de uyarayım. Biraz uğraşabiliyorsunuz. Üye olmanız da gerekiyor.

Albümün şimdilik indirilebilir kısmında yani ilk diskte 10 parça var. Şimdi sıra bunları incelemekte.

Albümün genelinden başlamak gerekirse Thom Yorke'un o agresif hali gitmiş. Özellikle solo albümü "Eraser"'da görmüş olduğumuz olgunlaşma burada da aynı etkisini gösteriyor. Ama hemen gönüllere su serpmek lazım, albümün müzikal anlamda "Eraser"'la olan benzerliği alternatif ve olgun bir albüm olmasıyla sınırlı. Türleri açısından bir benzerlik taşımıyorlar. Radiohead yine bildiğimiz Radiohead.

1) 15 Step - Elektronik vuruşlarla başlaması bir anlık tedirginlik yaratmıyor değil Radiohead olması sebebiyle. Ama daha sonra gitarın girmesiyle kendime geliyorum. Aksak vuruşlarla devam eden parçada kulak gıdıklayan yumuşak Radiohead gitar melodisiyle güzel güzel gidiyor.

2) Bodysnatchers - Distortion'la giren bir gitarla başlıyor. Arkasından hareketli bir melodiyle devam ediyor. Biraz deforme olmuş Rock N Roll havası var. Albümdeki farklı bakış açılarından ilki diyebiliriz bunun için. Hani Doors dönemine uzanmış parçayla. Thom Yorke vokalde de buna uygun bir performans sergilemiş.

3) Nude - Derhal frene basıyoruz. ABS olduğu da belli, anında yavaşladı. Bir Thom Yorke baladıyla karşı karşıyayız. Romantizm yüklü, gerek melodisiyle gerek sözleriyle. Sizi alıp hayallere daldırabilecek kadar başarılı bir yapısı var.

4) Weird Fishes/Arpeggi - Tekrar "15 Step"'teki hızımıza dönüyoruz. Thom Yorke'un okyanusta çekilen belgesel edasıyla anlattığı bir aşk hikayesi. Çok güzel bir yapısı var. Orta bölümde agresifleşmesi bile sakince. Takdir ettim.

5) All I Need - Ağır aksağa geri dönüyoruz. "Streets Of Philadelphia" ayarında bir hızda. Elektronik bir melodiyle vokal giriyor. İkisi de benzer vurgularda ve puslu bir hava izlenimi veriyorlar. Sözlerin de etkisiyle melankolikleşiyor. Xylophone ise olaya sadece artı etki yapıyor biraz naiflik katarak.

6) Faust Arp - Daha da yavaşlayarak yolumuza devam ediyoruz hafif bir gitar ve keman melodisiyle. Vokal önde yer alıyor benzer yumuşaklıkla. Akustik gitar parçaya güzel bir romantizm katıyor. Vokalde Thom Yorke hikayesini anlatmaya devam ediyor durmadan.

7) Reckoner - Caz mı? Vuruşların yapısı ve niteliğiyle caz havasıyla geliyor. Arkasından gitar melodisi biraz şekillendiriyor. "Keşke"lerle dolu bir havası var adında olduğu gibi. Bir süre sonra vuruşlar geri çekiliyor ve sahneyi vokale bırakıyor. Albümdeki ve genel hayatındaki melankoliyi ayna gibi yansıtıyor Thom Yorke. Yaylılar girdiğinde ise ağzım açık dinliyor halde buluyorum kendimi.

8) House Of Cards - Hafif Folk Rock misali çıkıyor karşımıza. Thom Yorke'un arkadaki seslenişleri de bu yapıya uygun. Aksak vuruşlar ise dikkat bile çekmiyor. Aksaklığı dışında Amerikan bir gruba atfedeceğim farklı bir çalışma. Tabii vokali duymasam. Thom Yorke vokalde tonunu yükselttiğinde ise apayrı bir hissiyata sokuyor. Ağzım kapanamadı bir türlü.

9) Jigsaw Falling Into Place - Paranoid Android'in akustiği bir gitar melodisi var. Vuruşlar ise yapıyı değiştiriyor. Melodi değiştiğinde yine Folk Rock öğeleri barındırıyor. İnce Thom Yorke vokalinden eser yok. Yerine iddialı bir tondan gidiyor. Albüme oranla hareketli ve agresif bir yapıda parça. Thom Yorke vokalde alt tona indiğinde agresifliğini vokale de yansıtıyor ve şeklimizi tam anlamıyla buluyoruz. Son hali biraz Oasis ve Cardigans karışımı hissi verdi ama daha başarılı demeliyim.

10) Videotape - Albümün son çalışması piyanoyla ağlıyor. Hüzün, eski anıların akla gelmesiyle yoğunlaşıyor. Eski kasetleri seyrederken çok tehlikeli bir fon müziği. Derin bir of çekesim var. Müziğiyle duygularını bu kadar güçlü bir şekilde yansıtan bu adama ne diyebilirim bilmiyorum. Vuruşların gelişen yapısı ise duygu yükünü birkaç kat artırıyor.

Son sözüm şudur ki: eline sağlık Radiohead, eline sağlık Thom Yorke. Yine bir albümde değişim süreci geçirdikten sonra yine birçok insanı hüzünlendirecek, bir çoğunu depresyona sokacak, ağlatacak ama bazılarını da müziğine ve yeteneğine aşık edecek bir albümle karşımıza çıktılar. Son 4 saattir dinliyorum ve daha en az bir 100 saat dinleyecek gibi görünüyorum.

Radiohead - Nude
Radiohead - Weird Fishes/Arpeggi

Albümün resmi sitesi/Satın almak için
Radiohead'in resmi sitesi

8.10.07

Proodos Özel ... (6) - Guts Röportajı

Guts projesiyle çıkardığı ilk solo albümü "Le Bienheureux" ile bu sayfalara konuk olan çiçeği burnundaki Fabrice ile bir röportaj yaptım. Bunun temel sebebi de yaptığı müziği ileri derecede beğenmiş olmam ve kendisini tanımak istemem. Umarım benim gibi düşünenler de çoğalır kendisi hakkında çünkü albümü bunu hakettiğini açıkça gösteriyor. Herkese iyi okumalar.

Sühan - Merhaba Fabrice. Sen bizim için yeni bir isimsin. Bize nereden geldiğini ve bizi nereye götüreceğini biraz açıklar mısın?

Fabrice - 1980'lerin sonlarında Hip Hop DJ'i olarak başladım. DMC DJ'i olarak yarışmalara katıldım. Daha sonra "Alliance Ethnik" adında bir Hip Hop grubu kurdum. Bu grup 10 yıl boyunca devam etti. New York'ta Bob Power adında bir prodüktörle çalıştık ve o dönemin önemli isimleri A Tribe Called Quest, The Roots, De La Soul ve Common gibi grupların da prodüktörlüğünü yapıyordu. "Respect With Vinia Mojica" parçamızla büyük ilgi gördük ve albüm de büyük başarı kazandı. Daha sonra De La Soul, Common, Biz Markie ve Rahzel'le birlikte çeşitli parçalar yaptık.

Daha sonra Kif Records bünyesindeki Fransız Rapçilerle çalıştım. Bu serüven 5 yıl sürdü. Son 2 yıldır solo olarak dünyaya açılmak için çalıştım. Şimdi kendimi Nightmares On Wax aka DJ Ease'in WAX ON Records ailesindeyim. DJ Ease de benim gibi İbiza'da yaşıyor ve bu hikaye daha yeni başlıyor!!!

Sühan - Wax On Records'dan promonu aldım ve açıkçası bayıldım. Nightmares On Wax'e oldukça benzer bir tarzın var. Seni etkileyen sanatçılardan bahseder misin?

Fabrice - Aslında tüm Hip Hop kültürü beni etkiledi. Ben bu kültürle büyüdüm. Rap, Breakdance, DJ'lik ve Grafiti. Tabii Public Enemy, NWA, Beastie Boys, A Tribe Called Quest, De La Soul ve Boogie Down Production gibi Hip Hop ve Rap gruplarının hepsi beni etkiledi ve bugün hala etkiliyor!!!

Soul, Jazz, Rock, Pop ve Reggae'yi daha geç keşfettim. Şimdilerde her tür müziği dinliyorum, elektronik de dahil, tıpkı jenerasyonum gibi. Günümüzün Hip Hop'unu pek dinlemiyorum çünkü biraz sıkıcı olmaya başladı. Artık daha alternatif sanatçılardan etkileniyorum diyebilirim.

Sühan - Albümün gerçekten çok iyi organize edilmiş ve bu yıl için türünün en iyileri arasında. Beklentilerin nasıldı ve tepkiler nasıl gelişti?

Fabrice - Aslında tepkiler çok iyi şu anda. Albüm Eylül ayının 24'ünde çıktı ve albümden çıkan ilk plak "And The Living Is Easy" şu ana kadar İngiltere'de BBC 1'de, Almanya'da ve Avustralya'nın da en büyük radyolarında çalındı. (Sühan notu: Misak Tunçboyacı ile birlikte biz de Dinamo FM'de geçtiğimiz Pazartesi albümden 4 tane parça çaldık) Bu parçayı birçok radyo çalıyor artık. Evvelsi hafta İrlanda ve Almanya'da birer konser verdim ve tepkiler de beklediğimden iyiydi. Mutlaka en kısa zamanda Türkiye'ye de geleceğiz!!!

Sühan - Albüm için güneş dolu tanıtımı uygun olur. İçinde birçok ruh hali var ama güneş her zaman ışıldıyor tepede. Güneşi seviyor musun?

Fabrice - Aslında benim en belirgin özelliğim ayçiçeği gibi sürekli güneşe dönüyor olmam. İbiza'ya da bunun için taşındım. Yaptığım müzik için bana enerji veriyor. Bu şekilde dinleyenlerin beynine gezintiye çıkıyorum ve bu cidden bir gezinti oluyor benim için. Albümdeki her parça sizin gününüzden bir parça veya hayatınızdan bir gün.

Sühan - Albümde gitarı romantizm temasını uygulama açısından çok etkili kullanmışsın. Sanırım senin en sevdiğin enstrüman o.

Fabrice - Evet, gitar benim en sevdiğim çalgı ve en sevdiğim ses çünkü gitarın sonsuz derecede farklı ruh halleri var. Her gitarın farklı bir tınısı var. Romanzime gelince, gitar karakterimi ve içimdeki notaları en iyi yansıtan şey.

Sühan - "Nightmare On Paris" ve "Sweet Love" benim en sevdiğim parçalar. Onların hikayesini anlatır mısın?

Fabrice - "Nightmare On Paris"'i yazdım çünkü Paris'e hem aşığım hem de nefret ediyorum. Biraz karmaşık. "Sweet Love"'a gelince ben kumsaldaki bir romantizmi şehirdeki tutkulu bir aşka tercih ederim.

Sühan - DJ olarak da performans sergiliyorsun konserlerin haricinde. DJ'lik yaparken seçimlerin neler oluyor ve insanlar nasıl bir performans beklemeliler?

Fabrice - DJ'lik yaparken açık fikirli olmanız gerekiyor. Gün içinde dinleyebileceğim her şeyi çalarım. Progresif ve geniş melodili olabilir. Kendi yaptığım mash-up parçaları, yeniden düzenlediğim başkalarının parçalarını, bilinen/bilinmeyen parçaları ve bazen de çok güzel birkaç elektronik parçayı çalıyorum. Elbette unutmadan biraz scratch de atıyorum çünkü buna bayılıyorum.

Konser verirken biraz değişik elbette. O zaman dizüstü bilgisayarımda Ableton Live programını kullanıyorum ve tabii yine pikaplarım oluyor hep.

Sühan - Son dönemde çok beğendiğin 5 plak veya albümü de söyler misin?

Fabrice - Class Of 3000 Vol 1 (OST), Justice - Cross, Outlines - Our Lives Are Too Short, Common - Finding Forever ve Dragonette - Galore.

Sühan - Çok teşekkürler. Umarım en kısa zamanda görüşebiliriz.

Fabrice - Ben de bunu çok istiyorum. İstanbul hakkında birçok şey duydum ve gelmeyi iple çekiyorum. Bakarsın bu sene albüm turnesinde gelirim. Belli olmaz.