Proodos Ozel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Proodos Ozel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28.10.08

An Important Notice ! - Önemli Bir Açıklama !

For the last four weeks, several entries of this blog have been deleted by Blogger due to copyright friction without any preliminary notification to my behalf. Unfortunately I have sent several e-mails to the related labels and did not receive a single reply whatsoever. I had two of the entries on back up, therefore I had a chance to re-publish them, but for the last three or four entries, this was not the case and those reviews are gone forever.

This blog has been and will always be a source for vinyl and album reviews, interviews and other music editorials. I have written lengthy reviews about each album featured on this blog and shared 2 tracks (With one track available for download for only 1 week and the other until Z-share deletes). These tracks were shared in order to give the readers a brief idea about how the album sounds like.

However, I have lost patience in the bizarre tactics of the labels and from now on, this blog will not live on as it is. I will move it to a web site which is currently being prepared. I should have done this earlier, but the motivation was probably lacking and now I've got that also. I am not willing to lose my entries (Efforts) to some dumb guys with suits. All I've done was to promote alternative sounds in Turkish where there are not so many reliable sources. If this is not acceptable by the smart guys, their ways of getting things done is not acceptable by me either.

All in all, I will be needing some time to get everything ready, but this won't be long as the general issues are already covered up. Hopefully everything will be settled in 1-2 weeks and I will announce the developments directly.

---------------------------------------------------------------

Türkçe de ifade etmek gerekirse son dört hafta içerisinde Proodos'taki birçok inceleme Blogger tarafından silindi. Gerekçe olarak da kanuni hakların ihlali gösterildi. Ancak öncesinde hiçbir uyarı yapılmadığı için düzeltme şansım da olmadı. Bu incelemelerden iki tanesini yedeği olduğu için hemen geri koyma imkanı buldum ama diğerlerinde böyle bir durum olamadı ve bu incelemeler tamamen gitti. Üstelik söz konusu plak şirketlerine mail de attım ama cevap verme cüretinde bile bulunmadılar.

Bu blogda birçoğunuzun da bildiği üzere sadece alternatif müzik projelerini tanıtmaya, bu projelerin sahipleri hakkında bilgi vermeye ve zamanım oldukça da bu kişilerle röportaj yapmaya çalıştım. İncelediğim her albümden 2 parçayı da incelemeyle birlikte sundum çünkü her ne kadar yazıyla açıklansa da dinlemeden bir şey anlamak oldukça zordur.

Ama plak şirketlerinin saçma sapan hareketleri sabrımı taşırdı. Ben burada onların albümleri satılsın diye zaman harcayıp albümlerini incelerken bu tarz yaklaşımlarla karşılaşmak insanın sinirini yıpratıyor. Şimdi bloğu, tüm buradaki incelemeleri ve yedekte beklettiğim, ileride yazacağım incelemeleri içerecek bir yapıya taşımakla uğraşıyorum. Bu konuda çalışmalara başlamakta biraz geç kalmış bile olabilirim ama işlerimdeki yoğunluk bunun temel sebebi oldu. Tabii kodlardan pek anlamamam da etkili oldu haliyle. Daha fazla inceleme kaybetmeden bu işi halletmeyi umuyorum. Sittin tane albüm paylaşan site varken bedavaya promosyon yapan bir blogla uğraşacak kadar ileri zekalı olan bu takım elbiseli andavalların emeğime el atamayacakları bir şekle sokacağım olayı. Ha tabii Türk Telekom engeller, ona bir şey diyemem.

En kısa zamanda gelişmeler hakkında size bilgi vereceğim. İşin ilginci Blogger kapatılmadan önce zaten bu konuda düşünüyordum ama o da bir fırsat oldu. 1-2 hafta içerisinde zaman ayırıp şu işi halledebilirsem derhal burada da bilgi verip yeni yapıyla karşınıza çıkacağım. Bu arada bugüne kadarki desteğiniz için de teşekkür ederim.

Sühan

11.5.08

100.000 Km Bakımı ve Hoş Bir Sürpriz

Uzun zaman oldu 30.000 Km bakımından bu yana. Blogda ufak değişiklikler olsa da hem hayatımızda hem de müzik dünyasında bir hayli karıştı ortalık. Burada hiç değinmesem de birçok noktada konuştuğumuz üzere politik hayatımız laçkaya döndü. Al gülüm ver gülüm modelleri bir hayli ilginç bir yapıya büründü. Neyse bunun yeri burası değil.

İş değiştirmiş ve sorumluluklarımın da artmış olmasıyla haftalık yayınladığım yazı sayısını 3'e indirdim. Başka türlü yetişemiyorum bunca yoğun gezi ve toplantı trafiğimin arasında. Yurtdışında otel odalarında albüm incelediğim bile oldu o yüzden anca bu kadar oluyor şu ara. Henüz bir şikayet gelmediğine göre herhalde bununla alakalı bir sorun da yok.

Bunun dışında bloğa yeni iki köşe katıldı, 2 köşe de çıktı. "Kısa Kısa Albümler" ve "Kısa Kısa Plaklar" köşeleri artık devam etmiyor. Bunun sebebi incelemeye değen albümleri veya plakları direk tek başına incelemek istemem. Fazla yazacak şey yoksa bile kısa olsun tek başına olsun düşüncesi.

Yeni katılan köşelerden biri bunca zamandır neden el atmadığımı bilmediğim "MySpace Keşifleri". Bir şekilde keşfettiğim grup ve sanatçıları bu köşede elimden tanıtmaya çalışıyorum. Tepkiler oldukça güzel ancak şimdilik yavaş ilerliyorum keza yine yoğunluktan dolayı. Ancak gelen tepkiler çok olumlu. En kısa zamanda sırada bekleyen yeni keşiflerle devam edecek. Diğer köşe ise "Ay Tutulması". Bu bölüm tamamen gelen talepler sebebiyle oluştu. Bir önceki ay incelediğim albümlerden seçtiğim parçalardan oluşan minik bir liste bu. Ayda bir de Misak Tunçboyacı'nın Dinamo FM'deki programına konuk olup bu listedeki parçalardan bir kısmını çalıyoruz muhabbet eşliğinde.

Küçük bir not da Röportajlar bölümüyle alakalı. Elimde hazırlamam gereken 3 röportaj var, Richard Davis, Akufen ve Move D fakat zaman yetersizliğinden ilgilenemiyorum. Umarım bir ara zaman bulup bunlara da el atacağım.

Tüm bunlar olurken blog 100.000 sınırına ulaştı ve bu benim için güzel bir duygu. Tamamen işimden ve hayatımdan arta kaldırdığım zamanlarda yazdığım yazılarla bugüne gelmesi beni memnun ediyor. Daha önce bloğa reklam teklifi geldi ama bu opsiyonu hiçbir zaman ciddiye almadım çünkü benim için hobi olan bu sitenin hobi olarak kalması lazım.

Bundan sonra ne olacak derseniz yine gelen tepkilere göre blog şekillenmeye devam edecek. Sonuçta benim için hobi olsa da bu bloğu insanlarla bir şeyler paylaşabilmek için kurdum ve bu temelde de ufak değişimlere her zaman sıcak bakıyorum haliyle.

Gelelim güzel sürprizlere. 9 Mayıs Cuma günü bir arkadaşımın okuduğu Hürriyet gazetesinin "E-Yaşam" ekine göz ucuyla bakarken "Müzik cenneti 100 Internet sitesi" adlı habere gözüm takıldı ve hemen bir göz attım. Göz attım da ne göreyim, Proodos'u da listeye eklemişler Müzik Blogları bölümünde. Habere buradan ulaşabilirsiniz. Haliyle bir hayli memnun etti beni. Hem 100.000'i aşmak hem de bu üst üste gelince keyiflendim. Tabii Bülent Burgaç'ın bana doğumgünü armağanı olan Massive Attack konserini unutmamak lazım. Doğumgünümde Massive Attack'le tanışmak ve plaklarını imzalatmak apayrı bir deneyim olacak. Belki o konser için ufak bir iki sürpriz de olabilir.

Bu yazı da bloğun son bakıma giriş yazısı olacak herhalde. Daha sonra ufak değişimler olduğunda tekrar minik yazılarla araya girebilirim ama onun haricinde destansı bir yazı gelmez önemli bir şey olmadığı sürece. Herkese muhteşem konserlerle dolu bir yaz dilerim. Notasız gününüz geçmesin.

8.10.07

Proodos Özel ... (6) - Guts Röportajı

Guts projesiyle çıkardığı ilk solo albümü "Le Bienheureux" ile bu sayfalara konuk olan çiçeği burnundaki Fabrice ile bir röportaj yaptım. Bunun temel sebebi de yaptığı müziği ileri derecede beğenmiş olmam ve kendisini tanımak istemem. Umarım benim gibi düşünenler de çoğalır kendisi hakkında çünkü albümü bunu hakettiğini açıkça gösteriyor. Herkese iyi okumalar.

Sühan - Merhaba Fabrice. Sen bizim için yeni bir isimsin. Bize nereden geldiğini ve bizi nereye götüreceğini biraz açıklar mısın?

Fabrice - 1980'lerin sonlarında Hip Hop DJ'i olarak başladım. DMC DJ'i olarak yarışmalara katıldım. Daha sonra "Alliance Ethnik" adında bir Hip Hop grubu kurdum. Bu grup 10 yıl boyunca devam etti. New York'ta Bob Power adında bir prodüktörle çalıştık ve o dönemin önemli isimleri A Tribe Called Quest, The Roots, De La Soul ve Common gibi grupların da prodüktörlüğünü yapıyordu. "Respect With Vinia Mojica" parçamızla büyük ilgi gördük ve albüm de büyük başarı kazandı. Daha sonra De La Soul, Common, Biz Markie ve Rahzel'le birlikte çeşitli parçalar yaptık.

Daha sonra Kif Records bünyesindeki Fransız Rapçilerle çalıştım. Bu serüven 5 yıl sürdü. Son 2 yıldır solo olarak dünyaya açılmak için çalıştım. Şimdi kendimi Nightmares On Wax aka DJ Ease'in WAX ON Records ailesindeyim. DJ Ease de benim gibi İbiza'da yaşıyor ve bu hikaye daha yeni başlıyor!!!

Sühan - Wax On Records'dan promonu aldım ve açıkçası bayıldım. Nightmares On Wax'e oldukça benzer bir tarzın var. Seni etkileyen sanatçılardan bahseder misin?

Fabrice - Aslında tüm Hip Hop kültürü beni etkiledi. Ben bu kültürle büyüdüm. Rap, Breakdance, DJ'lik ve Grafiti. Tabii Public Enemy, NWA, Beastie Boys, A Tribe Called Quest, De La Soul ve Boogie Down Production gibi Hip Hop ve Rap gruplarının hepsi beni etkiledi ve bugün hala etkiliyor!!!

Soul, Jazz, Rock, Pop ve Reggae'yi daha geç keşfettim. Şimdilerde her tür müziği dinliyorum, elektronik de dahil, tıpkı jenerasyonum gibi. Günümüzün Hip Hop'unu pek dinlemiyorum çünkü biraz sıkıcı olmaya başladı. Artık daha alternatif sanatçılardan etkileniyorum diyebilirim.

Sühan - Albümün gerçekten çok iyi organize edilmiş ve bu yıl için türünün en iyileri arasında. Beklentilerin nasıldı ve tepkiler nasıl gelişti?

Fabrice - Aslında tepkiler çok iyi şu anda. Albüm Eylül ayının 24'ünde çıktı ve albümden çıkan ilk plak "And The Living Is Easy" şu ana kadar İngiltere'de BBC 1'de, Almanya'da ve Avustralya'nın da en büyük radyolarında çalındı. (Sühan notu: Misak Tunçboyacı ile birlikte biz de Dinamo FM'de geçtiğimiz Pazartesi albümden 4 tane parça çaldık) Bu parçayı birçok radyo çalıyor artık. Evvelsi hafta İrlanda ve Almanya'da birer konser verdim ve tepkiler de beklediğimden iyiydi. Mutlaka en kısa zamanda Türkiye'ye de geleceğiz!!!

Sühan - Albüm için güneş dolu tanıtımı uygun olur. İçinde birçok ruh hali var ama güneş her zaman ışıldıyor tepede. Güneşi seviyor musun?

Fabrice - Aslında benim en belirgin özelliğim ayçiçeği gibi sürekli güneşe dönüyor olmam. İbiza'ya da bunun için taşındım. Yaptığım müzik için bana enerji veriyor. Bu şekilde dinleyenlerin beynine gezintiye çıkıyorum ve bu cidden bir gezinti oluyor benim için. Albümdeki her parça sizin gününüzden bir parça veya hayatınızdan bir gün.

Sühan - Albümde gitarı romantizm temasını uygulama açısından çok etkili kullanmışsın. Sanırım senin en sevdiğin enstrüman o.

Fabrice - Evet, gitar benim en sevdiğim çalgı ve en sevdiğim ses çünkü gitarın sonsuz derecede farklı ruh halleri var. Her gitarın farklı bir tınısı var. Romanzime gelince, gitar karakterimi ve içimdeki notaları en iyi yansıtan şey.

Sühan - "Nightmare On Paris" ve "Sweet Love" benim en sevdiğim parçalar. Onların hikayesini anlatır mısın?

Fabrice - "Nightmare On Paris"'i yazdım çünkü Paris'e hem aşığım hem de nefret ediyorum. Biraz karmaşık. "Sweet Love"'a gelince ben kumsaldaki bir romantizmi şehirdeki tutkulu bir aşka tercih ederim.

Sühan - DJ olarak da performans sergiliyorsun konserlerin haricinde. DJ'lik yaparken seçimlerin neler oluyor ve insanlar nasıl bir performans beklemeliler?

Fabrice - DJ'lik yaparken açık fikirli olmanız gerekiyor. Gün içinde dinleyebileceğim her şeyi çalarım. Progresif ve geniş melodili olabilir. Kendi yaptığım mash-up parçaları, yeniden düzenlediğim başkalarının parçalarını, bilinen/bilinmeyen parçaları ve bazen de çok güzel birkaç elektronik parçayı çalıyorum. Elbette unutmadan biraz scratch de atıyorum çünkü buna bayılıyorum.

Konser verirken biraz değişik elbette. O zaman dizüstü bilgisayarımda Ableton Live programını kullanıyorum ve tabii yine pikaplarım oluyor hep.

Sühan - Son dönemde çok beğendiğin 5 plak veya albümü de söyler misin?

Fabrice - Class Of 3000 Vol 1 (OST), Justice - Cross, Outlines - Our Lives Are Too Short, Common - Finding Forever ve Dragonette - Galore.

Sühan - Çok teşekkürler. Umarım en kısa zamanda görüşebiliriz.

Fabrice - Ben de bunu çok istiyorum. İstanbul hakkında birçok şey duydum ve gelmeyi iple çekiyorum. Bakarsın bu sene albüm turnesinde gelirim. Belli olmaz.

23.9.07

Proodos Özel ... (5) - Ratatat Röportajı

Türkiye'de Radar Live etkinlikleri kapsamında Maximo Park ile bir konser veren, Classics ve Mixtape (Remixes) Vol II albümleriyle de bu sayfalarda yer bulan Ratatat'ın üyesi Evan ile blog için özel bir röportaj yaptım. Umarım ilgi çeker. Açıkçası fazla tepki veren bir millet olmadığımızdan röportajların burada yer almasından memnun musunuz bilemediğimden ben aynen devam ediyorum. Yakında sürpriz isimler de röportaj serisine katılacak.

SG - Skidmore Üniversitesinden yakın arkadaş olmanıza rağmen birlikte çalışmaya başlamanız bir hayli geç oldu. Yeniden buluşmanız nasıl oldu biraz anlatır mısın?

Evan - Skidmore'u bitirdikten sonra ikimiz de yaklaşık 1 yıl içerisinde kendimizi New York'ta bulduk. Bir gün metroda karşılaştık ve bir grup kurup müzik yapalım diye kararlaştırdık. İlk başta eğlenceli bir dans şarkısı yaptık ve o kadar çok zevk alınca bu işe devam edelim diye düşündük. Zamanla daha çok çalışma yaptık. Aslında yakın arkadaş olmamız bize ayrı problemler yarattı. Bu kadar zaman birlikte çalışınca ve sürekli beraber olduğunda problem çıkıyor. Ikimiz de müziğe çok önem veriyoruz ve birbirimizi de iyi tanıdığımızdan farklılıklarımızın üstesinden bir şekilde geliyoruz.

SG - Kendi adınızı taşıyan albümünüzden sonra olumlu yorumlar aldınız. Bunu bekliyor muydunuz ve bu sizi nasıl etkiledi genel olarak?

Evan - Evet bekliyorduk, muhteşemdik demeyeceğim. Diyene de inanmam. Ne bekleyeceğimizi bilmiyorduk. İnanılmaz bir dönemdi. Kafamızda binlerce "acaba"lar vardı. Daha sonra yorumlar gelmeye başladı ve bir magazini açıp resmimizi görünce gülümsedim. Ama daha sonra konuşmalarımızın ne kadar çok değiştirildiğini ve hatta farklılaştırıldığını görünce çok soğudum.

Ama aynı zamanda müziğimiz konusunda çok güçlü duygularım var. Hak ettiği ilgiyi gördüğü için seviniyorum. Ama tabii bu ilgi müziğimize odaklanmak yerine kişisel olarak bize döndüğünde biraz garip geliyor. Tam tersi olması gerekir aslında.

SG - Parçalarınızda vokal kullanmıyorsunuz. Nadiren insan seslerini melodisel olarak ele alıyorsunuz. Bunun bir sebebi var mı?

Evan - Vokalli parçalar yapmak bizi hiç çekmiyor. Enstrümental müziğin daha girilmeyen çok yönü var. Bunlar dururken uğraşmak niye? Zaten ikimizin de söz yazmak gibi bir yeteneği pek yok. E seslerimizin de iyi olduğunu söyleyemem. Biz söyleyeceklerimizi enstrümanlarla iletmeyi tercih ediyoruz.

SG - Yanınızdan asla ayıramayacağınız müzik aleti var mı? Gitarınız veya bilgisayarınız mesela.

Evan - Aslında günden güne değişiyor. Bazen günlerce piyanomun başından kalkmayıp öylece çaldığım oluyor. Bunun yerini bazen klavye alıyor. Bazen elime gitarı alıp şöyle sakin bir yerde çalasım geliyor. Başka zamanlarda da vuruş yapıları üzerinde çalışıyorum. Karar veremedim şimdi. Yoruldum bak.

SG - Mixtape Vol 1 & 2’nin fikri nereden çıktı? Bu çalışmalarla ilgili hukuki bir probleminiz oldu mu?

Evan - İlk albümümüzün kaydını bitirdikten sonra Hip Hop düzenlemeleri üzerine çalışmaya başladım. O sırada albümün yayınlanmasını bekliyorduk. Bu düzenlemeler beni bir hayli içine çekti ve kendimi geliştirmek istedim. Daha sonra birlikte devam edip birkaç düzenleme yaptık. Daha sonra neden bunları da yayınlamayalım diye düşündük. Aslında hızlı gelişen bir çalışma. Özellikle de albüm hazırlamakla karşılaştırılınca. Çok daha az zaman alıyor. Hazır aklımızda böyle bir fikir varken bunu uygulamaya geçirmek istedik. Sadece eğlenmek için. Oldukça da ilgi gördü. Hukuki tarafına ise hiç girme.

SG - Hayran kaldığın son albüm hangisiydi ve seni neden etkiledi?

Evan - Lil Wayne’in "Drought 3" adlı albümünü bugün trende dinledim. Gerçekten etkilendim. Çok sakin, ayakları yere basan bir rapçi. Sözlerde de oldukça güçlü. Bu albüm gerçekten çok eğlenceli. Tavsiye ederim.

SG - Yeni bir albüm var mı yakın gelecekte?

Evan - Yeni albüm hakkında fikirsel altyapıyı hazırlamaya başladık. Bizim kayıt sürecimiz genellikle çok yavaş ve çileli oluyor. Ne kadar süreceğini söylemek gerçekten zor daha şimdiden. Fakat kafamızda birkaç fikir var ve çizeceğimiz yönler konusunda daha şimdiden heyecanlanmış durumdayız. Ağustos ayını yeni parçalar yazmakla geçireceğiz. Ondan sonrasını göreceğiz.

SG - Istanbul şehrini ve İstanbul'daki performansınızı nasıl buldun?

Evan - İstanbul'da çok iyi vakit geçirdik. Şu ana kadar gittiğim yerlerin hiçbirine benzemiyor. Aslında konserden ne bekleyeceğimizi hiç bilmiyorduk ama dinleyicilerden gelen tepkiye çok memnun olduk. İnsanlar çok sıcakkanlıydı ve ateşlilerdi. Bizim için evden bu kadar uzakta olmak ve hiç bilmediğimiz bir şehirde bu denli güzel karşılanmak inanılmz. İnsanların bizi bu kadar iyi bilmesine şaşırdık ve bundan onur duyduk.

SG - Şimdi de kişisel bir soru geliyor. "Loud Pipes" benim en favori parçam. Bu şarkı nasıl doğdu?

Evan - O bizim albüm hazırlıkları sırasında ilk yazdığımız parçalardan biri. Evimde yazmıştık. Önceleri vuruşlarla başladık ve daha sonra adım adım ondan sonrası geldi. Mike gitarı yazdı ve ilk anda muhteşem geldi. Orta bölümü bateride doğaçlama olarak doğdu. İkimiz de doğaçlama çalıştık orada. Piyano bölümü benden, gitar bölümü Mike'tan.

SG - Çok teşekkür ederim. Umarım İstanbul'da görüşürüz.

Evan - Mutlaka. Tekrar gelmeyi çok istiyoruz. Umarım seninle buluşup boğaza karşı bir Jack On The Rocks içeriz.

9.8.07

Proodos Özel ... (4) - Pheek Röportajı

Pheek ile e-mail yoluyla bir röportaj yaptım. Anlaşmamız üzerine 10 soruya kısa cevap yerine 5 soruya uzun cevap verdi. Cevaplar beklediğimden de uzun çıktı. Amerika kıtasının sürekli daha da ünlenen bu özgün prodüktörünün röportajını umarım beğenirsiniz. Herkese şimdiden iyi okumalar.

SG - Senin müziği kültüren anlamda paylaşmayı hedefleyen geniş bir artistik bakış açın var. Bunu Archipel adlı plak şirketinde de vurguluyorsun. Bu fikir nereden çıktı ve şu an hangi noktada?

Pheek - Bu konu artık iyice dikkat çekmeye başladı. Aslında herkesin yeni bir plak şirketi başlatırkenki hikayesine benziyor. Sınırlar olmadan kendi müziğini yayınlayabilmek. Tutup tutmayacağı ayrı bir nokta ama bu çok farklı bir duygu. Özellikle de zamanla büyüyüp gelişirse sizi başka yerlere taşıyor.

Epsilonlab'de çalışırken görevim yeni sanatçıları keşfetmek ve onları yetiştirmekti. Bu çalışmaları plak şirketine uygun bir hale getirmeleri için yönlendiriyordum. Eloi Brunelle'in kafasındakinden farklı bir sanatsal beklenti içerisindeydim ve kendi işimi yapmam gerektiğini hissettim. Gerçekten işe yaradı ve beklediğimden çok daha kısa bir sürede! Aslında en çok kesitleri dağıtıp ilgisini çeken sanatçıları topluluğa katılmaya çağırarak bu oluşumu büyüttüm. Gelenler yeni fikirleri de beraberinde getirdi.

Netlabel fikri o zaman yeni değildi. Thinnerism ilk kurulduğundan ve 1. plak yayınlanmadan önce de o oluşumdaydım. Bu ideolojinin faydasını da gördüm. Bu doğrultuda devam etmem gerektiğini anlamıştım. Ve devam da ettim.

SG - Kuzey Avrupa ülkelerindeki sanatçıların solo ve deneysel çalışmaya yatkın oldukları bilinir seyrek yerleşim sebebiyle. Bunu Kanada'da da görüyoruz. Bu senin müziğini hiç etkiledi mi?

Pheek - Montreal'de yaşamak farklı bir tecrübedir. Tamamen izole edilmiş durumdayız. İşlerin hızlı yürüdüğü Avrupa'dan çok uzağız ama Amerika'ya yakınız. Yine de gümrükteki sorunlar sebebiyle fazla ziyaret edemiyoruz. Bu yüzden sanki bir balonun içinde yaşıyormuş gibiyiz. Burada birçok prodüktör var ama birbirimizle fazla bağımız yok. Bu bence biraz da çok farklı beğeni ve zevklerin olmasından kaynaklanıyor. İnsanlar birlikte çalıştığında çatışlamalar oluyor. Örneğin Montreal'de elektronik müzik çevresi ufaktır. İnsanlar minimalin burada çok büyük bir kitlesi olduğunu sanıyorlar ama alakası bile yok. Birkaç akım ve topluluk var. Bunların hepsi birbirine paralel gidiyor. Bence bu her yerde aynı. Ama bana göre oldukça garip bir şey bu.

Bana gelirsek bu yaşam tarzının müziğim üzerinde iki farklı etkisi var. Birincisi bana genel müziğin yönü hakkında fikir vermesi için dinlediğim DJ setleri haricinde fazla müzikal etki altında kalmıyorum. İkinci etki ise bazen topluluklardan koptuğumu hissediyorum ve bu da onların yorumlarını almak istediğimde moral bozucu oluyor. Yaptığım işin olup olmadığını, bir şeye benzeyip benzemediğini veya nasıl daha güzel hale getirebileceğimi anlayamıyorum böyle olunca. İyi yönü orjinallik katıyor, kötü yönü müziğim kategorilerden uzaklaştıkça daha az insana ulaşabiliyorum.

SG - Genel olarak Avrupa minimalizmi ile Amerika minimalizmi farkı vardır. Amerika daha çok minimalizmin köklerine bağlı kalır ve bunun üzerine deneysel çalışmalar yapar. Neden böyle bir ayrım var ve sence hangisi daha iyi?

Pheek - Gerçekten ilginç bir yaklaşım. Emin değilim ama sanırım ne demek istediğini anladım. Bence bu müziğin nerede ve nasıl çalındığıyla alakalı. Tecrübeme göre müzik konu olduğunda iki ayrı dünya var, Amerika ve Avrupa. Bence Avrupa'da türleri genişletmek ve çoğaltmak adına çok deney var çünkü insanlar çok daha fazla dışarı çıkıyor ve kulüpler de gecenin geç saatlerine kadar açık. Bu yüzden DJ'lerin çok daha fazla şey çalmaları gerekiyor ve böylece farklı kombinasyonları deneme şansı buluyorlar. Çok fazla da DJ olduğundan insanlar kendi tarzılarının olmasının önemini kavrıyorlar. Dinleyenler de genel olarak yeni fikirlere çok açık.

Amerika ise tamamen farklı bir hikaye. Partiler ve kulüplerde Avrupa'dakinden çok farklı bir sistem var. Genel olarak popüler şeyler çalınır ve gizli elektronik partiler ise çoğunlukla polis tarafından basılır. Bazen kulübe ünlü bir minimalist sanatçıyı dinlemeye gidersiniz fakat gelenlerin %80'inin ondan haberi yoktur ve Hip Hop çalmasını bekler. Bu yüzden bence birçok insan içine dönüyor ve kendi duymak istediği, özlediği müziği yapıyor. Bu onların üretim sürecinde de kendini gösteriyor doğal olarak. Sevdikleri ama bir türlü duyamadıkları müziği kendi prodüksiyonlarına yansıtıyorlar. Beni de minimale çeken şey buydu. Yapmaya başladım çünkü Montreal'de bunu dinleyebileceğim ya da dinletebileceğim hiçbir kimse yoktu.

SG - Günümüz sanatçılarının çoğu varolan müzikal yapıların dışına adım atmakta pek istekli değiller. Fakat seni ele aldığımızda ileriye dönük adım atmayı seviyorsun. Eğer bir "Geleceğe dönüş" ortamı yaratsak, müziğinin nasıl geliştiğini açıklayabilir misin?

Pheek - Beni bu şekilde görmene çok memnun oldum. Bence yapmak istediğim şeye yaklaşıyorum. Aslında bu konudaki en büyük güdüm hiçbir zaman son yaptığım şeyi beğenmemem. Daha iyiye gitmem gerektiğini düşünüyorum hep. Her zaman değiştirecek bir şey buluyorum ama bir süre sonra yoruluyorum ve olduğu gibi bırakıyorum. Prodüksiyon hakkında ne kadar çok şey öğrenirsen o kadar çok yavaşlarsın çünkü üzerinden geçeceğin çok daha fazla detayı incelemeye başlıyorsun.

Bir bakıma şu anda yaptığım şeyler eskiden yaptıklarımın daha detaylandırılmış bir türevi. Bugünlerde özüme dönmem gerektiğini hissediyorum. Yapmamam gereken tek şey bir başkasının beklentilerine dayanarak çalışmak. Plak şirketleriyle çalışmanın bu denli zor olduğunu hiç bilmiyordum. Kendi tarzımı ne kadar çok belirlersem çalışabileceğim plak şirketi sayısı azalıyor. Bunun sebebi de parçam çıktığından ve insanlar beğenmeye başladığında ben müzikal açıdan apayrı bir noktada oluyorum aslında. Bu özünde iyi bir şey bence. Sürekli bir devinim var.

Ben sadece kendi zevkim için müzik yapmaya çaşılıyorum. Bu hayatım boyunca erişmeyi umduğum bir amaç. Gittikçe yaklaşıyorum ve son çıkardığım plan "De Begg Deg" benim eğlence anlayışımın iyi bir örneği.

SG - Son plağın "De Begg Deg" ile konsept bazlı bir seriye başladın. Bu serinin dayandığı konsepti ve bizi nereye götüreceğini biraz anlatır mısın?

Pheek - Aslında bunu söylemek zor. Kendime göre birkaç çizgi çektim ve bu çizgiler doğrultusunda prodüksiyona başladım. Ama henüz başındayken bunun nereye varacağını söylemek zor. "De Begg Deg" bence bir tohum ve şimdi onu yerleştirdim. Bu tohumdan daha çok şey doğacak diye umuyorum.

Mutek'ten hemen önce Vladislav Delay'in çaldığı bir bardaydım. Bu beni çok etkiledi ve özüme döndürdü. Duygusal olarak bağlandım. 90'ların sonunda beni minimale çeken zincirleme olaylar gözümün önüne geldi ve Delay o zamanlar bu tür müziği tamamen farklı bir şekilde yapıyordu. Başlı başına bir tecrübeydi. Sanırım müziğin içine daldıkça ve insanların tepkilerinden etkilendikçe bu bakış açımdan uzaklaştım. Ayrıca bence bu durak bilmeyen yeni plak yayınlarının yanında bazıları sürekli yeni bir şeyler aramaya devam etmeli ve farklı kapılar açmalı. Elbette hepsi olumlu karşılanmıyor ama ne olursa olsun birilerini etkiliyor. İnsanları "Nasıl müzik yapsam insanlar beğenir acaba" döngüsünden çıkarmak için bir adım. Eğer er ya da geç yaptığımız şeyleri biraz olsun değiştirmezsek sonunda bir doyum noktası gelecek. Bunun örneklerini teknoda, drum and bass'te ve trance'te gördük.

Bence en büyük problem biri işe yarayan bir parça çıkardığında 10 kişi daha aynısını yapmak için sırada bekliyor. Birinden ilham almak demek onun yaptığı işten etkilenmek ve daha ileriye götürmektir. Kopyalamak değil.

Açıkçası kafamda böyle şeyler varken daha uzun çalışmalar sonucunda daha uzun parçalar yapmayı kafama koydum. İnsanları zorla bir müzikal safariye götürüyorum aslında. De Begg Degg'i ilk çaldığımda olduka ilginç bir şey gözlemledim. Parçayı ne kadar uzun çalarsam insanlar bunun aynı parça olduğunun farkına varıyorlar ama sürekli bir değişim geçiriyor. Nasıl biteceğini merak ettiklerinden daha da içine giriyorlar. Gerçekten o 80'lerde teknoyla tanıştığım dönemde o müziğin hipnotik etkisini, zamanı bir süreliğine de olsa durdurma özelliğini burada da yaşadım.

Konseptteki her parça bir diğerine referans veriyor çünkü hepsi birbirine bağlı katmanlar üzerinde. Parçalara ayrılıp yeniden katmanlara yerleştirilirse hepsi farklı hikayeler olabilir. Gerçekten insanların üzerinde oynayarak yeni hikayeler yaratma özgürlüklerinin olmasını istiyorum. Bence bu eskiden tekno çalmanın altında yatan temel hedefti. Yeniden böyle olmasının en doğrusu olacağına inanıyorum.

Not: Pheek röportaj bittikten sonra ben buraya koyana kadar konsept serisinin ikinci plağı "Mandragore" ve üçüncü plağı "Perceniege"'i çıkardı bile. Üç plak da Pheek'in sahibi olduğu Archipel'in bir uzantısı olan Kalimari Musique'ten çıktı. Dördüncü ve serinin sonuncusu da bu ay sonu veya önümüzdeki ay başında çıkacak sorun olmazsa.

21.7.07

Proodos Özel ... (3) - !!! (Chk Chk Chk) Röportajı @ Rock Werchter 2007

Chk Chk Chk'in bateristi Allan Wilson ile Rock Werchter festivalinin ana sahnesine yakın bir yerde çimin üzerinde yaptığımız güzel söyleşiden çıkarabildiğim notları aktarıyorum. Konuşmanın tamamı yok çünkü arada bira içerken not alamadım. Ne yazıkki çektiğim resimleri de bulamadım bir türlü. Bulduğum an koyacağım. Umarım röportaj hoşunuza gider.

SG - Allan seninle İstanbul'da oturup konuşmayı tercih ederdim ama burada da görüşmek çok güzel. Şimdi daha önceden hazırlamış olduğum sorulardan bazılarını sana soracağım izninle. Birçok kişiye göre !!! Out Hud'un devamı olarak anılıyor. Fakat benzer tarzlar olsa da !!! biraz daha sert bir yapıda. Out Hud'la ilgili düşüncelerin neler ve aranızdaki en büyük farklar nelerdi?

AW - Aslında Out Hud ve !!! aynı zamanda doğdu. 3 tane üye ortak bu iki grupta. Elbette bu sebeple belirli sınırlar dahilinde benzer bir müzikal estetiğe sahip olmaları da doğal. Out Hud 2 yıl önce dağıldı. Aslında Out Hud hem albüm, hem de performanslarda daha başarılıydı ama yürümedi. Artık en büyük fark Out Hud aramızda olmadığına göre müzik yapmaya çok daha fazla zaman ayırıyoruz ve canlı performansımızı da en az Out Hud seviyesine getirmeye çalışıyoruz.

SG - İlk albümünüzden sonra Avrupa'da olumlu tepkiler aldınız. Bunu bekliyor muydunuz ve bu tepkiler sizi nasıl etkiledi?

AW - Aslında sana tam katılmıyorum. Aldığımız tepkiler beklediğimiz kadar iyi değildi. Belki beklentilerimiz çok yüksekti, yanlış anlama. Aslında daha iyi bir albüm yapmak istiyorduk. Kendimizle alakalı olabilir bu olay. Albüm baştan sona akıp gitmiyordu. Ayrıca canlı performanslarımıza daha çok benzeyen bir albüm yapmak istiyorduk. Bunu Myth Takes ile biraz yakaladığımızı sanıyorum. İlk albüm bize ders oldu.

SG - Müziğinizdeki yoğun rock etkisinin yanında disko da önemli bir yer tutuyor. Bu "Must Be The Moon" plağınız için seçtiğiniz düzenlemelerde daha da öne çıktı. Tarzınızı tam olarak açıklasan ne derdin?

AW - Neler demezdim ki? Valla nasıl istersen öyle açıkla tarzımızı. Beni bulaştırma bu işe. Disko bizim için aslında 2. planda olmayacak kadar değerli. Ama hepimiz rock da seviyoruz. Hatta punk da seviyoruz fakat artık kocaman adamlar olduk, pek dinlemiyoruz.

SG - Şimdi konserinizi seyrettikten sonra albümden daha eğlenceli olduğunu söyleyebilirim. Biraz daha sert ama daha eğlenceli.

AW - Daha mı eğlenceli? Cidden mi? İşte şimdi emeklerimizin karşılığını aldık. Canlı performansımızı iyileştirmek için çok uğraştık. Biz albüm daha iyi görünür gibi düşünüyorduk. Sakın albüme çamur atıyor olmayasın? Şaka bir yana canlı performanslarımızın daha çok sevilmesi bizi çok mutlu ediyor.

SG - "Myth Takes" albümü ilk albümünüz "Louden Up"'a göre biraz daha sert. Özellikle "Bend Over Beethoven"'ın son bölümünde kendimden geçtim. Bu albümde sizi etkileyen kimler oldu?

AW - Hmm... Aklıma hiç isim gelmiyor şu an. Birama bir şey mi kattın yoksa? Çok müzik dinliyoruz ve hepsinden etkileniyor olabiliriz. Şimdi bir tanesini söyleyip diğerlerine haksızlık etmek istemiyorum. Kesin içkime bir şey kattın.

SG - "Heart Of Hearts"'ta kadın vokal kulladınız ve bu çok sık kullandığınız bir şey değil. Bunun bir sebebi var mı?

AW - Öyle istedik. Bir sebebi yok. "Take Ecstacy With Me" plağımızda da kullanmıştık. Ama çok sık kullanmıyoruz. Burada yok ama Shannon Funchess o vokalleri yapan kişi ve genelde bizimle turnelere de katılıyor. Burada yoktu sadece. Bu arada tam bir Türkiye hayranı. Gelmeyi çok ister eminim.

SG - Out Hud gittiğine göre gelecek için yeni bir proje var mı? 3 yıl bir albüm için bekletmezsiniz değil mi?

AW - Söz bekletmeyeceğiz. Önce turnelerimizi tamamlayalım. Ondan sonra hemen çalışmaya başlayacağız. Söz veriyorum.

SG - Son olarak sizi Türkiye'de ne zaman göreceğiz? Belki Avrupa tarafında oturup yemek yerken Asya kıtasını izleriz.

AW - Umarım bu yıl olur. Belki de olmaz, takvimimiz şimdiden dolmak üzere. Ama yemek teklifi ilgimi çekti şimdi. Sen kebapları hazırla, biz bir bakalım takvime.

26.6.07

Proodos Özel ... (2) - Nouvelle Vague Röportajı


Radarlive Festivali performansı öncesinde Nouvelle Vague'dan Marc Collin ile bir söyleşi yaptım. Umarım hoşunuza gider.

SG - Merhaba Marc. Festival öncesi nabzınızı tutmak istedim. Ama hemen sorulara geçiyorum uzatmadan. Nouvelle Vague projesine ilk ne zaman başladınız ve bugün varolan tonlarca müzik türü arasından neden 80'lerin post punk çalışmalarını yeniden düzenlemeyi seçtiniz? Ayrıca bunları düzenlerken temel aldığınız tür olan Bossa Nova'yı tercih etmenizi de biraz açıklar mısınız?

MC - En baştan söyleyeyim festival için heyecanlıyım. Gerçekten ortamı merak ediyorum çünkü bu verdiğimiz konserlerden çok daha farklı olacak.

Sorunun cevabına gelince aslında sebebi o dönemi ve o dönemin çalışmalarına olan aşırı düşkülüğüm. Sonuçta gençtim o dönemde. Ayrıca bu çalışmaların birçoğu yeniden keşfedilmeyi hakediyor. Kimse "A Forest"'ın tekrar yorumunu yapmıyor mesela. Bunlar motivasyon oldu bana.

Bossa Nova konusuna gelince de bir melodi hazırlamak açısından en güzel müzik türlerinden biridir bana göre. Ona da olgunluk çağlarımda aşırı düşkün hale geldim diyelim.

SG - Çalışmalarınızı hazırlarken sürekli bir kahraman seçip onu farklı yerlerde hayal ediyorsunuz. Bu bazen Karayip'lerde dans eden bir kadın, bazen Jamaika'da sahilde güneşlenen bir adam. Böyle çalışmanızın bir faydası var mı?

MC - Bilmem. Sadece oluyor. Ben de çok irdelemedim. Ama çalışmaları hazırlarken veya yeni bir proje üzerinde çalışırken çok faydalı oluyor. Sonuçta bir vizyon. Size yol gösteriyor.

SG - Performanslarınızda olduğu gibi stüdyo çalışlamarınızda da sürekli farklı vokaller kullanıyorsunuz. Bunun hayal ettiğiniz karakterlerle bir bağlantısı var mı?

MC - Evet var, hayır yok. Vokalisti seçerken hem ses rengi hem de yorum açısından o şarkıya yakıştırdığım şeyleri alıp almadığım önemli. O elektrik olmalı. Hem hikayesel, hem de profesyonel bir seçim bu açıkçası.

SG - "Nouvelle Vague" adlı grubun adını taşıyan ilk albümünüzü 2004'te çıkardığınızda tepkileri nasıl buldunuz?

MC - Özellikle İngiltere ve Amerika'dan bu kadar olumlu bir tepki beklemiyordum. Bir hayli şaşırdım da diyebilirim. Güzel bir sürpriz oldu. Bu da hem projenin geleceği hem de bizim moralimiz açısından anlatılamayacak kadar olumlu bir etki yarattı.

SG - Post punk dönemi üzerinde Jamaika etkisinden bahsetmiştiniz daha önce. Jamaika bu yönden size de ilham kaynağı oldu mu?

MC - Aslında Jamaika müzikal açıdan her halükarda çok önemli bir kaynak. Ama benim açımdan Bossa Nova'nın tam tersi olması sebebiyle önemli bir etken oldu. Çok basit bir müzik türü ama bir o kadar da ruhla dolu. Reggae'yi her zaman çok sevmişimdir. Üstelik 1979'daki İngiliz Ska türünün yeniden canlanması sürecinde en önemli takipçilerinden biriydim.

SG - Birçok sanatçıdan farklı çalışmalar seçiyorsunuz. Stüdyo çalışmalarınıza da plak ve albüm dinleyerek başladığınızı da biliyorum. Düzenleyeceğiniz çalışmaları seçerken karar mekanizmanız nasıl işliyor? En garip seçiminiz neydi ve nasıl sonuçlandı?

MC - Evet stüdyo çalışmalarımıza bir hayli müzik dinleyerek başlıyoruz. Ama düzenli dinlediğimizi de söyleyebilirim. Müziği sadece stüdyoya girince dinlemiyoruz tabii. Stüdyoda farklı bir şekilde dinliyoruz. Hayal ediyoruz. Bela Lugosi'nin "Dead"'ini yapmak kolay olmadı. Japan'in "Ghost"'unun ise altından kalkamadım!

SG - Albümleriniz ve performanslarınız çok farklı. Konserlerinizde çok daha enerjiksiniz ve doğaçlamaya önem veriyorsunuz. Bunun üzerinde nasıl çalışıyorsunuz?

MC - Bu gerçek bir grup olmadığı için albümü canlı olarak çalmanın da imkanı yok. Farklı bir konsept düşünmemiz gerekiyordu ve tabii farklı bir şeyler yapmalıydık. Belki de biraz şans ama şu anda bizimle birlikte çok yetenekli sanatçılar var. Böyle olunca da değişim ve gelişim kendi kendine ortaya çıktı.

SG - Türkiye'deki son iki konserinizi düşündüğünüzde tecrübeleriniz neler? Sonuç beklentilerinizi karşıladı mı? Radarlive Festivali'ndeki performansınızı da düşünürsek neler beklemeliyiz?

MC - Aslında ilk performansımız çok iyi değildi. Ama bu sefer önemli bir festivalde yer alacağımız için en iyisini yapmaya çalışacağız mutlaka. Türkiye'deki başarımızdan dolayı biraz şaşırdık desem doğru olur. Belki yeni bir iki çalışmayı da çalabiliriz. Kim bilir belki daha da büyük bir sürpriz olabilir. Yeni çalışma üretmek için çok zamanım olmadı ama seyirciyle elektriğe göre her an her şey olabilir.

SG - Şu anda orjinal bir projeniz ve konseptiniz var. Geleceğe dönelik bu projeyle alakalı bir beklentiniz var mı? Başka yeni projelerle de sizi görecek miyiz?

MC - Şu anda 80'lerin film müziklerini düzenleme amacıyla kurduğum Renaissance adlı yeni bir proje üzerinde çalışıyorum. Bunun yanında Nouvelle Vague aynı şekilde devam edecek. Elektronik müzikle de yakından ilgiliyiz ikimiz de ama henüz bu yönde bir projeye niyetlenmedik.

20.6.07

Proodos Özel ... (1) - I'm From Barcelona Röportajı


Proodos Özel serisinin ilk ayağında I'm From Barcelona röportajı var. Röportajı grubun mimarı, söz ve beste yazarı Emmanuel Ludgren ile yaptım. Umarım bu yeni seriyi beğenirsiniz.

SG - Emmanuel öncelikle merhaba. Blog için röportaj isteğimi kabul ettiğin için teşekkür ederim. Lafı uzatmadan ilk soruya geçiyorum. I'm From Barcelona karakteristik ve yapısal olarak diğer gruplardan oldukça farklı. Müziğiniz arkadaşça ama zaten duruşunuz da öyle. Bu his dinleyicilerinize de geçiyor. Bu fikir nereden çıktı?

Emmanuel – Albümümüzü incelediğin ve beğendiğin için grup adına ben teşekkür ederim. Şimdi de ben cevaba geçeyim.

Sürekli birilerinin bir şeylerden şikayet ettiği gruplarda yer almaktan sıkılmıştım. Bu içinizdeki heyecanı da baltalayan bir durum. Bir konserden sonra tavrınızı belirleyebilirsiniz. Her zaman illa ki rahatsız olunabilecek bir şeyler olur. Biz sadece insanların neşeli bir zaman geçirmelerine odaklanıyoruz. Kafamızdaki tek şey bu.

Bu arkadaş yanlısı his de zaten orjinal fikirden geliyor. Bu projeyi başarılı olmak için yaratmadım. Bu tamamen ben ve arkadaşlarım arasında bir tatil sırasında ortaya çıktı. Hiçbir ön hazırlık ya da düşünce alt yapısı yoktu. Bir akşam konuşurken ortaya bu fikir çıktı ve çok heyecanlandık. Daha sonra şans eseri aşık oldum ve ondan sonra da şarkıları yazmaya başladım. Grubumuz aslında bir arkadaş tatili ve yaz aşkından doğdu.

SG – İlk albümünüzle tüm dünyada ciddi bir başarıya ulaştınız. Bu sizi ve tüm grubu nasıl etkiledi?

Emmanuel – Süper! Birçok inanılmaz şehir görme fırsatımız oldu. Hiç beklemediğimiz şeylerdi bunlar. Ben ve grubun tüm üyeleri şok geçirdik. Ama sonucu güzel oldu. Grup içindeki arkadaşlık bağları çok daha sıkılaştı.

SG – Böylesine çok sayıda üyesi olan bir grubun avantajları ve dezavantajları neler? 29 kişiyle tura çıkmak biraz zor olsa gerek.

Emmanuel – Aslında dezavantajlarını biz görmek istemiyoruz. 4 kişi bir karavana doluşup tur yapmaktansa 29 kişi otobüsle tur yapmak çok daha zevkli ve eğlenceli. Her zaman konuşacak ve farklı bir şeyler paylaşacak birini bulabiliyorsunuz. Üstelik siz kötü gününüzde olsanız bile neşeli gününde olan ve sizi güldüren birileri mutlaka çıkıyor. İlla dezavantaj istiyorsanız da planlama ve lojistik konusu başa bela. Tabii bununla ben uğraşmadığım için fazla başım ağrımıyor. En çok karışıklık da bir şehre gittiğimizde nereleri gezeceğimizi planlarken oluyor. Çok zor durumlarda acil planı devreye sokup çöp çekiyoruz.

SG – Şarkıları hepiniz toplanmadan mı hazırlamıştın yoksa toplandıktan sonra mı ortaya çıktılar?

Emmanuel – Aşık olduktan sonra kendime geldiğim an fazla zamanım yoktu. Yeniden o sele kapılacaktım. Bu yüzden hazırladığım çalışmaların kaba demolarını bir siteye koydum ve tüm grup üyelerine bunu gönderdim. Daha sonra toplandığımızda herkesin kafasında bir fikir vardı. Stüdyoya girmeden önce birkaç çalışma yaptık ve insanlar eteklerindeki taşları döktü. Sonra da kayda girdik ve ortaya çalışmaların son halleri çıktı.

SG – Bu çalışmaları nasıl kaydettiniz? 29 kişiyi bir stüdyoya tıkmak kolay olmamıştır.

Emmanuel - Aslında geleneksel anlamdaki stüdyolarda fazla kayıt yapmadık. Genel olarak evlerde ve prova odalarında kaydettik. Herkesin aynı anda kayda girmesi mümkün olmadığından daha küçük gruplara bölündük. Ama 20 kişiden fazla toplandığımız da oldu. İnan öyle durumlarda inanılmaz bir gürültü oluyor. Ne yaptığını ve yapacağını bile unutabiliyorsun.

SG – Şu ana kadar birkaç festivalde çaldınız. Partiyi andıran performanslarınıza gelen tepkiler nasıl oldu?

Emmanuel - Aslında ben festivalleri pek sevmiyorum. Çok büyük sahneler, insanlardan oldukça uzak olmak. Bunlar bana soğukluk hissi veriyor. Ben insanların gözlerine bakmayı, onlara dokunabilmeyi ve hatta insanları sahneye çekmeyi seviyorum. Bu yüzden festivallerde kendime başka ilgi çekici yönler arıyorum. Tabii büyük sahne olması 29 kişi için bir avantaj. Barda çaldığımızı düşünsene bir. Bu yüzden festivaller bir bakıma iyi. Çok fazla insanla aynı anda buluşabiliyorsunuz. İşin ilginci festivallerde grup olarak çok daha iyi motive oluyoruz.

SG – Bu yaz çıkacağınız festivaller var mı?

Emmanuel – Görüşmelerimiz sürüyor. Henüz kesinleşmedi. O yüzden söyleyemem. Ama kesinlikle birkaç festivalde yer alacağız.

SG – Peki ya Türkiye?

Emmanuel – Aslında Türkiye hakkında birçok şey duydum. Hatta genelin aksine duyduğum şeylerin neredeyse hepsi olumlu. Sadece biraz fazla sıcak olabilir. Öğrendiğim kadarıyla bizi takip eden insanlar da varmış. Bunu duymak çok güzel. Belki bir gün İstanbul’da da bir parti veririz. 29 kişilik bir otobüs ayarlaman kaydıyla tabii. Şaka bir yana yeni şehirler görmeyi çok seviyoruz. Umarım uygun koşullar olur ve bir gün yolumuz İstanbul’a da düşer.