28.9.07

Kısa Kısa Plaklar... (16)

Uzun zamandır ara verdiğim bu "Kısa Kısa" serilerini biraz ihmal ettim. Kendimizi affettirmenin zamanı geldi.

(Am 025) Robert Babicz - Pingpong In Moonlight

Genel olarak başarılı çizgisiyle dikkat çeken iki isim, Robert Babicz ve Audiomatique Recordings. Bu ikilinin buluşmasından ortaya çıkan plak ise benim son iki aydır dinlediğim en iyi çalışmalardan birini sundu. Plağa adını veren "Pingpong In Moonlight" muhteşem bir techno olarak karşımıza çıkıyor. Babicz'in ince acid nidalı melodisi güçlü vuruşlarla destekleniyor. Yılın en iyilerinden olacak türünde. B yüzündeki "Hope" ise daha sakin bir Techno var. Ancak yapısının çok iyi olduğunu söyleyebilirim. Tek hoşuma gitmeyen orta bölümlerdeki trancevari melodi. Onun haricinde güzel.

Plak için

(Eminor 008) Alessio Mereu - Never Forget Remixes

Alessio Mereu ilk defa karşıma çıkan bir isim ancak bu yeniden düzenleme plağıyla ciddi anlamda takdirimi kazandı. Aslında parçalar onun "Never Forget" adlı çalışmasından farklı ama yine de adamcağızı boş geçmeyelim. Gelelim parçalara. A1'deki düzenleme Björn Stolpmann'a ait. Minimal Tech House kıvamında ve sürükleyici. Vuruş kullanımı Terry Lee Brown Jr.'ı andırıyor. Bu da güzel demek. A2'deki Canson düzenlemesi ise plaktaki açık ara favorim. Biraz daha Minimal Techno havasında. Daha kararlı vuruşlar ve minik ses kesitleriyle güzel bir hale gelmiş. B1'e geldiğimizde Philipp Wolgast Minimal techno tarzı bir düzenlemeye yapmış. Ses kesiti seçimi ve kullanımı biraz yersiz. Bu yüzden pek beğenmedim. B2'de karşımıza Polarte çıkıyor düzenlemesiyle. Yine Minimal Techno tür olarak hakim ancak diğer ikisine göre çok daha naif bir halde. Eski Schranz Techno gibi tek düzeliğe yenik düşüyor dinlerken.

Plak için

(Dtp Ltd 010) Anthony Rother - So Good

Geldik başımın belasına. Artık kurtulamadığım için de koyverdim. Bir süredir sessiz kalan Rother albüm hazırlığında olduğundan beklentiler o yöndeydi ama öncesinde plağı çıktı karşımıza. Plak tamamen klasik Rother tarzının bir örneği. Öncelikle A1'de parçanın enstrümental versiyonu var. A2'de ise karşımıza bu sefer sadece vokal kısmı (Acapella'sı) geliyor. Yani işin özü tek parçalık bir plak bu, içinde ne bir düzenleme var ne de ek parça. B1'de sonunda parçanın bütün halini dinleme şansını buluyoruz. Aksak ve keskin vuruşlar, metalik vokal ve altta klasik bir synth melodisi. Bir insan bu kadar benzer tarzda altyapıyla parça üretip sürekli farklı sonuçlar çıkarıyorsa tebrik etmek gerek. Ama yine de sanırım yakında farklı birkaç adım atması gerekiyor.

Plak için

27.9.07

Art Brut - It's A Bit Complicated (Downtown, 2007)

Indie sahnesinin bu senenin başına göre sessizleştiği bir dönemdeyiz. Festival fırtınası sebebiyle yeni albümler henüz karşımıza çıkmıyor. Daha doğrusu büyük topların albümleri ortada yok diyelim. Büyümeye çalışan gruplardan biri de Art Brut.

Grup adını Art Brut sanat akımından alıyor. Sınırların dışındaki sanatsal arayışları açıklayan bir terim diyeyim bilgim dahilinde. Daha çok okumak isteyenler buradan bakabilirler.

Bundan niye bahsettim diye merak edenler varsa, böyle bir ismi taşıyan gruptan da sınırların dışında, farklı şyler beklemek hakkım. "It's A Bit Complicated" albümlerini birkaç kez dinledim. Haksızlık etmek istemedim ama hiçbir sınırdışılık, farklılık bulamadım. Britanya'lı olduğunu bağıra bağıra belli eden bir nebze Franz Ferdinand, bir nebze Bloc Party kopyası olmaktan öteye gidemiyor. Hani bir nebze eğlenceli olsun demişler ama bir nebze dedikleri için olmamış. Benzeri güçlülük konusunda da geçerli.

Grup üretkenlik açısından aldığı ismin ağırlığını kaldıramamış. Bunun yanında vokal ciddi anlamda yetersiz kalıyor güç açısından. Çoğu zaman melodilerin altında ezilip büzülüyor. Örneğin "I Will Survive"'daki vokalin ne dediğini ve ne yapmaya çalıştığını hiç anlayamadım. Ya parçanın yapısını biraz daha sadeleştirip vokali öne çıkarmalılar, ya da hiç zorlamadan vokali daha efektif kullanmalılar uygun yerlerde. Parça resmen zehir oluyor bu şekilde.

Eşref saatim olmaması ihtimalini göz önünde bulundurarak 2 adet örnek parça koyacağım. Ama doğru söylemek gerekirse beğenilme ihtimalini yüksek bulmuyorum. Sonuçta elçiye zeval olmaz.

MP3: Art Brut - Pump Up The Volume
MP3: Art Brut - I Will Survive

Art Brut resmi sitesi
Art Brut @ MySpace
Albümü satın almak için

26.9.07

E-Z Rollers - Conductor (Intercom, 2007)

DnB sahnesinin başarılı üçlüsü E-Z Rollers, bugüne kadar çalışmalarıyla hiçbir zaman bu türe gönül verenleri yüz üstü bırakmadılar. Grup bu özgeçmişe bir çentik daha atma amacıyla 5. stüdyo albümlerini Haziran ayında piyasaya sürdü. Bugüne kadar birçok başarının süsü olarak ödülleri kucaklayan grup işlerine aynı hızla devam etmeyi hedefliyor. Albümde zaten buna işaret ediyor.

Albümde farklı DnB yaklaşımlarını birleştirmişler. Albüm daha en başından Apollo 440 tarzında bir progressive DnB ile başladıktan sonra hemen Fabio ve Grooverider'ın BBC'deki programlarından tanıdığımız bir melodik DnB ile devam ediyor. Zaten iki DJ bu parçayı 1.5 ay boyunca setlerinden eksik etmediler. Arkasından da çıngar kopuyor zaten.

Albümde enerji had safhada. Zaten DnB türünün sevdiğim bir özelliği. Enerji bol olduğu zaman dinleyip dağıtmak için birebir. Özellikle böyle yetenekli ellerden çıkarsa, değmeyin keyfime. Onca yoğun vuruşun arasına koyulan melodiler ince dokunuşlar olarak parçaları tamamlıyor "Carousel" ve "Play Something Jazzy"'de olduğu gibi. DnB'in özündeki bu zıtlık her zaman çok başarılı sonuçlar veriyor. Ama tabii "Crowd Rocker"'daki gibi progresif bir melodi ipin ucunun kaçmasına ve dans ederken sağın solun devrilmesine yol açıyor bir nebze. Aman dikkat! Komşular kesin benim evde kanalizasyon çalışması var sanıyorlardır.

Albümde DnB haricinde iki parçadan biri Big Beat türündeki "Revolutionize". O da oldukça güzel bir şekilde kotarılmış. Elbette vokalin parçayı bir bölümünde Hip Hop'a döndürmesi biraz soğuk duş etkisi yaptı bende ama olsun. Kadı kızı misali. Diğer parça ise albümün dibindeki "Slow Fire". Aksak ritme sahip parça ve trip hop havasında. Ortalama bir yapısı var.

DnB herkesin sevdiği bir tür değil o yüzden farklı gelebilir elbette. Ama hani dinleyecekseniz gerçekten türün güzel örneklerinden birine, hatta yılın da en iyi örneğine hazır olun. Zaten az sayıda çalışmanın çıktığı soyu tehlikedeki türlerden biri olan DnB'le geç olmadan tanışın derim ben.

Albümde beğendiğim parçalar:

2) Go Go Electro
3) Carousel
4) Rancho Notorious
6) Crowd Rocker
7) Play Something Jazzy
8) We Got Vibes
10) Coming Home
13) Keeps Me Moving

MP3: E-Z Rollers - Go Go Electro
MP3: E-Z Rollers - We Got Vibes

E-Z Rollers @ MySpace
Albümü satın almak için

24.9.07

30.000 Km Bakımı

16 Mayıs 2007'de yazdığım "10.000 Km Bakımı" yazısında Proodos'un oluşumundan ve gelecekten beklentilerinden bahsetmiştim. Üzerinden 5 ay geçti ve Proodos hızlı bir şekilde büyüdü. Benim de beklentilerimin üzerinde büyüdü desem yeridir. Bu yüzden destek ve yorumlarını esirgemeyenlere teşekkür ederim.

Hani şimdi klasik bir "Baba 30.000 hit oldu acaip gazım" tarzı yazılardan yazmayı istemiyorum. Sonuçta yaptığım iş dinlediklerimi kulağımdan parmaklarıma aktarmak. Zaman zaman albümleri çok övüyorum diye eleştirildim. Kardeşim beğenmediğim albümü neden inceleyeyim, dinlemem bile. Deli miyim? Başka durumlarda da sanatçılar hakkında çok yazmadan kısa kesip direk albümü yazmadığım için eleştirildim.

Yahu Türkiye'de müzik kültürü zayıf. Hande Yener dünyayı keşfetmiş gibi 10 yıl öncesinin sıradan elektronik pop şarkılarını sunuyor, üstüne Türkiye'nin Madonna'sıyım diyor. Daha ne diyeyim ben. Herhalde sanatçılar hakkında bilgi vereceğim.

Az sayıda gerçekten müzik bloğu var ve alternatif anlamda müzik bilgileri alınabilecek dergi sayısı bir elin parmağını geçmiyor, satış rakamları da ne yazıkki düşük. E hazır böyle bir mecra yaratma imkanı varken elden geldiği kadar tanıtmaya çalışıyoruz. Sanatçının geçmişi sonuçta o albüme yansıyor. Albümü daha iyi anlamak için biraz bilgi zarar vermez.

Mayıs ayından bu zamana başlattığım 2 önemli bölüm var. Birincisi "Proodos Özel" bölümü. Bu bölümde yurtiçi ve yurtdışından çeşitli sanatçılarla blog için yaptığım röportajlar yer alıyor. Şu ana kadar I'm From Barcelona, !!! (Chk Chk Chk), Ratatat, Nouvelle Vague ve Pheek'le yaptığım röportajlar yayınlandı. Yakın zamanda sırayla Akufen, Richard Davis, Guts, Vladislav Delay, Move D ve benim için çok ayrı bir yeri olan Atom Tm röportajları gelecek. Umarım bu bölüm sanatçılar hakkında verdiğim bilgiler bir yana onların gerçek bakış açıları hakkında samimi ve özgün bilgiler sunabiliyordur.

Bir diğer bölüm ise "Equinox Günleri". Bu bölümde de Equinox Müzik'e bugüne kadar binbir zorluk altında verdikleri emekleri düşünerek destek olmayı amaçlıyorum işin özünde. Equinox Müzik'in getirdiği albümleri tanıtıyorum bu bölümde. Aynı şekilde Misak Tunçboyacı'nın Dinamo FM'de hazırlayıp sunduğu Deuss Ex-Machina programının bir parçası olarak düzenli aralıklarla yapılmaya çalışılan Equinox Müzik programında da yer almaya çalışıyorum imkan oldukça.

Lafın kısası bugün gerçekten mutluyum. Sonuçta onca işimin arasında ciddi bir zaman ve emek sarfediyorum. Keşke elimden daha fazla gelse. Ama bununla idare edip de bana teşekkür edenlere gerçekten saygılarımı sunarım. Hele yorum yapanlar başımın tacıdır. O derece. Bilmem anlatabildim mi:)

Notasız gününüz geçmesin. Amin!

Sühan Gürer

Not: Bu arada hem Misak Tunboyacı'nın hem de Özkan Altuner'in (Ekşisözlük'ten X Deamon) baskıları sonucu her ayın sonunda o ay incelediğim albüm ve plaklar arasından en beğendiğim 10 tanesini seçip yayınlayacağım.

Swod - Sekunden (City Centre Offices, 2007)

Bu aralar City Centre Offices'a (CCO) iyice takmış durumdayım. Ama elimde değil. Elektronik müziğin böylesine güzel varyasyonlarını karşıma çıkardıkça elimde olmadan tutulup gidiyorum. Bu sefer karşımızda 7 Eylül'de albümü çıkan Oliver Doerell ve Stephan Wöhrmann (Swod) var. Swod adı da isim ve soyadlarının ilk harflerinin birleşmesinden geliyor.

Oliver, CCO'dan Dictaphone takma adıyla birçok plak ve albüm çıkardı. Grupta elektro gitar, bas gitar çalıyor ve elektronik müzik altyapılarıyla ilgileniyor. Stephan Wöhrmann ise piyano ve bateride yerini alıyor. Her ikisinin de neo klasik müzik geçmişi var. Bu da tüm çalışmalarına yansıyor doğal olarak.

Swod 2004 yılında ilk "Gehen" albümüyle karşımıza çıktı. Açıkçası o albümü dinlediğimde tutulmuştum onlara. Piyano, gitar, elektronik müzik birleşiminden çıkan çok güzel bir neo klasik müzik kompozisyonu albüm boyunca yoğun etkisini sürdürüyordu. "Sekunden" albümünde de bu aynı başarı ve güzellik devam ediyor.

Albümde tüm parçalar piyano melodisi üzerine kurulmuş. Bu melodi genel olarak klasik müzik ekseninde gelişiyor. Onun üzerine örneğin "Deer"'da Fennesz benzeri geniş gitar melodileri yerleşmiş. Altta ise elektronik vuruşlar ve ses kesitleri ile desteklenmiş. Bu kombinasyon değişik melodiler, vuruş yapıları ve ses kesitleriyle diğer parçalarda da yer alıyor. Ritm genel olarak yavaş. Bu da melankolik ve duygusal bir hava yaratıyor. Bunun haricinde gitarın geniş melodilerle kullanması da puslu bir hava yaratmış. Bazı noktalarda depresifliğe yaklaştığını söylemek gerek.

Minimalizme de göz kırpıyor. Terry Riley tarzı bir minimalizm dinlemek mümkün. Özellikle piyano bu konuda oldukça belirgin. Sonuçta genel olarak hayranlıkla dinlenen, çok güzel bir albüm. Tavsiye ederken saniye bile düşünmeyeceğim bir çalışma.

MP3: Swod - Deer
MP3: Swod - Insects

Swod resmi sitesi
Albümü satın almak için

23.9.07

Proodos Özel ... (5) - Ratatat Röportajı

Türkiye'de Radar Live etkinlikleri kapsamında Maximo Park ile bir konser veren, Classics ve Mixtape (Remixes) Vol II albümleriyle de bu sayfalarda yer bulan Ratatat'ın üyesi Evan ile blog için özel bir röportaj yaptım. Umarım ilgi çeker. Açıkçası fazla tepki veren bir millet olmadığımızdan röportajların burada yer almasından memnun musunuz bilemediğimden ben aynen devam ediyorum. Yakında sürpriz isimler de röportaj serisine katılacak.

SG - Skidmore Üniversitesinden yakın arkadaş olmanıza rağmen birlikte çalışmaya başlamanız bir hayli geç oldu. Yeniden buluşmanız nasıl oldu biraz anlatır mısın?

Evan - Skidmore'u bitirdikten sonra ikimiz de yaklaşık 1 yıl içerisinde kendimizi New York'ta bulduk. Bir gün metroda karşılaştık ve bir grup kurup müzik yapalım diye kararlaştırdık. İlk başta eğlenceli bir dans şarkısı yaptık ve o kadar çok zevk alınca bu işe devam edelim diye düşündük. Zamanla daha çok çalışma yaptık. Aslında yakın arkadaş olmamız bize ayrı problemler yarattı. Bu kadar zaman birlikte çalışınca ve sürekli beraber olduğunda problem çıkıyor. Ikimiz de müziğe çok önem veriyoruz ve birbirimizi de iyi tanıdığımızdan farklılıklarımızın üstesinden bir şekilde geliyoruz.

SG - Kendi adınızı taşıyan albümünüzden sonra olumlu yorumlar aldınız. Bunu bekliyor muydunuz ve bu sizi nasıl etkiledi genel olarak?

Evan - Evet bekliyorduk, muhteşemdik demeyeceğim. Diyene de inanmam. Ne bekleyeceğimizi bilmiyorduk. İnanılmaz bir dönemdi. Kafamızda binlerce "acaba"lar vardı. Daha sonra yorumlar gelmeye başladı ve bir magazini açıp resmimizi görünce gülümsedim. Ama daha sonra konuşmalarımızın ne kadar çok değiştirildiğini ve hatta farklılaştırıldığını görünce çok soğudum.

Ama aynı zamanda müziğimiz konusunda çok güçlü duygularım var. Hak ettiği ilgiyi gördüğü için seviniyorum. Ama tabii bu ilgi müziğimize odaklanmak yerine kişisel olarak bize döndüğünde biraz garip geliyor. Tam tersi olması gerekir aslında.

SG - Parçalarınızda vokal kullanmıyorsunuz. Nadiren insan seslerini melodisel olarak ele alıyorsunuz. Bunun bir sebebi var mı?

Evan - Vokalli parçalar yapmak bizi hiç çekmiyor. Enstrümental müziğin daha girilmeyen çok yönü var. Bunlar dururken uğraşmak niye? Zaten ikimizin de söz yazmak gibi bir yeteneği pek yok. E seslerimizin de iyi olduğunu söyleyemem. Biz söyleyeceklerimizi enstrümanlarla iletmeyi tercih ediyoruz.

SG - Yanınızdan asla ayıramayacağınız müzik aleti var mı? Gitarınız veya bilgisayarınız mesela.

Evan - Aslında günden güne değişiyor. Bazen günlerce piyanomun başından kalkmayıp öylece çaldığım oluyor. Bunun yerini bazen klavye alıyor. Bazen elime gitarı alıp şöyle sakin bir yerde çalasım geliyor. Başka zamanlarda da vuruş yapıları üzerinde çalışıyorum. Karar veremedim şimdi. Yoruldum bak.

SG - Mixtape Vol 1 & 2’nin fikri nereden çıktı? Bu çalışmalarla ilgili hukuki bir probleminiz oldu mu?

Evan - İlk albümümüzün kaydını bitirdikten sonra Hip Hop düzenlemeleri üzerine çalışmaya başladım. O sırada albümün yayınlanmasını bekliyorduk. Bu düzenlemeler beni bir hayli içine çekti ve kendimi geliştirmek istedim. Daha sonra birlikte devam edip birkaç düzenleme yaptık. Daha sonra neden bunları da yayınlamayalım diye düşündük. Aslında hızlı gelişen bir çalışma. Özellikle de albüm hazırlamakla karşılaştırılınca. Çok daha az zaman alıyor. Hazır aklımızda böyle bir fikir varken bunu uygulamaya geçirmek istedik. Sadece eğlenmek için. Oldukça da ilgi gördü. Hukuki tarafına ise hiç girme.

SG - Hayran kaldığın son albüm hangisiydi ve seni neden etkiledi?

Evan - Lil Wayne’in "Drought 3" adlı albümünü bugün trende dinledim. Gerçekten etkilendim. Çok sakin, ayakları yere basan bir rapçi. Sözlerde de oldukça güçlü. Bu albüm gerçekten çok eğlenceli. Tavsiye ederim.

SG - Yeni bir albüm var mı yakın gelecekte?

Evan - Yeni albüm hakkında fikirsel altyapıyı hazırlamaya başladık. Bizim kayıt sürecimiz genellikle çok yavaş ve çileli oluyor. Ne kadar süreceğini söylemek gerçekten zor daha şimdiden. Fakat kafamızda birkaç fikir var ve çizeceğimiz yönler konusunda daha şimdiden heyecanlanmış durumdayız. Ağustos ayını yeni parçalar yazmakla geçireceğiz. Ondan sonrasını göreceğiz.

SG - Istanbul şehrini ve İstanbul'daki performansınızı nasıl buldun?

Evan - İstanbul'da çok iyi vakit geçirdik. Şu ana kadar gittiğim yerlerin hiçbirine benzemiyor. Aslında konserden ne bekleyeceğimizi hiç bilmiyorduk ama dinleyicilerden gelen tepkiye çok memnun olduk. İnsanlar çok sıcakkanlıydı ve ateşlilerdi. Bizim için evden bu kadar uzakta olmak ve hiç bilmediğimiz bir şehirde bu denli güzel karşılanmak inanılmz. İnsanların bizi bu kadar iyi bilmesine şaşırdık ve bundan onur duyduk.

SG - Şimdi de kişisel bir soru geliyor. "Loud Pipes" benim en favori parçam. Bu şarkı nasıl doğdu?

Evan - O bizim albüm hazırlıkları sırasında ilk yazdığımız parçalardan biri. Evimde yazmıştık. Önceleri vuruşlarla başladık ve daha sonra adım adım ondan sonrası geldi. Mike gitarı yazdı ve ilk anda muhteşem geldi. Orta bölümü bateride doğaçlama olarak doğdu. İkimiz de doğaçlama çalıştık orada. Piyano bölümü benden, gitar bölümü Mike'tan.

SG - Çok teşekkür ederim. Umarım İstanbul'da görüşürüz.

Evan - Mutlaka. Tekrar gelmeyi çok istiyoruz. Umarım seninle buluşup boğaza karşı bir Jack On The Rocks içeriz.

20.9.07

Acieed Devrimi!

Kese Kağıdı dergisi için Acid temelli House ve Techno türlerinin 20. yıldönümü adına yazdığım yazıyı aşağıda bulabilirsiniz. 1980'lerin sonlarında ve 1990'lar boyunca Acid mi Metal mi tartışmasının tarafı olan ve aslında bence büyük ölçüde yanlış anlaşılan bir hareket olan Acid Devrimi'nin kısmi olarak anlatımı ve örneklemelerini okuyabilirsiniz. En altta ise 10 adet klasikleşmiş, 5 adet yeni Acid kökenli parçayı bulabilirsiniz. Herkese iyi okumalar. Notasız gününüz geçmesin.

Sühan Gürer

ACID DEVRIMI!

Trafik ışıkları toplumsal hayatın bazen can sıkan ama mutlak düzen gerektiren öğelerinden. Hele bir de İstanbul ve Türkiye’nin yağız şoförleri söz konusu olduğunda elzemliği en ufak şüpheye dahi yer bırakmıyor. Arabadakiler için kırmızı, sarı yeşil, yürüyenler için ise sarısız bir kırmızı yeşil. Kırmızı herhalde en antipatiği. Yeşil ise görüldüğünde (Renk körü değilseniz) insanda hafif bir mutluluk yaratıyor. Ama ya sarı? Ben en çok sarıyı seviyorum aslında. Bunun iki sebebi var. Birincisi seçimi bana bırakıyor. Gazlayıp devam da edebilirim, yavaşlayıp kırmızının yanmasını bekleyebilirim arkamdakinin “Niye geçmedin lan?!” nidalı kornasını göze alarak. Ama belki de sevmemin altında yatan asıl sebep bana bir devrimi anlatması, Acid devrimini.

Acid deyince herkesin aklına ilk gelen şey Mr. Hoffman’dır. Mr. Hoffman alabildiğine sempatik sırıtkan bir sarı şey. Şey çünkü sadece, hiçbir özelliği yok. Don’t Worry, Be Happy’nin çizimsel versiyonu. Ama Acid devrimi Mr. Hoffman’dan çok daha yönü olan bir olaydı. Modern müzik ve eğlence anlayışında yepyeni bir akımın başlamasına ön ayak oldu ve bu zorlu yolda devletlerden dahi çok sert tepkiler aldı.

Her şey 1987 yılında başladı. Aslında önceden de sesi geliyordu ama resmen hem kitlelerin tanıması, hem de adının koyulması bu dönemde gerçekleşti. Acid House ismini kimin koyduğu ve neden koyulduğu hala tartışma konusu olsa da bu konudaki en temel kaynak Roland 303 bas makinesinin çıkardığı sesler temel alınarak 1987 yılında koyulduğu yönünde. Tamam ismini anladık da nedir Acid house?

Acid house, house türünün 1980’lerin başında Chicago’dan çıkıp yayılmasının ardından ortaya çıkan bir türevi. Ama belki de bugüne kadar ortaya çıkan müzik türevleri arasında en etkin olanı. House parçaları baz alınarak Roland 303’ün etkisiyle apayrı bir hale sokuluyordu ve bu dans etmeyi amaçlayan kitleyi çılgına çeviriyordu.

Yine Chicago’da başlayan akım Phuture’ın “Acid Trax”, Frankie Knuckles’ın “Your Love”, Armando’nun “Land For Confusion”, Lil Louis’in “French Kiss” ve Marshall Jefferson “Move Your Body” adlı parçalarıyla herkesin dilinde dolaşıyordu. Acid House akımı kısa sürede kendini New York’un devasa kulüplerinde buldu. Arkasından yoğun bir ilgi doğdu. Bu ilgi beraberinde birçok şeyi getirdi. Bunlardan ilki yine aynı dönemin popüler uyuşturucusu Ecstacy’nin (Nam-ı diğer EX) bu müzikle ilintilenmesi başladı. Elbette bu haksız bir görüş değildi çünkü gerek Chicago’da, gerekse New York’ta Acid House akımıyla birlikte Ecstacy kullanımında yoğun bir artış yaşandı. Bu noktada devreye devlet girdi ve Acid House kötülenmeye başladı. DJ’ler suçlular gibi gösterildi ve birçoğu tepkilerden sıkılıp soluğu Ibiza’da aldılar. Tatil için mükemmel bir imkan sunan Ibiza bir anda eğlencenin de merkezi haline geldi. Akım Ibiza’ya tatile gelen Danny Rampling, Paul Oakenfold (Oakey), Nicky Holloway ve Johnny Walker (Evet isim benzerliği) sayesinde kendini Ingiltere’de buldu. İngiltere Amerika’nın aksine büyük bir kucak açtı akıma ve her ne kadar Ecstasy’nin benzer etkisi burada yaşandıysa da akım inanılmaz derecede güçlendi. 4’lünün Ingiltere’ye dönmesinin ardından 6 ay geçmeden bütün büyük kulüplerde Acid House çalınıyor, gelen kitle kulüpleri hınca hınç dolduruyordu. 808 State “Pacific”, The Shamen “Ebeneezer Goode” ve D Mob İngiltere’de listeleri karıştıran “We Call It Acieed” adlı parçalarıyla bu akıma destek oldular.

Acid House akımı İngiltere’de en tepelere vurduğunda Amerika boş durmuyordu. Detroit daha önce house akımına karşı techno’yla cevap verdiği gibi Acid House’a da Acid Techno’yla cevap verdi. Daha güçlü ritmlerin yanında Roland 303 ve 808 melodileriyle bir anda ortalık karıştı. Bu resmen öyle olmaz asıl böyle olur niteliğinde bir cevaptı. Josh Wink, Joey Beltram, Richie Hawtin ve Jeff Mills doğrudan olaya el attılar ve bu akımı çok hızlı bir şekilde yükselttiler. Bunlar arasında özellikle Josh Wink’in “Higher State Of Conciousness”’ı bu türün resmi parçası haline geldi. Hala çalınsa şimdi de kulüpleri yıkacak yapıda. Zaten şu ana kadar yaklaşık 80 adet düzenleme plağı çıkmış durumda resmi ve gayri-resmi.

Acid Techno daha sonra kendini minimalist akımla birleştirdi ve karşımıza Richie Hawtin’in projesi Plastikman ile çıktı. Aslında Acid devriminin ağırlığını yitirmeye başladığı bir dönemde bu ilaç gibi geldi. Logosundan müziğine kadar birçok şekilde yepyeni bir tarz ortaya çıkardı. Ayrıca Ecstacy ile özdeşleştirilen Acid House artık yerini LSD ile özdeşleştirilen Minimalist Acid Techno’ya bırakmıştı. Yani Acid’in başı uyuşturucudan kurtulmadı.

Belçika’da da benzeri bir akım çıktı aynı dönemde. Bu ise Acid Trance olarak adlandırıldı. Daha sonra hemen Alman’lar olaya el attılar Kai Tracid, Emmanuel Top ve Phobia’yla. Acid Trance’i endüstriyel kültürleriyle birleştirdiler. Klasik trance’e göre daha yavaş, uzaysal melodiler ve hafif ambient havası vardı. Bu akım daha sonra yerini tamamen Ambient’a bıraktı ama hala Pete Namlook, Uwe Schmidt gibi sanatçıların çalışmalarında yer buluyor zaman zaman. Uyuşturucu bu sefer de Orta Avrupa’yı fethetmişti.

Uyuşturucuyla yaşanan bu problemler zamanla bu tarzlara karşı yoğun bir kamuoyu tepkisine dönüştü. Gençleri yoldan çıkartan kaka çocuk pozisyonuna düşen DJ’ler dünyanın birçok yerinde tepkilere maruz kaldı. İngiltere’de kendini akımın öncüsü ilan eden ama aslında sadece aklıevvel bir fırsatçı olan Tony Colston-Hayter inanılmaz bir tepki aldı. Arkasından İngiliz gizli servisi MI6 tarafından takip edilmeye başlandı ve daha sonra kendisine 1 yıllık bir tatil ayarladı, İngiltere’den kaçtı. Benzerleri diğer ülkelerde de yaşandı. Sonuç olarak Acid günümüzde hala varlığını koruyan, uyuşturucunun elektronik müzikle bağdaşlaştırılmasında büyük katkısı olan bir müzik türü. 20. doğum yılında her trafik ışığına yaklaştığımda sarıyı görünce aklıma gelmesi ve saygı gösterip de durmam boşuna değil. Artık kornaya basmayın lütfen.

Dinlenmesi gereken klasik Acid House ve Acid Techno parçaları:

Adonis - No Way Back
Armando - Downfall
D-Mob - We Call It Acieed
Fast Eddie - Acid Thunder
Hithouse - Jack To The Sound Of The Underground
Lil Louis - French Kiss
Phuture - Acid Trax
Phuture - Got The Bug
The Housemasterz Boyz - House Nation
Josh Wink - Higher State Of Conciousness

Yeni örnek parçalar:

Rob Acid - On Fire (R U OK Acapella Mix By Suhan)
Roberto Rodriguez - The Days We Lost
Shlomi Aber - Freakside (Gel Abril Acid Rework)
The Ace Of Clubs - Fruitacid
The Ace Of Clubs - Patriotic Acid

19.9.07

Bo.Da. Plays Madonna In Jazz (Cinedelic, 2007)

Evet ilginç bir albüm çıktı karşıma. Aslında albüm çıkalı bir hayli olmuş ama daha önce fark etmemiştim. Bilseydim daha önceden davranırdım. Açıkçası Bo.Da. kim onu da bilmiyorum. Bu sebeple albüm temelinde konuya girmek bence en uygunu olacak. Albüm Madonna'ya adanan bir caz toplaması olmuş. Madonna'ya adanan derken, onun en beğenilen parçaları yorumlanmış diyeyim.

Madonna'yı farklı bir telden dinlemek için güzel bir albüm. Elbette vokalistin Italyan aksanı çok rahatça yüzümüze vuruyor kendini. Albüm bir nevi yerel bir barda Madonna'nın parçalarını yorumlayan caz grubunu dinlermiş hissi veriyor. Bu sebeple olayın çok profesyonelce kotarılmadığını söyleyebilirim. Ama yapılan iş güzel. Yorumlamalar da gayet başarılı. Sadece daha dikkatli çalışılabilirmiş. Bu konuda eksiklik hissettiriyor.

Albümde La Isla Bonita, Holiday, Frozen, Material Girl, Papa Don't Preach, Like A Virgin ve Music gibi Madonna'nın unutulmaz parçalarının yorumları var. Madonna hayranları için yeni albümü çıkana kadar soluk aldırabilecek bir çalışma.

MP3: La Isla Bonita
MP3: Material Girl

Satın almak için

17.9.07

St. Vincent - Marry Me (Beggars Banquet, 2007)

St. Vincent kim? Annie Clark. E peki o kim? Sufjan Stevens'ın turne grubunda yer alan, daha önce de The Polyphonic Spree'nin 3. albümünde vokalleriyle karşımızda olan naif bir bayan. Ayrıca birkaç enstrümanı çalmasıyla biliniyor kendisi. Marry Me'de gitar, org, Moog, bas gitar ve piyano çalmış. Bana da maşallah demek düşer.

Marry Me her nabza şerbet veren bir albüm. Moral bozukluğu, aşk, kızgınlık, karmaşa, ruh haliniz her neyse bu albümde bir şeyler bulabiliyorsunuz. Albümün bu kadar geniş bir kitleye hitap etmiş olmasının altında yatan temel sebep de bu olsa gerek.

Albümde senfonik bir atmosfer var. Ama Rufus Wainwright tarzından oldukça farklı. Yeri geldiğinde elektronik müzikten (Moog aracılığı ile tabii) faydalanmayı bilmiş. Modern bir senfonik indie rock ile çıkmış karşımıza. "Jesus saves, I Spend"'de hafif kilise orkestrasını andıran bir koro bölümü var. Bazı noktalarda Joan As Police Woman'ı hatırlatıyor. Müzikalite açısından zengin bir yapıyla karşımıza çıktığı kesin. Basite kaçmamış. Sonuçta da her ne kadar yoğun bir müzikal yapı olsa da güzel bir albüm. Hatta güzelin de ötesinde bu yılın başarılı işlerinden biri.

MP3: St. Vincent - Now Now
MP3: St. Vincent - The Apocalypse Song

St. Vincent resmi sitesi
St. Vincent @ MySpace
Satın almak için

16.9.07

Patti Smith - Twelve (Columbia, 2007)

Patricia Lee (Patti) Smith, 7 yıllık bir adaylık serüveninden sonra bu yıl resmi olarak Rock Efsaneleri arasında yerini aldı. Öncelikle bahsedeceğimiz sanatçının kim olduğunu bilelim. Ben de bileyim. Eleştireceğim çünkü, dozu kaçırmamam lazım.

Geride bırakılan 30 yılı aşkın bir profesyonel müzik hayatı. Bunun yanında gösteri sanatlarına harcanan yıllar, şairliği ve aykırılığı. Bahsetmek uzun. Hakkında destanlar düzülebilecek biri. Ama merak eden açar okur, okumayan ise eksik kalır cinsinden bir insan.

Patti Smith hakkında ilgi çeken bir nokta albümleri arasında inanılmaz süreler var. "Wave" albümü 79'da çıkan Smith, sonraki albümü "Dream Of Life"'ı 9 yıl sonra 88'de, ondan sonraki "Gone Again"'i ise 8 yıl sonra 96'da çıkardı. 17 yılda 3 albüm. Patti Smith'e pek sıcak bakmayanlar için üretkenlik kıtlığı olarak nitelendirilen bu dönem şimdi Patti Smith'in coverlar içeren albümünün çıkmasıyla yeniden hortladı.

Patti Smith Nisan ayında yeni albümü "Twelve"'i çıkardı. Aslında albüm coverlardan oluştuğundan inceleme konusunda pek sıcak bakmamıştım ama Babylon konseri sebebiyle herkes bahsedince daha dikkatli bir göz atmak gerek diye düşündüm.

Albümde birçok efsanevi parçanın Patti Smith versiyonu var. Daha incelemeden söyleyeyim, Lose My Religion'ı coverladığından beri Tori Amos'a antipati duyuyorum. Böyle efsanevi parçaları yorumlamak cidden büyük cesaret işidir çünkü a) Efsanevi olmasının sebebi bir bakıma çok iyi yorumlanmasıdır b) Sittin senedir dinlediğimiz şekilden farklı şekilde duymak kulaklarımızı rahatsız eder.

Albümde neler var neler. Jimi Hendrix'in "Are You Experienced"'ı, , The Doors'un "Soul Kitchen"'ı, Nirvana'nın "Smells Like Teen Spirit"'i, Neil Young'ın "Helpless"'ı, vs.vs.

Baştan başlayalım. Bakalım bu parçaları Patti Smith yazmış olsa kaçı efsane olurdu. "Are You Experienced" olmamış. Hendrix'in o insanı canlandıran enerjisinden yoksunlaşmış parça ve çıtır çerez bir rock parçasına dönüşmüş. Arkasından Tears For Fears'ın "Everybody Wants To Rule The World"'ü geliyor. İlginçtir bir hayli beğendim. Albümde seçilen parçalardan bir hayli bir tabandan geliyor ve güzel bir değişim yaşamış. Neil Young'ın "Helpless"'ına gelince, arada kaldım. Hem güzel, hem de içim bir garip oldu. Rolling Stones'un "Gimme Shelter"'ına gelince Smith hemen bir vites atmış ileri. Ama Jagger'ın vokalini aradım ne yalan söyleyeyim. Acaba "Angie" daha iyi bir seçim olabilir miydi diye düşünmeden edemiyorum Smith'in tarzı açısından.

The Beatles'da "Within You Without You" ile karşımızda. İngiliz havasından Amerikan'a dönmüş güzel bir düzenlemeyle. Ama hani klasik bir Patti Smith parçası olmaktan öteye gidemiyor. Jefferson Airplane'in "White Rabbit"'i ile çok tehlikeli sulara girmiş Smith. Psychedelic Rock'ın resmi şarkısını yorumlamak. Vay canına. Sesi iyice açtım ki bu parçayla bugüne kadarki deneyimlerime benzesin. Parça bu haliyle de efsane olurdu ama tercihim her zaman Marty Balin vokali. Sırada Smith gibi çağdaş bir ozan Bob Dylan'ın "Changing Of The Guards"'ı var. E benzer kalemden olunca çok güzel yorumlamış. Albümün cidden bir adım ilerleten parçalarından. Arkasındaki Paul Simon'ın "The Boy In The Bubble"'ı ise yumuşaklığını kaybetmiş. Pek ısınamadım.

The Doors'un "Soul Kitchen"'ının yeniden canlanmasına gelelim. Çok ama çok güzel bir yorum. Şunu anladım, Smith kendisi gibi ozan olan sanatçıları çok daha iyi yorumluyor. Ruh eşliği midir nedir bilemem. Keza Nirvana'nın "Smells Like Teen Spirit"'inde de benzer bir durum var. Parça apayrı bir yön almış Smith'in elinde. Tamamen kendi parçası gibi özgün yorumlamış. Apayrı bir zevk aldım. The Allman Brothers'ın "Midnight Rider"'ının yorumu hafif country rock havasında güzel bir yapıya bürünmüş. Stevie Wonder'ın "Pastime Paradise"'ı albümde piyanonun olduğu tek parça ve yapısı itibariyle bunu gerektiriyor. Ama vokali duyunca burukluk hissettim. Stevie'yi istiyorum. Hani Coolio bile olur ama bu olmaz.

Sonuç olarak cesaret isteyen bir denemeden güzel bir sonuçla çıkmış birkaç istisna hariç. Kendi albümünü de bekliyoruz artık. Üretkenliği tükendi diyenlere nazire olarak zevkle dinleriz umarım.

MP3: Patti Smith - Changing Of The Guards (Bob Dylan)
MP3: Patti Smith - Soul Kitchen (The Doors)

Patti Smith resmi sitesi
Patti Smith @ MySpace

15.9.07

Vector Lovers - Afterglow (Soma Quality Recordings, 2007)

Vector Lovers veya gerçek adıyla Martin Wheeler elektronik müziğin minimalist akımını takip eden önemli yeteneklerden biri. 2002'den beri prodüksiyon yapan sanatçı Wheel, Martin Wheeler, Rosenbaum ve Badly Born Droid takma adlarıyla da çalışmalarını yayınlıyor.

2004 yılında Soma bünyesine katıldıktan sonra dikkat çekmeye başladı ve 2004 yılında "Vector Lovers" adıyla çıkardığı albümle tanındı. Daha sonra yükselişi bir sonraki sene çıkardığı "Capsule For One" adlı albümle devam etti. Ama benim için her daim en önemli çalışması "Boulevard" bu iki albümde de yer almadı.

Wheeler 2 yıl aradan sonra yeni albümüyle bizlere yaşadığı değişimleri aktarıyor. Öncelikle artık daha sakinleşmiş durumda. Bunda Soma'nın minimalist kanadının biraz daha Ambient'a kaymasının da etkisi vardır mutlaka Alex Smoke'ta gördüğümüz üzere. Ancak aksak ritm tutkusu geçmemişe benziyor. Albümde yoğun olarak bu görülebiliyor.

Albümde dinginlik had safhada. Sizi beyninizin çeşitli noktalarında gezintiye çıkarıyor. Aslında bunlara prodüksiyondan ziyade kompozisyon da demek mümkün. Alex Smoke ve Apparat'ın elektronik müziğe gönül rahatlığıyla klasik müzik tınıları katmasının ardından Martin Wheeler bunu kendi tarzıyla yorumlamış. Minimalizmden bir adım uzak ama hala yakın. Ambient'a bir adım uzak ama ona da hala yakın.

Vuruşları minik dokunuşlar gibi kullanmış ve gerek piyano gerekse elektronik altyapılarla sunduğu melodileri destekliyor sürekli. Özellikle "Piano Dust" bu konuda en etkin çalışması olmuş. Bunların haricinde melodilerin kesik özelliği de aksak ritmle oldukça uygun bir havada ilerliyor. Bu aksak ritmler de zaman zaman Broken beat zaman zaman da IDM olarak karşımıza çıkıyor.

Kesinlikle güzel bir albüm. Prodüksiyonları gibi değil çünkü bunlar kompozisyon. Yine de gelecekteki işlerini daha da merakla beklememizi sağlayacak uygun bir çalışmaya imza atmış kesinlikle.

MP3: Vector Lovers - Hush Now
MP3: Vector Lovers - Piano Dust

Vector Lovers resmi sitesi
Vector Lovers @ MySpace

13.9.07

Ben Harper & The Innocent Criminals - Lifeline (Virgin, 2007)

Ağustos ayının sonu gerçekten güzel sürprizlere gebeymiş. Önce M.I.A.'nın albümü, arkasından da Ben Harper. Aslında Ben Harper'ın albümü daha da sürpriz oldu çünkü turnesinin bitiminin üzerinden daha pek bir zaman geçmedi. Ama burada asıl güzellik yatıyor.

Ben Harper 2006 sonunda başladığı Avrupa turnesi sırasında yeni parçalar üzerine çalışmaya başlamış ve konserlerden önceki sound-check'lerde bu parçaları grupla beraber çalışmış. Turne bittiğinde ise ilk yaptıkları şey Paris'teki "City Of Lights" stüdyosuna girip 1 haftada analog olarak albümü bitirmek olmuş. Günümüzde diğer sanatçıların önce turneyi bitirip sonra tatil yapmalarına ve yaklaşık 4-5 ay sonra stüdyoya girmelerine alıştığımız için Ben Harper'ın bu dur durak bilmeyen temposu ilginç geldi. Hele karşımıza böyle güzel müzikler çıktığı sürece bundan güzel bir şey de olamaz.

"Lifeline"'da bizleri klasik bir 70'ler albümü bekliyor. Ben Harper'ın Rock'a sakin ve olgun yaklaşımı tüm parçalarda etkili. Parçalar inanılmaz değil, ama hepsi de güzel. Bu da tümü dinlenebilen ender albümlerden biri haline getiriyor. Hele 2-3 hit parça yazıp idare eder parçaları ekledikten sonra albüm yapan günümüz gruplarına oranlanırsa çok daha yeğdir.

Altyapılarda yine country ve blues etkileri var. Bu yönden eskisinden farklı bir şey yok. Parçalardan hiçbirinde zorlama hissedilmiyor. Sanki her şey kendiliğinden gelişmiş gibi bir doğallık var. Kaydetme süresinin kısalığının albüme kötü hiçbir etkisi yok. Hatta müzikal zenginliklerin olması da cabası. "In The Colors"'da güzel bir reggae esintisi var. Bob Marley'e olan hayranlığına dikkat çekiyor herhalde.

"Say You Will"'de ise kilise türü country havası var. Hani biraz daha kaysa Ray Charles'dan bir gospel dinliyor olabilirdik. Ben Harper burada diğer parçalardaki (Needed You Tonight'ın bazı bölümleri hariç) vokaline göre biraz daha agresif. Kilise modu olduğu düşünülürse ilahı söyleyen biri misali tüm içini boşaltıyor mikrofona. Benzeri yapıyı "Heart Of Matters"'da da görüyoruz. Daha sonra vokalde içini boşaltmış bir haldeyken "Paris Sunrise #7"'de bu sefer gitar solosuyla döküyor içini. Güzel bir slide gitar solosu dinliyoruz parça boyunca.

Albüm Avrupa'da doğrudan tepelere fırladı. Amerika'da ise daha yavaş davrandı. Bu da zaten normal. Bugüne kadar Ben Harper'a her zaman kucak açan Avrupa oldu. Amerika'da ortanın üstü olarak bakılırken Fransa ve İngiltere'de el üstünde tutuluyordu. Bu albümde de değişmedi gelenek.

Beğendiğim parçalar:

1) Fight Outta You
2) In The Colors
5) Having Wings
6) Say You Will
8) Put It On Me
9) Heart Of Matters

MP3: Ben Harper - Fight Outta You
MP3: Ben Harper - Say You Will

Ben Harper resmi sitesi
Ben Harper @ MySpace
Satın almak için

11.9.07

Modeselektor - Happy Birthday (Bpitch Control, 2007)

Gernot Bronsert ve Sebastian Szary 'den oluşan Bpitch Control'ün çılgın ikilisi Modeselektor 2 yıl aradan sonra yeni albümleriyle karşımızda. Yine aynı dönemde albüm turnesi kapsamında, düzenlediğim "Spektrum Nights" gecelerinin de konuğu olan ikilinin nasıl eğlendirdiğini o gece orada olanlar gördü. Gerek albümden, gerek albüm dışından parçaları düzenleyerek muhteşem bir canlı performans sergilemişlerdi.

Ve şimdi kaldıkları yerden devam ediyorlar. Buna en ufak şüphe dahi yok. Çok benzer bir tarz, yine tekno kökenli (Alman olmalarından kelli) bir havadalar ama ilk albümdeki broken beats, big beat, hip hop, eğlenceli ne varsa albümde toplanmış. Rapçi TTC yine bu albümde de var. Onun dışında Maximo Park ve Thom Yorke de albümde yer alıyor.

Neyse albümün içine gelelim. "Godspeed" doğrudan gümbür gümbür geliyor. Teknoya yeni bir bakış açısı. Aksa ritmlerle güçlü bir parça ve kesinlikle iddialı. "2000007" ise TTC vokaliyle çok güzel geliyor. Yoğun synth'lerle birlikte Fransız rapçinin vokali oldukça değişik bir uyum sağlamış. Albüme adını veren "Happy Birthday" ise eğlenceli bir melodiyle başlayıp arkasından vuruşların girmesiyle şahlanıyor. Hani doğumgünü kutlamak için ideal parça diyemem ama kesinlikle kulüpler için uygun.

"Let Your Love Grow" ise reggae vokaliyle başlıyor ve arkasından Apparat geliyor. Gelmiyor tabii aslında ama onun parça yapılarına çok benziyor bu parçanın da yapısı. Sadece biraz daha agresif. "BMI"'da ise Otto Von Schirach IDM altyapısıyla karşımıza çıkıyor. Elbette Otto'nun normal prodüksiyonlarına göre vuruşlar daha güçlü ve kendinden emin. Ama karşımızda öz be öz IDM duruyor. Albüme farklı bir hava katmış her ne kadar ben o derece ısınamadıysam da parçaya. "BM Ocean" yakşalık 2 dakikalık bir ambient, noize arası veriyor tüm sert vuruşlara. Beğenmeyen geçebilir.

Aranın ardından "Sucker Pin" ile Kavinsky paşamızın esintisi geliyor. Parça Kavinsky adıyla çıksa hiç yadırgamazdım. Sert, hızlı ve tekrarlı synth'lerin arkasında esaslı vuruşlar. Son dönemde Kavinsky'e iyice taktığım için iyi geldi bu da. "The First Rebirth" Ortaçağ melodisi üzerine gelen hafif Trance yapıyı içeriyor. Sonlarında yine Apparat esintili aksak vuruşlarla tamamlanıyor parça. "The Dark Side Of The Frog" 1 dakika sürüyor ve derinden gelen "2000007" devamı gibi. Parça "The Dark Side Of The Sun" olarak giriyor tekrar ama bu sefer derinde falan değil, düpedüz beynime vuruyor. Vokalde TTC yerine Puppetmastaz var. Wesside'a düpedüz meydan okuyor bu çocuklar yahu.

"Black Block" ile bu sefer David Carretta veya Terence Fixxmer geliyor. Gelmiyor da anlayın artık. Güçlü synth'lerle Grenoble elektro-teknosunun karışımı. Peh peh. Kolonlarım ağlıyor. Ben de dans ediyorum ama. Gigolo Records'ı yad ediyorum bir andan da. "Edgar" ise bu albümde sıkça gördüğümüz yüksek melodilerin yanındaki aksak vuruşlar olarak söyleyebilirim. Biraz melankolik. Ne birazı, bayağı. "Hyper, Hyper"'da İngiltere'ye uzanıp biraz dub-stepe giriyoruz. Ama synth'ler umarsızca. İngilizler kesin tepki koyar buna. Ama ne derlerse desinler güzel. "Late Check-Out" ile yine ara geliyor 38 saniyelik. Uçak beklerken bir havalaanı lobisindeki piyanoyu dinliyoruz galiba.

"The Wedding Toccata Theme" apaksak ritmlerle giriyor. Kesik bir vuruş yapısının yanında güçlü bir synth melodisi var üstte. Sonra alttan başka bir tanesi giriyor tizden. Bir şeye benzetemedim ben. "The White Flash" Thom Yorke ile birlikte geliyor. Etkisi ortada. Bir anda durulan vuruşlar duygusal bir havaya bürünüyor. "Eraser"'a oranla biraz daha güçlü tabii yine de. Ama Thom Yorke efendimizin Radiohead albümünü çıkarmak yerine nelerle uğraştığını görebiliyoruz tabii. Albümü kapatan parça (18 oldu artık yeter) "Debouttoner" yine synth melodisiyle eşliğinde güçlü vuruşlara sahip. Bu sefer aksak maksak dinlemeden doğrudan teknoya giriyor Modeselektor. Bunca ses içinde şükür ki Kavinsky modeline girmemişler yine. Böylesi daha güzel olmuş.

MP3: Modeselektor - 2000007
MP3: Modeselektor - The Dark Side Of The Sun

Modeselektor @ Myspace (Ana sayfaları buraya yönleniyor)
Satın almak için

10.9.07

Spoon - Ga Ga Ga Ga Ga (Merge, 2007)

Texas'tan çıkan başarılı indie rock grubu Spoon 1996'dan beri profesyonel müzik hayatının içerisinde. Grup vokal ve gitarda Britt Daniel, bateride Jim Eno, bas gitarda Rob Pope ve arka vokal ile klavyede Eric Harvey'den oluşuyor.

Grubun ilk albümleri de müzikal açıdan şu anki kadar olgun olmasa da güzeldi ancak grubu dünya çapında tanıtmaya yetmedi. Grubun müziği genel olarak basit ve rahat olarak nitelendirildi derinliğine inmeden. Bu son albümleri "Gimme Fiction"'a kadar devam etti. Bu albümde grubun aslında sadece basitlik değil, basitlikten güzellik ortaya koyduğu dikkati çekmeye başladı sonunda. Albüm Amerika'da büyük bir başarı kazandı ve daha yoğun takip edilmeye başlandı.

Grubun yeni albümü Ga Ga Ga Ga Ga (5 tane var) Temmuz ayında Amerika'da Merge, Avrupa'da Anti etiketiyle piyasaya çıktı. Albüm doğrudan büyük bir kucaklamayla karşılandı. Bana göre eleştirmenlerin biraz geç yaptığı bir hareket oldu bu ancak açıkçası bugüne kadarki en olgun ve güzel albümleri olması sebebiyle de denk geldi. Albüm Amerika'da listelerde ilk 10'a kadar yükseldi. Avrupa'da ise beklenenden büyük bir ilgi gördü.

Spoon gerçekten çok basit bir müzik yapıyor. Kendilerini zorlamıyorlar. Gerek de yok. Basit melodilerle buna çok uygun vokalleri birlikte konuşlandırdıklarında ortaya çok güzel parçalar çıkıyor. Albümün açılış parçası "Don't Make Me A Target" bunun en uygun örneği. Rock'a minimalist bir bakış açısı diyesim bile var. Alttaki 4'lük gitar melodisi bunu gerektiriyor açıkçası. Keza aynı minimalist yapı "The Ghost Of You Lingers"'da da var. Birindeki gitar melodisi diğerinde klavye melodisine dönüyor sadece.

Bu basitlik parçalar arasında rahat bir akışı da sağlıyor. Albüm bu şekilde tek çırpıda dinlenebiliyor. Bu da albümün başarısı. Tam anlamıyla bir bütünlük var diyebilirim rahatça. Ama bu konuda vokalin başarısı da es geçmemek gerekiyor. Britt Daniel gittikçe yerini sağlamlaştırıyor Rock vokalleri arasında gerek ses kullanımı, gerekse ses rengiyle kendini farklılaştırıyor. Elbette sesi bir Rufus Wainwright gibi kendi başına etkileyici değil ama nasıl kullanacağını çok çok iyi biliyor.

Parça falan beğenmedim albümde. Albüme hasta oldum. Yılın en iyilerinden biri olmaya aday gönlümde.

MP3: Spoon - Don't Make Me A Target
MP3: Spoon - You Got Your Cherry Bomb

Spoon resmi sitesi
Spoon @ MySpace

9.9.07

Gogol Bordello - Super Taranta! (Side One Dummy, 2007)

New York'lu çingene müziği delileri Gogol Bordello. Çoğumuz (En azından ben) onları geçen sene Rock N Coke'taki performanslarıyla tanıdık. Çok eğlenceli, çılgın bir performans sergilemişlerdi. Müziklerin güzel olmasının yanında teatral olarak da çok etkileyiciydiler. Sonrasında albümlerini dinledikçe daha da bir beğendim. Sonuçta hayatta amaç eğlenceyse Gogol Bordello bunu usanmadan, sıkılmadan sunuyor. Daha sonra Madonna ile Live Earth kapsamında "La Isla Bonita/Lela Pala Tute"'yi yeniden yorumladılar.

İşin ilginci grupta Roman yok görünüyor. Grup üyeleri Ukrayna, Rusya, İsrail, Etiyopya, Amerika, Tayland ve Ekvator'dan. Bunca insanın ortak noktası romen müziğiymiş. Vay canına.

4 stüdyo albümünden sonra (Maşallah neler kaçırmışım) yeni albümleriyle karşımızdalar. Albüm Temmuz ayında piyasaya çıktı. Zamanlama olarak da Live Earth ile tüm dünyanın gözü önüne çıktıktan sonra güzel bir seçim yapmışlar.

Ve çingene müziğinin hafif rock edasıyla birleştiği Gogol Bordello bıraktığı yerden devam ediyor. Hatta ambiyane tabirle çılgın atıyorlar. Hani gerçekten anlatmak zor. Eğlence de eğlence. Gizli iksirlerindeki punk unsuru da her zaman pozitif bir bakış açısıyla geliyor. Eugene Hütz'ün şarkı içindeki brutal vokalleri de cuk oturuyor tabiri caizse tıpkı vokali gibi.

Albümde özellikle "Supertheory Of Supereverything"'in sözlerine bittim. Herkese tavsiye ederim. Parçanın umarsızca eğlenceli olmasının yanında sözler de çok eğlenceli. Hatta güldürüyor diyeyim. "My brothers are protons! My sisters are neutrons! Stir it twice, it's instant family!" Ne diyeyim ben daha. Party party party!

Dikkatimi çeken parça yok, hepsini çok sevdim. Bazıları daha güzel ama haksızlık edesim yok hiç şimdi.

MP3: Gogol Bordello - Wonderlust King
MP3: Gogol Bordello - Supertheory Of Supereverything

http://www.youtube.com/watch?v=D6NkdY9GJ6Y
http://www.youtube.com/watch?v=CRgAbu6xvH8
http://www.youtube.com/watch?v=R2ETUIQD6iw

Gogol Bordello resmi sitesi
Gogol Bordello @ MySpace

8.9.07

Porn Sword Tobacco - New Exclusive Olympic Heights (City Centre Offices, 2007)

Porn Sword Tobacco, İsveç'li Henrik Jonsson'un bir projesi. 2004 yılından beri yeni albümü dahil City Centre Offices plak şirketinden 3 albümü çıktı. Elektronik müziğin genel olarak deneysel, abstrakt ve ambient yönlerinin üzerine giden prodüktör bu konuda dikkat çeken isimler arasında yer alıyor.

City Centre Offices, fazla ünlü olmayan ancak çıkardığı kaliteli albümlerle her zaman sessiz sedasız başarılı işler yapan bir plak şirketi. Swod, Ulrich Schnauss, I'm Not A Gun, Dub Tractor, Cyne ve Static gibi sanatçılarla çalışıyorlar. Porn Sword Tobacco da bu grubun içerisinde üst düzeyde yer alıyor.

Albüm hakkında inceleme yapmadan önce Henrik'ten albümü hakkında bilgi vermesini istedim ve aldığım bilgiler şu şekilde:

"Bu albümü de diğer 2 albüm gibi İsveç'te ormanın içinde bulunan Silence adlı stüdyoda kaydettim. Ben hissettiklerimi yansıtan parçalar ve albümler yapmak istiyorum. Her zaman ulaşmaya çalıştığım nokta bu. Parçalar genel olarak emprovize olarak gelişiyor ve 1 ya da 2 seferde kaydediliyor. Bir albüm için genel olarak 2 saatlik bir kayıt yapıyoruz ve bu kaydın 40 dakikası bir albüme dönüşüyor. Bu albümde de aynısı var ama biraz daha uzun kaydettik sanırım. "

Albümde huzur var. Elektronik altyapılı olması, deneyselliği hiçbir şekilde bu huzuru bozmuyor. "Giftwrap Yourself, Slowly" son dönemde dinlediğim en iyi çalışmalardan biri kesinlikle. Basit ama basit olduğu kadar üst düzeyde etkileyici.

Diğer parçalarda ise herhalde ormanda kaydetmiş olmanın verdiği bir dinginlik ve biraz da pusu var. Bu da elbette dinlerken zorlamayan, hatta aksine rahatlatan bir hava yaratıyor parçalarda. Elektronik altyapının üzerine yer yer piyano, org ve gitarın kullanımı bu noktada etkin oluyor. "Pappa! Min Karlek Ar Gravid" de ise piyanonun yanında eşlik eden xylophone çok başarılı bir sonuç vermiş. Hafif yılbaşı şarkılarını hatırlatsa da bence oldukça güzel bir havası var.

Sonuç olarak da karşımıza City Centre Offices'a yakışan güzel bir albüm çıkıyor. Elektronik müziği hala tekno diye adlandıran, duygusuz, sıradan bir müzik olarak nitelendiren kesim eğer bilgilenmek istiyorsa bu albümü dinleyebilir. Belki o zaman biraz daha mantıklı bir yaklaşım içine girerler.

Bu arada yakın zamanda City Centre Offices'dan Swod'un bugün çıkaracağı "Sekunden" albümünü inceleyeceğim.

MP3: Porn Sword Tobacco - Giftwrap Yourself, Slowly
MP3: Porn Sword Tobacco - Cubical Fever

Porn Sword Tobacco resmi sitesi
Porn Sword Tobacco @ MySpace

6.9.07

Manu Chao - La Radiolina (Because, 2007)

José-Manuel Thomas Arthur Chao. Sevmeyeni az olan insanlardan. Sevmeyeni az müzisyenlerden. Fransa doğumlu ancak Bilbao'lu Bask kökenli ailesi sayesinde köklerinden hiç kopmamış. Ama en büyük özelliği tadından yenmeyecek parçalar yapması.

Küçükken Paris'in eteklerinde yaşıyor Chao ailesi. Manu Chao özellikle babasının sanatçı ve entellektüel çevresi sayesinde çok geniş bir kültürel yelpaze içerisinde büyüyor ve müziğindeki etnik ama modeern yapıların da buna bağlı olduğunu söylüyor.

Kardeşiyle birlikte 1987 yılında Mano Negra adlı grubu kuruyorlar ve Fransa'da başarı kazanıyorlar. İlk albümleriyle Orta ve Kuzey Avrupa'da genel anlamda tanınıyorlar. Grup 1995'te anlaşmazlıklar ertesinde dağılıyor ve başlıyor Manu'nun solo kariyeri.

1998'de "Clandestino" ile şöyle sallayarak bir giriş yaptıktan sonra 2001'de "Proxima Estacion: Esperanza" albümü geldi. Geldi ama hem de nasıl geldi. 2004'te ise tamamen Fransızca olan "Sibérie m'était contée" albümü geldi. Albüm pek ilgi görmedi çünkü Manu Chao Paris eteklerindeki havasına bürünmüş, klasik bakış açısını daraltmış ve albümü etnisizmden uzak tutmuştu.

Neyse her şey bir yana, dün geldi Manu Chao'nun yeni albümü. Taze, sıcak, heyecan dolu. Açıkçası baştan söyleyeyim, albümde ilk 2 dinleyişim sonrasında kendime "Welcome To Tijuana" tarzı bir idol parça bulamadım. Ama bulduklarım genel olarak eğlenceli, güzel yapısı bulunan başarılı parçalar. Öne çıkan pek yok. 21 parçalık bir takım çalışması diyelim. Hani bizim 12 Dev Adam'ın Avrupa Şampiyonasının ilk iki maçında yapamadığı şey, takım olmak.

Parçalar arasında İspanyolca, Fransızca, İtalyanca ve İngilizce vokaller var. Başka bir dil kullandıysa da ben anlamadım arada zira adam bir ton dil biliyor. Albümün adı da İtalyanca ve anlamı "Küçük Radyo".

Bunun haricinde albümde elektro gitar daha ön planda. Sanki biraz daha sertleşmiş bir havası var. Hani sertleşmiş derken yanlış anlaşılmasın, daha agresif gibi. "Rainin In Paradize", "Y Ahora Que", "The Bleedin Clown" ve "El Kitapena"'da oldukça açık bu. Ama bunun yanında "Me Llaman Calle" gibi flamenko esintili ruha hitap eden çalışmalar da var.

Albümde temel nokta ise yine Manu Chao'nun konserde insanları deli gibi eğlendirmek için albüm yapmış olması. Parçalar kısa, az ama öz. Albümdeki 21 çalışmanın 9 tanesi 2 dakikadan kısa. Tabiri caizse potpori var karşımızda. Ama tadına doyamadığım bir potpori. Bizi çok bekletti ama sonunda değdi. Herkese tavsiye ederim.

Beğendiğim çalışmalar:

1) 13 Dias
3) Politik Kills
7) Me Llaman Calle
10) Mundoreves
12) La Vida Tombola
14) Panik Panik
15) Otro Mundo
20) Sone Otro Mundo

MP3: Manu Chao - 13 Dias
MP3: Manu Chao - Me Llaman Calle

Manu Chao resmi sitesi

3.9.07

Editors - An End Has A Start (Fader, 2007)

Editors Indie Rock türünün potansiyel sahibi başarılı gruplarından. Potansiyeli hep göremiyoruz ama olsun. Vokalde Tom Smith, gitar ve klavyede Chris Urbanowicz, bas gitar ve arka vokallerde Russell Leetch ve bateri/perküsyonda Ed Lay'den oluşuyor grup. Üniversitede Müzik Teknolojisi bölümünde okurken tanışmışlar. Daha önce çeşitli kadro değişiklikleri dahilinde "The Pride" ve "Snowfield" adlarını almışlar ama en sonunda kardolarını düzenleyip Editors olarak karşımıza çıktılar.

Editors'ın ilk albümü "The Back Room" daha önce çıkan Single'larının da gazıyla Avrupa'da iki platin aldı. Amerika'da haliyle aynı başarıyı gösteremese de yine de ilk albümleri açısından hiç de kötü değil.

Grup aslında birçok ünlü grupla karşılaştırılıyor yetenekleri ve çalışmaları konusunda ancak 2. albümleri beklentilerimin altında kaldı. Birkaç parça hariç genel bir İngiltere pesimisti gözüme çarptı ve açıkçası bundan çok hazzetmiyorum. Sanırım biraz enerji eksik.

Elbette genellemiyorum bunu. Mesela "Bones" albümün önde gelen parçalarından olmasa da benim için gayet tatminkar. Keza "An End Has A Start" da öyle. Ama albümün çıkış parçası "Smokers Outside The Hospital Doors" beni çok cezbetmedi. Hafif Coldplay yönelimi var parçada. "Put Your Head Towards The Air" de keza benzer. Editors'ın yönü ise bu şekilde değildi ve ters tepki yarattı bende parçanın kendi güzelliğinden bağımsız olarak. Chris'in sanırım biraz daha sinirlenmesi lazım. O zaman bence çok daha iyi olur.

Albümü genel olarak çok benimseyemedim. İçinde güzellikler var ama bence çok daha iyi olabilirdi. İlk albümün üzerine koyulan şeyler parmakla sayılır. "The Back Room"'a göre daha bir bütünlük sahibi albüm mesela ama bu bütünlüğün yönünün farklı olmasını yeğlerdim. Sonuç, idare eder.

Albümde beğendiğim parçalar:

2) An End Has A Start
4) Bones
6) The Racing Rats
8) Escape The Nest

MP3: Editors - An End Has A Start
MP3: Editors - Bones

Editors resmi sitesi
Editors @ MySpace

1.9.07

Ernesto - Find The Form (Creative V, 2007)

İsveçli ünlü soul şarkıcısı Jonathan Bäckelie'nin projesi Ernesto'dan yeni albümü çıktı. Ha sanki bu albümü dinlemeden önce haberim varmış gibi söyledim ya, külliyen yalan. Finlandiya'dan iş ziyareti için gelen bir arkadaşımın bana getirdiği albümlerden biriydi ve beğendim, biraz araştırdım, şimdi de hava atıyorum.

Bu Jonathan'ın Ernesto projesinden çıkardığı 3. albüm. Ama aslında diğer 2 albümü için reddedilen parçalardan oluşuyor. Hani inceleyeceğim ama söyleyeyim, albüm gayet rahat dinleniyor ve güzel hafif popvari tınılara girmesine rağmen. E bunlar reddedilenlerse ilk iki albümde neler kaçırdım acaba diye düşünmeden edemedim.

Albümde soul hakim. Tartışılmayacak derecede. Bazen House'a yaklaşıyor, bazen 80'lerden synth melodileriyle birleşiyor. Pop'a döndüğü noktalarda biraz zayıflıyor müzik kalitesi açıkçası. Hani Pop'a karşı değilim ama diğer hallerdeyken çok daha başarılı sonuçlar almış. Bazı parçaların boşuna elenmediği ortada. Hani "What Goes In Inside" ve ardındaki "Earn My Faith Back" arasında dağlar kadar fark var.

Bu eksik noktalar haricinde genel olarak dinlenebilecek, güzel bir albüm. Aşağıdaki 2 parçayı dinleyip bir fikir edinebilirsiniz.

MP3: Ernesto - Sick N Tired
MP3: Ernesto - Earn My Faith Back

Jonathan Bäckelie @ MySpace