13.5.07

Klaus Schulze Röportajı

Elektronik müzikte deneyselliğin ve çok enstrümanlılığın öncülerinden biri olan Klaus Schulze ile doğum gününde bir röportaj yapma imkanı bulduk. Kendisi 2 yıldır bir hastalıkla uğraşmasına rağmen eski enerjisinden ve iğneleyici sözlerinden hiçbir şey kaybetmemiş. Büyük bir efsanenin kendi dilinden hayata ve müziğe bakış açısı için okumaya devam edin.

SG – Bir Rock grubunda baterist olarak müzik hayatınıza başladınız ve daha sonra “Tangerine Dream” adlı grup geldi. TD’de eletronik rock ve deneysel müziklere ağırlık verildi ve bunlar yer yer new age ögelerle birleştirildi. Bunu benzer bir tarzda Ash Ra Tempel grubu üyeliğiniz izledi. Kariyerinizin erken dönemlerinde akustik rock’tan elektronik rock’a yönelmenizdeki etkenler nelerdi?

KS – İlk olarak “Psy Free” adlı, gitar, klavye ve bateriden oluşan bir rock grubunda çaldım. Aslında daha önce gençken, ki bu aslında sayılmaz ama, temel olarak hep beat müziğine ilgi duydum.

TD’de biz her şeyi çaldık. Punk’tan deneysele ve hatta çok uçlara kadar. Ama kesinlikle bugünün moda tabiriyle “Ambient” denen müzik tarzı değildi çünkü çok farklıydı. Ayrıca o dönemlerde esinlenecek tek şey moda olan Broetzmann’in “Free Jazz”iydi.

TD’deyken sürekli yeni ses ve enstrüman arayışım başlamıştı. O zamanlar çok basit aletlerden karmaşık sesler çıkarmaya çalışıyordum ve henüz synthesizer’lar yoktu. Örneğin TD konserlerinden kasetleri tersten çalmayı deniyordum ve Edgar (Edgar Froese, TD’nin kurucularından ve hala grupta kalan tek kurucu üye) bunu hiç sevmiyordu, o basit bir davulcu istiyordu. Unutmadan söyleyeyim o inanilmaz bir Hendrix hayranıydı. Berlin’deki bir Hendrix konseri için alt grup olmuştuk ve eminim bu Edgar için unutulmaz bir gündü.

Ash Ra Tempel ile çok daha güçlü hale geldi yaptığımız müzik. Grubun ilk albümünden “Amboss”’u dinleyin anlarsınız. Ash Ra Tempel’da deneylerimde daha özgür oldum. Birçok konserde ve kayıtta davul haricinde değişik, garip sesler kullandım.

Bir yıl sonra kafamdaki fikirleri tek başıma daha iyi yapabileceğimi düşündüm ve Ash Ra Tempel’dan dostça ayrılıp ilk solo albümüm için çalışmaya başladım. Aslında bunda hiç davul yoktu çünkü davullardan biraz sıkılmıştım açıkçası, özellikle de rock davullarından.

SG – Bu dönemden sonra solo kariyerinize başladınız ve synthesizerın da gelmesiyle efsanevi “X” ve “Moondown” albümleriniz geldi. Bu dönemde nelerden esinlendiniz ve synthesizerın getirdiği değişim ne oldu?

KS – Evet. Sanatçılara yöneltilen klasik soru. Nereden esinlendiniz? Aslında bilmiyorum, ya da hatırlamıyorum. Yaklaşık 30 yıl geçti. Herhalde özel bir şey yoktu. Hayattaki milyonlarca şeyden biri. Mutluluk, üzüntü, sıkıntı halleri, şans, yalnızlık, dostluk ve müzikten para kazanma hayali. Siz müzik severler bunu hep atlıyorsunuz değil mi? (SG – Evet)

Elbette piyasaya çıkan ilk synthesizerı aldığımda birçok fikrimi kasede kaydetme imkanı sağladı. Bana ilham kaynağı da oldu. Bana çok yeniydi ve nasıl çalıştığını, bana ne katkı sağlayacağını öğrenmem gerekiyordu. Bu deneme ve öğrenme sürecinde fikirler otomatik olarak gelişiyor.

SG – Stüdyonuzda çok fazla sayıda enstrüman kullanıyorsunuz. Enstrümanların zaman içindeki gelişimi sizi nasıl etkiledi?

KS – Elbette stüdyomda sunulan en iyi aletleri kullanıyorum. Elektronik müzik açısından düşünürsek tüm enstrümanlar çok büyük bir hızla gelişti. Her yıl yeni bir synthesizer çıkıyordu. Birçoğu öncekilerin kopyasıydı ve çabucak silindi ama bazıları da kalıcı oldu. Analogdan dijitale geçiş ise inanılmaz bir andı. Bana göre bir devrim! Yine yeni baştan öğrenmem gerekti tabii.

Tek umduğum şey müziğimin de evrim geçirdiği. Bence bunu sadece aletlerin gelişimine bağlamak biraz haksızlık olur ama. Sonuçta bu aletler kendi başına müzik yapmıyor ve hala onları çalan ya da programlayan birine ihtiyaç duyuyorlar. Bence hiçbir kemancıya her albümde daha iyi kemanınız olduğu için mi kendinizi geliştirdiniz diye sorulmamıştır. Şaka bir yana bence eski sanatçıların bu denli ön plana çıkmasının sebebi o dönemi yaşamamız ve içinde öğrenmemiz. Synthesizerlar günümüzün gençleri için bilinmeyen, dipsiz bir kuyu gibi. Bunlardan kaçı piyano çalmayı bilir veya kaçı İngiliz kornosu neye benzer haberi vardır? (KS notu: İngiliz kornosu, “Cor Anglais”, ne İngilizdir ne de korno) (SG – “Cor Angle” yani açılı korno daha sonra zamanla “Cor Anglais” şeklinde değişmiştir. Aslen İngilizlerle hiç alakası yoktur)

SG – Müzikte yeni şeyler aradığınız süreç boyunca sürekli parçalar yapmak yerine senfoni benzeri çalışmalar yaptınız. Bu duygularınızı anlatırken size daha mı uygun?

KS – Açıkçası bir müzik parçası yaratmakta yavaş olduğumu kabul etmeliyim. Pop şarkıcılarının tüm şarkıyı çıkardığı sürede ben bir introyu hazırlayamıyorum. Kısa şarkıların sempatik melodileri hiç de bana göre değil. Senin sözünle senfoni benzerleri bana daha çok uyuyor. Elbette pop dinlemeyi de seviyorum ama sanatçı olarak ben onları yapamam.

SG – Elektronik müziğin birçok farklı türünü denediniz. Bu türleri farklı elementlerle birleştirdiniz. Örneğin opera sanatçılarıyla çalıştınız. Bu açıdan insan sesinin müzikalliği hakkında ne düşünüyorsunuz?

KS – Evet 1974’te çıkan “Blackdance” albümüm için opera sanatçılarıyla çalıştım. 20 yıl sonra kendi operam “Totentag” için de çalıştım. Totentag zamanında diğer albümlerim için de operadaki seslerden oluşan parçaları kullandım. Hepsi bu ve tüm çalışmalarımı düşünürsek çok da fazla değil. Genel olarak sesleri sadece melodisel kullanırım. Bir şarkıcının ağzından çıkan sözler beni pek ilgilendirmez. Totentag için tüm sözleri bir başkası yazdı. İnsan sesi içeren diğer albümlerim için ise Alman tescil yetkililerine sadece müzikal sözler deme özgürlüğünde bulundum. Ben onları öyle algılıyorum ve kullanıyorum. Bazen hayranlarım sözlerdeki anlamı çıkarmaya çalışıyor. Uğraşmayın çünkü gerçekten çok anlamsız.

SG – Elektronik müziğin günümüzdeki durumu hakkında ne düşünüyorsunuz? 70’ler ve bu günler arasında ne gibi farklılıklar var?

KS – Bu çok büyük bir soru. Ama cevabını biliyorum. Çünkü oradaydım ve hala buradayım. Ama ben sanatçıyım yazar değil. Yine de 1978’de ucuz Kork synthesizer’ları ilk çıktığında TD ve Klaus Schulze yerleşmiş isimlerdi ve birçok kopyalarımız türedi. Başlarda bazılarına yardım da ettim, onlara plak şirketleri kurdum ve kendi paramla albümlerini yaptım. Sürekli daha fazla demo geliyordu ve bir süre sonra bu ikinci jenerasyonun müziğe katabileceği şeylerin sınırlı olduğuna kanaat getirip uğraşmayı bıraktım. Şimdilerde TD ya da benden habersiz bir elektronik müzik jenerasyonu var ve bu bir bakıma olumlu. Birçoğu çok başarılı ve yeni sesler yaratıyorlar. En azından bizi artık kopyalamıyorlar. Rahatım.

SG – Sizin gibi sanatçılara her zaman “Karl Heinz Stockhausen” sorulur. Kendisi aslında elektronik müzik sanatçılığından ziyade bir teorisyen. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

KS – Sen kısaca söyledin. Aynen katılıyorum.

SG – Geçmişiniz geleceğinizin aynasıdır dersek büyük, güzel ve etkileyici kariyerinize bakınca neler düşünüyorsunuz?

KS – Açıkçası geçmişten ziyade geleceğe bakmayı seviyorum. Hafızam kötü ondan da olabilir belki. Bazen röportajlarda bana “Timewind” albümümü sorarlar ve yanlış yıl söylerim. Daha sonra da yayıncım beni düzeltir hep yaptığı gibi. Şu anda eski sınırlı sayıda basılan albümlerimin yeniden piyasaya sürülmesiyle uğraşıyorum. Bazı düzenlemeler yapıyorum. Yeni çalışmalara da göz kırpıyorum.

Hiç yorum yok: