Biraz daha rahat bir uyku çekmiş olmanın verdiği gazla güne yine birayla başladım kahve, muz ve twix sonrasında. C1 kampında Türk mahallesi olarak adlandırdığımız bölgede bir süre muhabbetten sonra bir göz atmak amacıyla Heideroosjes'e yollandım. Sözler her ne kadar Flemenkçe'yse de oldukça eğlenceli bir grup. Ska ve rock karışımı bir tarzları var. İngilizce albümleri de sanırım piyasada.
Aslında festival alanında albüm satan bir nokta aradım ama bulamadım. Dışarıda da yok. Bu herhalde en büyük eksiklikti bana göre. Grupların t-shirt ve diğer ıvır zıvırları da çok az sayıda ve az çeşitte geldi zaten. Birçok grubun hiç gelmedi resmi ürünleri. Rock Werchter'in kendi ürünleri bile çok hızlı tükendi. Can havliyle bir iki t-shirt alma imkanım oldu. Onlarda da beden bulmak için festival alanındaki 4 t-shirt standını gezmem gerekti. İlla XL giymek zorunda mıyım kardeşim yani.
Neyse Heideroosjes'ten sonra kampa dönüp uyumakta olan Recep efendiyi kaldırdım ve festivale geri döndük tüm Türk tayfası olarak. Blonde Redhead'de en önden yerimizi aldık çadırda. Performans güzeldi. Hatta genel olarak çok eğlendik. Özellikle Kazu Makino'nun performansına hayran kaldım. Gerçekten başarılı bir performans çıkardı. Klasik kısa kıyafet tercihinin bunda etkisi yok. Mini etek giydi diye övmüyorum tabii.
Arkasından hızla ana sahneye yollandık ve karşımıza Amy Winehouse çıktı "Rehab"'iyle. Zaten dinlesem dinlesem bir tek o parçasını dinlerdim. Bana yetti. Sonrasında bira takviyesi yapıp artık önlere yollanmanın zamanıydı. Snow Patrol çıktığında bende büyük bir beklenti vardı. Çok sevdiğim bir grup olmasının yanında haliyle performanslarını da bekliyordum. Ne beklediysem hepsini aldım. Fotoğraf makinemin pilinin bitmesi sebebiyle sadece cep telefonumla bir video kaydettim. Onun haricinde kendimi kaybetmekle meşguldüm zaten. Hayran kaldım diyebilirim. Sıcak, güzel ve eğlenceliydi. "Shut Your Eyes"'ı canlı canlı dinlemek ve onca insanla aynı anda söylemek beni çok etkiledi. Tekrar görülmesi gereken gruplara yazdım adını.
Sonrasında yine bira takviyesi ve bu sefer The Killers heyecanı. Snow Patrol ile romantizmin dibine vurduk deyip şimdi de kurtları dökelim dedik. Hem de ne dökmek ama. Las Vegas'lı grup öyle sempatik bir şekilde karşımıza çıktı ki oradaki herkesin dikkatini çekti. Sonra da performans başladığında zıplayan devasa bir topluluk vardı. Parçalar ardı arkasına patladı. Yerimizde duramadık. Arada bir serpiştiren yağmur çok güzel serinletti bizleri. Hava sıcak olsa zaten buharlaşırdık "Somebody Told Me" daha başlamadan. Onunla zaten yağmura rağmen sucuk gibi olduk.
Biraz dinlenme zamanı diyerek Peter Gabriel sırasında hem yemek hem de bira molası verdik. E Türkler olarak biraz top oynamamız da atalardan yadigar bir alışkanlık. Bu arada da zevkle Gabriel'ı dinledik. Seyirciyle çok oynaşmadı. Artık yaşının da verdiği bir ağırlık olsa gerek. Ama en güzel çalışmalarını çatır çatır çaldı ve insanları eğlendirdi. Daha çok dinlendirdi de diyebiliriz. Biz de o arada kandaki toksinleri tamamen boşalttık futbolla. Gabriel bitmeden ana sahneye döndük ve yine yerimizi aldık. Bu sefer Keane için.
Keane de beklentilerimi fazlasıyla karşıladı. Genel olarak sakin ve dinlenme ağırlıklı geçmesini beklerken oldukça hareketliydi parçalar. Daha doğrusu albüme göre daha heyecanlı çaldılar. Seyircilerle diyalogları mükemmeldi. Seyircinin ortasına kurulan platformda "Hamburg Song"'u çaldılar ve apışıp dinledik tamamen. Hatta bet sesimle söylemeye bile çalıştım ama çevreden gelen uyarıları dinleyip Tom Chaplin'in muhteşem sesine saygısızlık etmemek için sustum sonra. "Atlantic", "A Bad Dream" gibi çok sevdiğim çalışmalarını nefes almadan arka arkaya vurdular yüzüme. Hayran ve ayran bir modda izledik hepimiz. Tekrar tekrar seyredilesi gruplara yazdım adını.
Artık coşma zamanıydı. Gördüğüm herkesi LCD Soundsystem'a çağırmıştım o ana kadar. Sağolsunlar bana güvenip gelen 10-15 İngiliz ve 2 Türk olarak yerimizi aldık çadırda. LCD Soundsystem başladığında ise yer mer kalmadı. Deli gibi dans eden bir grup olmuştuk. Bizi görenler sakince yer açarak daha da delirmemize izin verdiler. Bana göre Beastie Boys ile birlikte çadırın en güzel performansıydı. The Chemical Brothers'a gitmeyenler bu inanılmaz güne hakettiği sonu yaşadılar. Baştan sona enerjik, baştan sona ter damlatan bir performanstı. Bir şarkıda bizi dinlendirdi performansı boyunca, onun haricinde tam gaz gitti. Susuzluktan öleceğimi düşündüğüm halde yine de gidip bir bira almak istemedim. Recep de verdiğim gazları yemedi ne yazıkki. Bir saniye bile kaçırmak istemiyordum. Kameraya uzanıp iki garip resim çekebildim. Videoya almamın imkanı yoktu o kadar zıplarken. Bence ölmeden görülmesi gereken performanslardan biriydi o geceki. Zaten oradaki 15.000 kadar kişi Metallica çıkana kadar LCD Soundsystem'dan bahsetti.
3. gün bittiğinde festivale gelmiş olmaktan duyduğum mutluluğu kelimelerle ifade etmenin imkanı yoktu. İçtiğim 10-15 bira ve bir hayli viskiden sonra bile deli gibi susuzluk çekmem ve gidip 1 litrelik şişeyi kafaya dikmem herhalde 3. günü anlatmaya yeter. Üstüne daha 4. gün vardı. Artık ekmek kadayıfının üzerine kaymak olacaktı o da. Bana da güzel bir uyku çekip kaymağı beklemek düşüyordu.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder