
SG - Müzikal kariyerinizi derinden inceleyeceğimiz için öncelikle diğer uğraşlarınızdan başlayalım. Oldukça çok yönlü bir sanatçısınız. Sırt çantanızda fotoğrafçılık, yönetmenlik, ressamlık ve desinatörlük (Tenorwear) gibi meziyetlerle geziyorsunuz. Bunlar hakkında biraz bilgi verir misiniz? Ayrıca devam ettirdiğiniz de var mı?
JT - Gençken bende de hep sözü edilen Warhol sendromuna yakalanmıştım. Hepsini yapabileceğimi düşünüyordum. Ama bir süre sonra hiçbir yere varamadım. Şimdi sadece müziğe konsantre oluyorum. Fakat albüm kapaklarım için fotoğraf çekiyorum. Bazen eşimin (Nicole Willis) çalışmaları için de çekiyorum. Nicole Willis & The Soul Investigators adlı bir grupları var. Türkiye'ye de gelmiş olmaları lazım. En azından Nicole Willis olarak gelmişti sanırım.

SG – Müzik kariyerinizin başlarına döndüğümüzde “The Shamas” ile ortak çalışmalarınız var. Bu çalışmaların kariyerinizin ilerleyen bölümlerindeki etkisi nedir?
JT - 1980'lerde kendi yaptığımız müzik aletleriyle çalışmalar yapıyorduk. Sonradan ben bazı şeyler de ekliyordum. Kendi yaptığımız aletlerle farklı olmak istedik. Bize özgü bir şey olacaktı. Bunu hala yapıyorum aslında. Oymacılık derslerine gidiyorum ve kendime fülüt yapıyorum. Başkaları sandalye falan yapıyor, ben de fülüt. Sonuçta müziği kendiniz için yapıyorsunuz ve bundan zevk alabiliyorsanız daha güzeli olamaz. Ayrıca işin yorgunluk tarafı da var. Yorgunluğa tahammül edecek kadar zevk almalısınız. Bu noktada DJ'ler inanılmaz yoruluyorlardır. Çok geç çalmaya başlıyorlar ve her gün oradan oraya uçuyorlar. İş artık bir süre sonra zevkten çıkıp tamamen yoruculuğa giriyordur. Bizim performanslarımız genelde erken başlıyor ve bu çok rahat.
SG – Kariyerinizi incelediğinizde sizin açınızdan dönüm noktası var mı? Eğer varsa bu sizi ne yönde etkiledi.
JT - Amerika'ya gitmem benim için çok önemliydi. Finlandiya'da sanatsal müzik ciddi anlamda çok güçlü. Burada tamamen bireysel oluyor her şey. Tıpkı İzlanda'daki gibi. Çok az insan var ve yapılar da benziyor. Bu kadar bireysellik tehlikeliydi. Amerika'ya gidince gözlerim açıldı. Bir anda birçok kültürden insanla ve apayrı müzik aletleriyle tanıştım. Çok eğlenceli oldu. Farklı kullanımlar gördüm. Çok şey öğrendim. Müziğimi çok etkiledi ve bundan inanılmaz derecede memnunum.

JT - Aslında soyadımı değiştirmenin zamanı geldi galiba çünkü artık fülüt benim en sevdiğim enstrüman. Konser vereceğim zaman hep yanımda götürüyorum. Şimdilerde fülütü de daha iyi çalıyorum. Diğer en sevdiğim teknik ekipman da kurşun kalem.
SG - Bildiğimiz kalem mi?
JT - Evet evet. Eskiden orkestra için ya da grup için şarkı yazarken bilgisayarımı kullanıyordum. Hiç sorun yoktu. Ama birkaç yıl önce bilgisayarım çalındı ve programlarım da gitti. Ondan sonra öze döndüm çünkü bitirmem gereken işler vardı. O zamandan beri de hala kalem kullanıyorum. Ne bilgisayarı açmama gerek var ne de programa. Elime kalemi alıyorum, tek gereken boş bir kağıt. Şimdi bayağı hızlandım. Programları öğrenmeye zaman harcamıyorum. Qbase çıktığında ilk kullananlardandım ve her yenilemede bile alışmak zaman alabiliyor. Bilgisayar kullanabildiğim ve programlara aşina olduğum için mutluyum. 1980'lerdeki müzik aletlerini tanıdığım için de çok memnunum. Yoksa müziğim 70'lerdeki jazz rock ve fusion rock'ların tamamen bir kopyası olurdu. Bu yenilikler fikirler doğuruyor ve sonuçta benim müziğimi de modern yapıyor.

JT - Aslında benden önce Aphex Twin Philip Glass ile ortak bir çalışma yaptı ama o temelinde farklı bir projeydi. Orkestrayla çalmak benim her zaman hayalim olan bir şeydi. İmkanım olmadığı için o ana kadar gerçekleştirememiştim. Ama yeterli parayı ayırabildiğim zaman bu işi kafama koydum. Sonra Japonya’da bir Polonyalı prodüktörle tanıştım. Onunla kafamdaki proje konusunda anlaşamadık ama Polonya senfoni orkestrasının şefi arkadaşıydı ve tanışmamızı sağladı. Proje de yavaş yavaş gelişti. Ama ufak bir sorun vardı. Biz günde 8 saat stüdyoda çalışmaya alışkınız ama orkestra günde 2-3 saat çalmaya alışkın. Ama bir şekilde sabrettiler ve albümü yaptık. Beklediğimden de iyi oldu. Her ne kadar Warp satışlardan çok memnun olmadıysa da gelen olumlu tepkiler beni yeterince mutlu etti.
SG - Albümlerinizi Warp, Sahkö, Kitty-Yo, Rough Trade ve en önemlisi Deutsche Grammophone gibi birçok saygın plak şirketinden yayınladınız. Bu arada da birçok farklı şehirde yaşadınız. Çalıştığınız plak şirketlerini ve yaşadığınız şehirleri değiştirmenizdeki sebep neydi? Tüm bunlar müziğinize nasıl yansıdı?
JT - Yaşadığım şehirlerin değişimi tamamen anlık bir olay. Lahti’de başladım, New York, Barcelona, Amsterdam, Helsinki’de yaşadıktan sonra en sonunda Lahti’ye geri döndüm. New York’a okumak için gittim, Barcelona’ya ise güneşi için. Amsterdam ve Helsinki’ye ise müzikal çalışmalarımı daha rahat sürdürebilmek için. Hepsinin müziğime büyük ölçüde etkisi oldu. Daha önce dediğim gibi özellikle New York bu konuda başı çekiyor.

SG - Son albümün Deutsche Grammophone’dan yayınlandı. 1890’da kurulan bu plak şirketi şu anda faal olan en eski plak şirketlerinden biri ve 20. yüzyılda klasik müziğin gelişiminde çok büyük rol oynadı. Buradan çıkardığınız albümde Steve Reich, Erik Satie, Edgard Varese, Pierre Bulez, Esa-Pekka Salonen, Nikolai Rimsky-Korsakov ve Georgi Sviridov’un çeşitli çalışmalarını yeniden düzenlediniz. Bu eski çalışmalarınıza oranla ciddi bir değişim. Bunu bize biraz açıklar mısınız?

Daha sonra tekrar çalışmalara başladım. Bu sefer çalışmaları seçtiğim an hemen hakları için başvurduk ve bu sefer de hepsini aldık. Çalışmalar bu sefer 6 ay kadar sürdü. Sonuçta da ilki kadar güzel bir çalışma oldu.
SG - Eskilerden bu kadar bahsettikten sonra biraz da yeni projelerinize değinelim. Nisan ayında bir albümünüz çıkacak. Biraz bilgi verir misiniz?

Albüm adı ararken de internete girdim. Kalevala ile ilgili bir şeylere bakıyordum. Kalevala’da insanların gidip ağladıkları bir kaya var. Bu kayanın adıyla alakalı iki tercüme vardı. Bunları karşılaştırdım. Birincisi “Duygu kayası” anlamına geliyordu. Diğeri de “Müzik kayası” olarak tercüme edilmişti. Bu da bana ilginç geldi ve isim olarak seçtim.
İlgili Bağlantılar:
Jimi Tenor resmi sitesi
Jimi Tenor @ MySpace
"Deutsche Grammophon ReComposed by Jimi Tenor" İncelemesi
"Jimi Tenor & Kabu Kabu - Joystone" İncelemesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder